Meryem İlayda Atlas, kürtajla ilgili olarak görüşlerini Radikal gazetesine yazdı. Atlas: Kadınlarla ilgili meseleleri konuşmaya hiç alışık olmayan bazıları bir anda gündemine kadınla ilgili bir konu girince ne yapacağını şaşırıyor.
Kürtaja da karşıyım, yasağa da
İşte o yazı:
Doğum kontrol yöntemleri sır değil, sıpıt değil, gebeliğin belirlenmesi için valiliğe dilekçe verilip aylarca sıra beklenmiyor. Peki, biz neyi tartışıyoruz? Kürtajın haftasını, ruhun üflenmesini, yasal sınırını… Bir cinayet olarak, bir yaşam hakkı ihlali olarak kürtajı… Doğru mudur, doğrudur. Ama burada bir gariplik var. Bazı konular siyasetin gündemine toptancı, ‘özcü’, cesur bir fırtına gibi giriveriyor. Ve bakınız ki, hayatları boyunca değil kürtaj hakkında yazmak, kadın meselesi üzerine bir dakika bile düşünmemiş birtakım zevat ansızın aslan kaplan kesiliveriyor. Sonuç; hep aynı, buyurgan, kadının halinden anlamayan, itibarsızlaştıran, kavga eden o dil.
Mesela, tecavüzü tartışmıyoruz, kürtajı bir cinayet gibi görüp dert edinmeye karşılık, tecavüzü bir gerçeklik gibi kabul edip ihtimaller üzerinde düşünüyoruz. Devlet tecavüzden doğan bebeğe bakar mı, bakamaz mı?
Ben herhalde çok naif olmalıyım ki böyle bir toplumsal gerçekliği bir türlü kabullenemiyorum. Ya da bazı meselelerin böyle cesurca, özcü bir şekilde, vicdani yaklaşımlarla kınanmasına karşılık; bazılarının olgu gibi kabul edilmesini anlayamıyorum. Çünkü ben dindar bir insanım, insanlık onurunu zedeleyen meseleler vicdanımda siyasi gündeme göre şekil almıyor…
Dindar erkek çok konuşmasın
Bir miktar komik oluyor çünkü. Kadınlarla ilgili meseleleri konuşmaya hiç alışık olmayan bazıları bir anda gündemine kadınla ilgili bir konu girince ne yapacağını şaşırıyor. Düşünce dünyasında yalnızca siyah ve beyaz var olan bazı ergenler gibi; ‘kürtaja karşı mısın, değil misin, katil misin nesin’ tadında kompozisyonlar yazıyor. ‘Bedenim benimdir’cilere karşılık, ‘bedenin senin değil acaba kimindir, sahibi yoksa benimdir, ay pardon, benim tekelimdedir, aslında kimsenin değildir, üç günlük dünya, toprak olup gitcez zaten’ tadında bir tartışma yürüyor.
Buna karşılık bu konuda az biraz idmanlı olanlar her konuyu bulup buluşturup annelik rolüne, ailenin önemine bağlayabiliyor. Ama bunu öyle kötü bir dille yapıyor ki, Viktoryen İngiliteresi’nden tutun, İttihat ve Terakki’nin sorumlu vatandaşlarına, Cumhuriyetin ‘çocuk kadınlarına’ kadar garip gureba yerlere savruluyor. Üstelik modası geçmiş, saldırgan, ‘analar ağlamasın, benim de bacım var, kadınlar çiçektir’ yüzey derinliğinde...
Velev ki bu kimseler çok sevip saydığımız ilim/irfan erbabından olsun, yine de kadın konularından ikmale kalıyorlar. Neden mi? Çünkü dindar kesimde bu meseleler kadınların da dahil olduğu bir şekilde konuşulmuyor. Dokunulmaz, güya kutsal bir alan içinde, göz ardı edilebildiği kadar ediliyor. Hatta bu konularda konuşmamaya önce kadınlar ikna ediliyor. Farklı fikirler, hassasiyetler dile geldiğinde ise ‘Hadi be, sen de feminist!’ diye damgalanıp alaşağı edilmek isteniyor. Kadınlarla ilgili yanlış anlaşılmalar dile getirilince asr-ı saadetten örnek verilip, ‘o zaman böyle bir şey yoktu’ diye kestirip atılıyor. Bu insanlar kim mi? Yazının bu kısmına kadar gelip köpürenler. Sakin olalım. Ben bir konuda içtihat yapmıyorum. Var olan sosyolojik bir rahatsızlığa işaret ediyorum. Kullanılan üslubun eksikliğinden ve dilin yetersizliğinden bahsediyorum.
Öyle bir dil ki; esnemeyen, ‘adam’ eden, tokatlayan, kulluk hakkına ipotek koyan, buyurgan, kitabi tartışmalarla gündelik hayatı götürmeye çalışan, özcü, ahlakçı, soğuk, katı bir dil… Erkeklerle ilgili meseleleri ise sosyolojik gerçeklikler olarak görebilen, bunları ‘insan’ olmaktan mülhem kabul ettiğinden zaten konuşma gereği duymayan, normalleştiren, kişi iradesine bırakıp, ihlal edenleri de ‘beşer şaşardan tevekkel’ bağrına basan bir dil…
Her konumuz gibi kürtaj konusu da ameliyat masasında ölmek üzere. Mesele kürtaja karşı olmak değil, etik kurul kurdun, haftasını sınırladın, bilmem ne yaptın, gerisi kadına, tercihine kalmış bir iştir. Ben, kürtaja karşıyım. Ama devletin kadınlara ne yap(ma)ması gerektiğini söylemesine de karşıyım.
Dizilerde de sık gördüğümüz (mesela Aşk-ı Memnû dizisinde iki defa) ‘Ne olacak aldırırsın gider!’ ya da ‘Aldıracaksın o çocuğu!’ söylemiyle de normalleşen bir doğum kontrol metodu olarak kürtajın karşısında durulması ve vicdanlara seslenilmesi yasaklamaktan ve kavga etmekten daha etkili olur diye düşünüyorum. Sigaradan vazgeçme telkini gibi toplumda kürtaja karşı bilinç uyandırmak başka bir şeydir, yasaklayarak katilsiniz demek başka bir şeydir. Daha kötüsü ise tecavüzü bir olgu olarak kabul edip o minvalde çözüm bulmaya çalışırken, kürtajı hoşuna gitsin veya gitmesin bir olgu olarak kabul etmemektir…