Gündem

Kürşat Bumin: Basına kapalı yapılan basınla toplantı!

Yeni Şafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, basın yayın kuruluşlarının sahipleri ve genel yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantıy&

22 Ekim 2011 03:00


T24 -
Yeni Şafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, basın yayın kuruluşlarının sahipleri ve genel yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantıyı değerlendirdi. Bumin, "çok güzel doğrusu!.. Basına kapalı yapılan basınla toplantı!" dedi.


Bumin, "Ülke basınının tamamının katıldığı bir 'kapalı' toplantı!" başlıklı bugünkü (22 Ekim 2011) yazısı şöyle:


TBMM'de yapılan "kapalı" oturumlar eskiden çok daha fazla ilgi çekerdi. Basın günler öncesinden başlayarak "kapalı oturum"da kimlerin yer alamayacağını sıralarken, konuşma ve duyma engelli "kavaslar" özellikle öne çıkarılırdı.


Bu "kavaslar"dan söz etmek, eminim ki, imparatorluk dönemine uzanan bir "sır perdesi" çağrışımından dolayı haberi yapanlar kadar haberin alıcılarını da son derece heyecanlandırırdı. Son derece "ağır ve ciddi memleket meseleleri"nin görüşüldüğü bir Genel Kurul ve konuşulanları duyamayan ve dışarıda anlatamayan "kavaslar", çok heyecan verici değil mi? Şimdi ayrıntılarını hatırlamasam da bu "kapalı" toplantıların büyük bölümünün aslında her zamanki gibi "açık" olması gerektiğini düşünürdüm.


Bir ülkenin parlamentosunun gerektiği durumlarda "kapalı" toplanmasına hepten itiraz ediyor değilim tabii ki.. Ama bu "kapalılık"ı gerektiren nedenlerin kamuoyunu mutlaka ikna edici nitelikte olması gerekir.


Örnek vermek gerekir ise, mesela TBMM Genel Kurul'unun önceki gün gerçekleştirdiği "kapalı" oturum. Sizi bilmem ama ben bu oturumda kamuoyunun bilgisi ve sezgisi dışında kalan tek bir konunun görüşülmediğini düşünüyorum. (Bu düşüncemin CHP Grup Başkanvekilinin önceki gün dile getirdiği "açıklık" talebiyle hiçbir ilgisi olmadığını hatırlatmak isterim!) Hadi çok da fazla iddialı olmamak için şu konu başlığının bu oturumda yer aldığını kabul edelim: Parlamentoyu bazı komşu ülkelerin PKK'nın son kanlı eyleminin arkasında yer aldığına ilişkin bilgilendirilme faslı...


Neyse, konuyu daha fazla uzatmadan geçelim bir başka "kapalı oturum" örneğine. Bu örnek –bana göre- demokrasilerin tahammül edemeyeceği türden bir "kapalılık"tır. Başbakan'ın önceki gün medya kuruluşlarının patronları ve genel yayın yönetmenleri ile yaptığı "kapalı" toplantıdan söz ediyorum.


Bu toplantının "kapalı" olmasını sorgulamadan, katılımcıların kompozisyonuna ilişkin gözlemimi aktarmak isterim. Katılımcıların "medya patronları" ve genel yayın yönetmenlerinden oluşması yerinde bir seçim midir? Dünkü gazetelerde yer alan fotoğraflarda gördük: "Medya patronları" masanın en muteber yerine, yani Başbakan'ın karşısına yerleşmiş olarak not almakla meşguldüler. Hemen söyleyeyim ki, bu manzara bugüne kadar pek çok kişi ve çevre gibi Başbakan'ın da sırasında şikayetçi olduğu "sahibinin sesi" bir medya yapılanmasının iyi bir örneği değil miydi?


Bu manzarayı gözleyince, aklımdan şöyle bir dilek geçti: Keşke, patronlar ve genel yayın yönetmenlerinin çağrılı olduğu bu "basınla toplantı"ya tarafların her ikisinden de itiraz gelseydi. Patronlar "Patronu bulunduğumuz yayın kuruluşlarının yayın politikalarını biz değil gazeteciler belirlediğinden bizi affedin!", genel yayın yönetmenleri ise "Yayınlarımıza ilişkin meseleleri patronlarla değil bizimle konuşmak durumunda olduğunuzdan bu toplu davetten bizi affedin!" diyebilselerdi.


Yasemin Çongar'ın (Taraf) söz konusu toplantıya ilişkin dünkü yazısı uygunsuz bulduğum bu toplantıya ilişkin çok yerinde gözlemler içeren tek yazıydı. Bu yazının okurlarına "O kadar da kötümser olmayalım, bu ülkede de gazeteciler yok değil!" dedirtecek türden olduğu muhakkak.


Çongar'ın toplantının niteliğine ilişkin yaptığı şu tespitten başlayalım: "...Başbakan gelecek, yarım saat kadar konuşacak, sonra 'off-the record' yani bir bakıma 'basına kapalı' yapılan bu 'basınla toplantı', karşılıklı soru-cevap ve fikir beyanıyla kemiksiz iki saat sürecek.."


Çok güzel doğrusu!.. "Basına kapalı" yapılan "basınla toplantı"!


Çongar'ın iki saat süren bu toplantının beyan edilen fikirlere ilişkin gözlemi de şöyle: "...toplantıda, barış adına, barışın dilini kurmak ve kullanmak adına, kanı durdurmanın yolunu bulmakta medyanın neler yapabileceğini tartışmak adına yeni, yapıcı, yaratıcı bir fikir ortaya atıldı mı? Hayır. Kısa ve net."


Şu gözlemi de atlamayalım: "...gazeteci milletinin kendi kendini sansür etme konusundaki gönüllülüğüne şaşırdım ben. Medyayı daha da 'tektipleştiricek' yöndeki tekliflerin hükümetten çok medyadan gelmesinde, insanın nefesini kesen bir şey vardı hakikaten.
 

Belki de oksijen azlığı havalandırmanın yetersizliğinden değil, 'Şu Karayılan röportajlarını yasaklamamız gerekmez mi?' ve 'Böyle saldırılar sonrasında bizden nasıl yayın yapmamızı talep ediyorsunuz?' türünden sorular sormayı kendisine reva görebilen meslektaşlarımızın toplantıya 'yeter sayı'ya ulaşmasındandı. Gazete milleti olarak aynada pek güzel görünmüyorduk velhâsıl."


Bu gözlemleri aktardıktan sonra ben yine "basına kapalı" yapılan "basınla toplantı" meselesine dönmek istiyorum.


Demokrasilerde var mıdır bu türden bir toplantının benzeri? Yüz kişiye (?) yakın "medya patronu" ve genel yayın yönetmeni "terör ve medya" ilişkisini gözden geçiriyorlar ama bu çerçevede serdedilen görüşler "off-the record" niteleğinde... Dikkat edin, toplantıya davet edilenler devletin özellikle güvenlik alanda görevli seçilmiş ve atanmışları değil; toplantıya katılanlar, birinci görevleri kamuoyunu haberleri ve yorumlarıyla bilgilendirmek olan "medya mensupları".... Ama toplantıda konuşulanlar "off-the record"!


Dünkü gazetelerin baş sayfalarına göz gezdirince, "medya patronları" ve genel yayın yönetmenlerinin toplantıdan çıkardıkları "ana fikir"in -birkaç istisna dışında- aynı olduğu anlaşılıyor. "Kara harekatı" birisinde "Büyük temizlik", bir diğerinde "Sonuç alana kadar" manşetleriyle ululanmış...(Bu ve benzer manşetlerin Genelkurmay açıklamasıyla nasıl "yok hükmüne" düştüğünü biliyorsunuz muhakkak!) Aslına bakacak olursanız, fazla iddialı bir laf gibi gelecek ama, "Türkiye Medyası"nın ana gövdesini oluşturan yayınlar bugünkü niteliklerini koruduğu müddetçe bu sorunun ("terör" mü,"savaş" mı, yoksa başka bir şey mi diyorsunuz, siz bilirsiniz) çözüme kavuşması neredeyse imkânsızdır.