Gündem

Kürşat Bumin: Topal cinayetini sorgulama vakti gelmedi mi?

Kürşat Bumin, "Gün ışığına çıkmaya başlayan bu tutanaklar ortadayken ve "zirve"de korunması istenen "gizlilik"e bugüne kadar riayet edilmişken, toplumun "siyas

01 Ekim 2011 03:00

T24 - Yeni Şafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, 22 Aralık 1996 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcıları Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz, muhalefet liderleri Deniz Baykal ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun katıldığı "liderler zirvesi"nde Ömer Lütfü Topal cinayetinin "gizli" kalması gerektiğinin konuşulduğunun ortaya çıkmasını değerlendirdi. Bumin, "Gün ışığına çıkmaya başlayan bu tutanaklar ortadayken ve "zirve"de korunması istenen "gizlilik"e bugüne kadar riayet edilmişken, toplumun "siyaset"e güvenmesini, kendisine özgürlük ve refahı getirecek gücün siyaset olduğuna ilişkin inancını koruyabilmesi mümkün mü? Siyasetin sıkı sıkıya sarıldığı ve kaybetmek istemediği koltukları korumak için seçtiği bu yasadışı yöntemin sorgulanma vakti daha gelmedi mi?" dedi.


Doğan Akın: Topal cinayeti ve Susurluk skandalını çözecek bir kayıt var!


Kürşat Bumin'in Yeni Şafak'ta "'Çiller şu ana kadar neden hiçbir savcıdan davet almadı?'" başlığıyla yayımlanan (1 Ekim 2011) yazısı şöyle:


'Çiller şu ana kadar neden hiçbir savcıdan davet almadı?'


Başlıktaki soruyu soran Doğan Akın (T24). "Topal cinayeti ve Susurluk skandalını çözecek bir kayıt var!" başlıklı son yazısında (26.09.2011) soruyor.


Yazının sorunun geçtiği bölümünü aktaracak olursam daha aydınlatıcı olur herhalde:


"Çatlı'yı 'Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir' edebiyatıyla savunan, Kürt işadamı, hukukçu ve siyasetçilerinin öldürülmesi öncesindeki tehditi unutulmayan Tansu Çiller, Topal cinayetinde neden böyle bir pozisyon aldı?


Şu anda bilmiyoruz.


Çiller şu ana kadar neden hiçbir savcıdan davet almadı?


Onu da bilmiyoruz."


Gerçekten de çok düşündürücü, her ne hal ise "Onu da bilmiyoruz."


Doğan Akın'ın geçen ağustos ayı ortalarında yayımladığı bir başka yazısında Tansu Çiller'in portresine ilişkin şu bilgiler de yer alıyordu: " 'Örtülü ödeneğin nereye harcandığını açıklarsam savaş çıkar, dünya birbirine girer' incisi", "Dönemin Batman valisi'ne kurdurulan Çiller Özel Ordusu".


Akın bu yazısını Tansu Çiller'e danışmanlık yapan Memduh Bayraktaroğlu'nun "Çillerli Yıllarım" başlıklı kitabını özel olarak gözden geçirmek için kaleme almıştı.


Gerçekten de, bu ülkede pek çok şey gibi -hâlâ- "Onu da bilmiyoruz."


"Bilmememiz normal, Susurluk'un aydınlatılması önüne çıkarılan ilk engel (Sedat Bucak ve daha sonra İbrahim Şahin) 'Hafızamı kaybettim' mazereti değil miydi?" diyorsanız, haksız sayılmazsınız.


"Bilmiyorum, çünkü hatırlamıyorum", ya da onu da bilmiyoruz çünkü hatırlamıyorlar.


Ama dikkat ederseniz kimse de hatırlamamıza ve bilmemize yardımcı olmuyor. Bu niye böyle, "Onu da bilmiyoruz."


Belki de fazla da haksızlık etmemek gerekir aslında, çünkü bazı şeyler hatırlanmaya başlandı sanki. Bugünlerde gazeteleri meşgul eden 1996'ın "liderler zirvesi" gibi mesela. Bir başka örnek de Mehmet Ağar'ın 5 yıl ağır hapis cezasına çarptırılması. Hangi suçtan olduğunu biliyorsunuzdur ama ben yine de hatırlatayım: "Cürüm İşleme İçin Teşekkül Kurma". Konuya yabancı olanların varlığını düşünürek bu kararla ilgili şu bilgiyi de aktarmak isterim:


"Mahkeme Başkanı Şakır, sanık Mehmet Ağar'ın halk arasında korku, endişe veya panik yaratacak şekilde ammenin selameti aleyhine kasten adam öldürme veya yol kesmek ve adam kaldırmak cürümlerini işlemek amacıyla teşekkül oluşturarak, teşekkül mensuplarının dağlarda, kırlarda, genel yollarda veya meskun yerlerde silahlı olarak dolaştıkları sübuta erdiğinden 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren TCK'nın aleyhine olduğuna dikkat çekerek, eski TCK'dan hüküm kurulduğunu açıkladı. (Mahkumiyete neden olan suç için "Yeni TCK"nin öngördüğü ceza hükümlünün aleyhine yani...)


22 Aralık 1996 tarihli "liderler zirvesi"nde dönemin parlamentoda temsil edilen siyasal partilerinin liderleri bir araya gelmiş. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Deniz Baykal ve Muhsin Yazıcıoğlu'ndan oluşan muhalefet liderleri. Yani, medyamızın her fırsatta tekkarladığı "devlet zirvesi" zırvası ("zırva", çünkü "devletin zirvesi" mi olurmuş!) hali olmasa da "siyaset zirvesi" toplantı halinde...


Konuşulanların (Erbakan'ın isteğiyle) "gizli kalması" istenen bu toplantıda serdedilen görüşlerin gizliliğinin artık kalmadığını da biliyorsunuz. Topal cinayeti konuşulmakta ve zirveye katılanlar birbirlerini suçlamaktadırlar. Bir cinayet işlenmiş ama bu cinayet hakkında (en başta MİT ve dönemin 12 Eylül öncesinin ünlü DAL'ının başında bulunan İstanbul Emniyet Müdürü tarafın) verilen ve sumen altı edilen bilgiler konuşulmaktadır.


Şimdi soralım: Gün ışığına çıkmaya başlayan bu tutanaklar ortadayken ve "zirve"de korunması istenen "gizlilik"e bugüne kadar riayet edilmişken, toplumun "siyaset"e güvenmesini, kendisine özgürlük ve refahı getirecek gücün siyaset olduğuna ilişkin inancını koruyabilmesi mümkün mü? Siyasetin sıkı sıkıya sarıldığı ve kaybetmek istemediği koltukları korumak için seçtiği bu yasadışı yöntemin sorgulanma vakti daha gelmedi mi?


Bir yıl kadar önce bu köşede yayımladığım yazıya "İsmi niçin geçmiyor?" başlığını atmıştım. O günlerde emekli koramiral Atilla Kıyat'ın büyük bölümü 1993-1997 yılları arasında işlenen "faili meçhul" cinayetlere ilişkin açıklaması öne çıkmıştı. Kıyat, dönemin "devlet ve siyaset zirvesi"ne şu çağrıyı yapıyordu: "Lütfen çıkın açıklayın, bu yıllarda işlenen faili meçhuller terörle mücadele için devlet politikası mıydı?" Kıyat'ın çağrısı çok yerinde idi, çünkü sayısı tam olarak bilinmese de tahminlerin 10 binin altına inmediği "faili meçhul" cinayetin failleri bulunmadan bu ülkede "laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti" inşa edelebilmesi imkansızdı.


Yaklaşık bir yıl önceki bu yazıda "zirve"de yer alanlar içinden bir örnek olarak Tansu Çiller'i seçmiştim. DYP'nin başına paraşütle indirilmiş "Devlet için kurşun atan da kurşun..." gibi yasadışı bir lafı edebilmiş bu eski başbakanın ülkede olup bitenden habersiz olması mümkün müydü? Bu arada şu soruyu da sormuştum: "Hükümette olduğu dönemde -bile- sırasında kıyasıya eleştirilen Çiller, bugünkü 'dokunulmazlığı'nı neye kime borçlu acaba? Bir dönem Erbakan ile aynı hükümette yeralmasına değil herhalde..."


Yazıda o günlerde bir köşede yer alan "Çiller'ler eski dostlarıyla Bodrum'da" başlığı altında yer alan izlenimlere de değinmişim. Çiller'lerin davetinde bir araya gelen "temsil gücü olan kimi gazeteciler" (köşe yazarı böyle diyordu!) tarafından eski başbakana "siyasete dönüş yapacak mısınız" sorusu yöneltilince alınan cevap şöyle imiş: "Ne dönmesi, hiç çıkmadım ki!".


Köşe yazarı şu bilgiyi de aktarmış: "Çiller çifti emektar President yatında tatildeler."


Bu bilgi altına ben de şu notu düşmüşüm:


"Çiller'ler açısından 'emektar President'ı elde tutmak iyi bir fikir.


Her an lazım olabilir çünkü..."


Yazıyı biraz "dağınık" mı buldunuz? Eğer öyle ise "toparlamak" da size kalsın...