Ekonomi

‘Küresel kriz, kapitalizme balans ayarı yapıyor’

Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, gündemdeki konuları Zaman gazetesine değerlendirdi.

25 Ocak 2009 02:00
Türkiye'nin en büyük holdingi Koç'un kaptan köşkündeki isim Mustafa Koç... Mustafa Koç, her çocuk gibi bayramlarda el öpüp para toplamış. Hayatı, iş dünyasının içinde yaşayarak öğrenmiş.

Koç, çocukluğunda yanlarında çalışan bir garsonla Saracoğlu'ndaki maçlara gide gide Fenerbahçeli olmuş.

Koyu Beşiktaşlı “Rahmi Bey olayı öğrendiğinde artık çok geçti!..” diyor. Mustafa Koç, her çocuk gibi bayramlarda el öpüp para toplamış. Hayatı, iş dünyasının içinde yaşayarak öğrenmiş. Tofaş'ta hem de bankoda '6 ay çalışarak 5 yıllık tecrübe' kazanmış. Kurtlar Vadisi'ni hiç seyretmemiş, Lost ise pek sarmamış onu. Dizileri de uzun reklam aralarından dolayı bırakmış. Kürtçe TV, Alevi açılımı, Nazım Hikmet'in Türk vatandaşlığına kabul edilmesi gibi açılımları çok olumlu adımlar olarak değerlendiriyor ve “Bunlardan korkmamalıyız” diyor.

AB projesinin Türk insanının hayat standartlarını ileriye götüreceğini vurguluyor. Ona göre, milli menfaatlerin gerektirdiği noktada iktidar ve muhalefet beraber çalışabilmeli. Koç, ekonomik kriz konusunda iyimser. Cari açığın azalmasını ve bankacılık sektörünün sağlamlığını avantaj olarak görüyor. Biraz da güven tazeleyip ileriye dönük güzel mesajlar verilebilir ve IMF ile anlaşma zamanında yapılırsa, Türkiye'nin önünün açık olduğunu dile getiriyor. "Herkes '3 ay gibi, 6 ay gibi bekleyeyim de, ondan sonra ihtiyaçlarımı gideririm.' gibi düşünüyor. Aslında insanların tüketmesine engel bir sebep yok; ama yine de bir balans ayarı olacak." sözleriyle de krizden ürkenlerin yüreğine su serpiyor.

Herkesin ittifakla söylediği bir tespitle söze başlayalım:

'2009 zor bir yıl olacak.' Boşuna yapılmıyor bu yorum. Global kriz dalga dalga yayılıyor. Bankacılık sektöründe başlayan deprem bütün iş kollarında varlığını hissettiriyor. Ofislerimize, evlerimize kadar ulaşan artçı şoklar ister istemez 'Nereye gidiyoruz? Bu ekonomik kriz ülkemizi hangi ölçüde etkiler?' gibi soruları gündeme getiriyor. Böyle kritik bir dönemde herkes kendine göre birtakım analizler yapıyor. Ancak en çok merak edilen, sırtında yumurta küfesi taşıyanlar; yani büyük istihdam alanları açan, milyar dolarlık yatırımlar yapan iş dünyası. İstedik ki iş dünyasının önemli simaları 2009'u kamuoyuyla paylaşsın. Bir de onların sunacağı perspektiften yeni yıla bakalım... Her ay neşretmeyi düşündüğümüz söyleşilerin ilk konuğu, Türkiye'nin en büyük ve en köklü şirketlerinden biri olan Koç Grubu'nun patronu Mustafa Koç. Uzun röportajlar veren bir kişi değil Mustafa Bey. Buna rağmen sorularımıza büyük bir içtenlikle cevap verdi. Onunla global krizden futbola, Ergenekon davasından çocukluk hatıralarına kadar çok geniş bir alanda ufuk turu yapma imkânı bulduk. Umarız bu sıcak sohbet, sizin için de aydınlatıcı olacaktır... 

Mustafa Koç, Zaman gazetesinden Ekrem Dumanlı ve Turhan Bozkurt’un sorularını yanıtladı.

‘Ergenekon silahları düşündürücü’

Türkiye'nin sıcak bir tartışması var; maalesef ülkeyi ikiye böldü. Ergenekon meselesi. Bir tarafa bakıyorsunuz somut şeyler var: Silahlar, bombalar vs... Diğer tarafta 'Bunları niye tutukladınız, gözaltına alıp sorguluyorsunuz?' gibi deyimler. Siz bu olayı nasıl görüyorsunuz?

Ergenekon'la ilgili benim kafam da çok karıştı. Tamam, burada bir derin devlet kavramı, efendim eski Özel Harekâtçılar, Susurluk; bunların İtalyan Gladio gibi örgütlenmesi filan var. Dikkat ederseniz, o kadar sene geçmesine rağmen Susurluk'tan bir şey çıkmadı. Herhalde biri bunu eşse, altından kim bilir neler çıkacak, ama kimse dokunmadı. Ergenekon'u, silahlar bulunmadan evvelki haliyle birbirinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Burada iktidara karşı ne tür bir darbe girişiminde bulunacaklar ki? Bunu emekli askerler mi yapacak? Allah aşkına, bu kadar basit mi bu işler?

Ya kazılarda çıkan silahlar?

Silahların olması çok düşündürücü. Orada tabii bazı karanlık işlerin devletin içine çöreklenmiş olması var. Bunu da sistem yapıyor eninde sonunda.

Ergenekon'dan tutuklu emekli general Veli Küçük ile Danıştay saldırısından müebbet hapse mahkum olan Alparslan Arslan'ın aynı fotoğraf karesinde yer alması...

O bir muamma. Türkiye'de 1,5 senedir içeride yatan insanlar var, niye yattıklarını bile bilmiyorlar. Bu, yargı sisteminin çarpıklığından kaynaklanıyor. Öbür taraftan Hrant Dink'in olayı karmaşık hale geldi. Ondan önce Üzeyir Garih olayı, zavallı adamı rahat bırakmıyorlar mezarında da.

Bu konuda sizin tavsiyeniz ne? Herkes konumuna bakılmaksızın yargı karşısında hesap verebilmeli değil mi?

Tabii, her birimizin hesap veriyor olması lazım. Kişilerin konumu hiç önemli değil. Görünen o ki; yargı reformuna ihtiyaç var.

AB üyeliği için bu, bir millî politikadır diyorsunuz...

Öncelikle başmüzakereci kim olursa olsun, AB ile ilgili işlerin bir bakanlık tarafından yönetilmesi çok önemliydi. Çünkü Dışişleri Bakanı Sayın Ali Babacan yetişemiyordu, aynı anda bakanlık ve AB işlerini yapmak kolay değil. Teknik konulardan başka bir de işin siyasi yönü var; Avrupa'ya düzenli gideceksiniz, sosyal münasebet kurup geliştireceksiniz, orada bulunacaksınız. Bu işlerin yeni bir bakanlık şemsiyesi altında birleşmesi çok müspet bir gelişme. Devletin uluslararası politikasının ve bu politikaları yürütenlerin partner üstü bir konuma sahip olması lazım. Birtakım politikalar, özellikle AB ile ilgi politikaların hangi hükümet gelirse gelsin değişmemesi lazım, yani bunun devlet politikası olması lazım.

Başbakan Erdoğan, 4 yıl sonra Brüksel'e bir anlamda çıkarma yaptı.

Bu, bir güven tazeleme. 'Biz bu işin peşini bırakmıyoruz' gibi bir mesaj vermek oldu. İyi oldu. Tabii, işin derinliğine indiğimiz zaman, bu sene çok kritik. AB'ye karşı limanlar ve havaalanları konusunda yükümlülüklerimizi yerine getirmezsek, Kıbrıs'tan dolayı bütün müzakere sürecini yeniden gözden geçirme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz. Ayrıca, AB'nin, Kıbrıs sorununu çözmeden Rum kesimini birliğe dâhil etmesi çok büyük hataydı. Bunu bilerek mi yaptılar, bilmeyerek mi yaptılar, bilemiyorum. Ama faturasını biz ödüyoruz. Hâlbuki AB, Kıbrıs'taki hükümetlere, 'oturun önce sorununuzu çözün, sonra ancak girebilirsiniz' diyecekti. O zaman onların elinde havuç olacaktı. Şu anda ise en ufak bir şeye kaldıraç gücümüz yok.

Bu arada Kürtçe TV, Alevi açılımı ve Nâzım Hikmet'in Türkiye vatandaşlığına kabul edilmesi gibi adımlar atıldı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu adımları?

Kürtçe televizyon yayını çok müspet bir adım. Bu noktada geç kalındı. Roj TV, herhangi bir yayından çıkıp orada PKK propagandası yapıyor. Biz niye Kürtçe Türkiye propagandası yapmayalım? Burada korkulacak bir şey yok. Bunu seçim malzemesi gibi değerlendirenler oldu, ama bu yanlış. Uzun vadeli bir politika olarak değerlendirmek lazım. Nâzım Hikmet meselesi de öyle. 7-8 sene evvel bir Türk bankasını bir Yunan bankası satın alsa deseydik, 'Hadi oradan, saçmalama' derlerdi. Zamanla şartlar değişiyor.

Bu paralelde Alevi açılımı kamuoyunda takdirle karşılandı. Muharrem ayında TRT'de Alevilere yönelik programlar yapıldı.

Açılımlara devam edilmesi lazım. Ama seçimlerden sonra da bunun peşinin bırakılmaması lazım. Kararlılıkla bu işin arkasından gidip, bunu bir devlet politikası haline getirmek lazım.

Türkiye'de iktidarlar AB konusunda ne kadar istikrarlı davranırsa davransın, zaman zaman AB'den çifte standart tezlerini güçlendiren kararlar çıkıyor. Kendi iç siyasetlerinin Türkiye üzerinden bir hesaplaşmaya dönüştürülmesi söz konusu mudur? Özellikle Merkel ve Sarkozy'den sonra Türkiye'de AB'ye destek azaldı çünkü...

Onlar, "Türkler böyle devam ederse nasıl olsa AB'ye almayacağız; yeteri kadar sebebimiz var" yaklaşımı içerisinde. Bundan yüzde yüz eminim. Ama Fransa ve Almanya'ya rağmen Türkiye AB'ye giremez, onları kazanmak lazım. Diğer taraftan biz de AB'deki Türkiye karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyoruz. Ama onlar da gayri samimi davranışları ile buradaki genel havayı da menfi duruma çevirdiler. 

AB'nin halka nasıl bir katkısı olacağı anlatılamıyor mu sizce?

AB projesi, Türk insanının hayat standartlarını ileriye götürecek bir projedir. Türkiye açısından böylesine kritik bir dönemde hem iktidarın hem de muhalefetin kendisine düşen tarihî sorumluluğun bilincinde olması büyük önem taşıyor. Milli menfaatlerimizin gerektirdiği noktada iktidar ve muhalefet beraber çalışabilmeli. Ancak burada AB tarafına da düşen önemli bir sorumluluk var. Bazı AB ülkelerinin her fırsatta müzakerelerin ucunun açık olduğunu dile getirmesi, Türkiye'de AB reformları alanındaki konsensüsün oluşturulmasını zora sokuyor.

Bu arada İsrail'in, Gazze'deki saldırılarına büyük tepki var.

Gazze olayının buradaki Musevi vatandaşlarımıza mal edilmesi çok tehlikeli. Bu tepkide büyüklerimizin söylemlerine kulak verilmesi lazım. Millet olarak bazen çok duygusallaşıyoruz hem de bu işe nifak sokmak için bekleyen bir sürü insan var. Propagandaların, burada yaşayan Musevileri hedef haline getirmesini çok yanlış buluyorum.

Bu aşamada öyle bir şey yok, değil mi? Bu öfke, aslında İsrail devletine.

Evet, çok şükür ki böyle. Çok dikkat edilmesi lazım. Buradaki Museviler çok rahatsız. Hissediyor insan. Ürküyorlar, korkuyorlar.

Küresel krizle birlikte AB'de 'Türkiye krizden daha az etkilendi. İstikrarlı bir ülke. Bunları almamız menfaatimize' yorumları da yüksek sesle dile getiriliyor.

Bunun için krize gerek yoktu ki. Bunların hepsi ortada. Türkiye'nin pazarı, iş gücü, ürettiği ürünler ortada. İyi kötü bizim yumuşak karnımız cari açığımız, o da azalıyor. Bankacılık sektörü 2001'de çok ciddi bir reformdan geçti, şu anda dünyadaki en sağlam sistemlerden biri. Oradan da yara almadık. Biraz da güveni tazeleyip ileriye dönük güzel mesajlar verilse ve IMF ile anlaşma zamanında yapılsa ki hâlâ geç kalınmış değil. Herkes '3 ay, 6 ay gibi bekleyeyim de ondan sonra ihtiyaçlarımı gideririm' gibi düşünüyor. Baktığınız zaman aslında insanların tüketmesine engel bir sebep de yok.

Küresel krizi aştık mı?

Bunu bilemiyoruz. Geçen hafta bir ABD'li arkadaşımla konuştum. "Bizde bankaların yüzde 95'i batak." diyor. Krizden önce ABD'de cebinizde parayla gidin bir dükkâna, araba alamazdınız, ille de taksit. Hali vakti yerinde olmayan insanları da taksitli yaptılar. İlk önce konut kredisi, daha sonra bu tip kredilerle teşvik ettiler. 2000 senesindeki '.com' olayı gibi, orada da birçok insan dünyanın parasını kazandı, ondan sonra olay patladı.

Ama ayakta kalanlar da oldu...

Tabii, bir taraf kaybedince bir taraf da kazanıyor. 11 Eylül 2001 gibi, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çok daha sıkı bir denetim geliyor ve öyle de olması gerekiyor. Ancak bu demek değil ki, piyasa ekonomisini feda edeceğiz. ABD otomobil endüstrisi tamamıyla sendikaların elinde esir olmuş vaziyette. Japonlarla, Korelilerle kıyasladığınız zaman ABD'de senelerdir suni bir şekilde sürdürülüyor bu sektör. Şimdi otomotivde ciddi değişiklikler olacak, bankalar da keza öyle.

Kapitalizmin sonu yorumlarına katılıyor musunuz?

Hayır, katılmıyorum. Ama bir balans ayarı olacağı yüzde yüz. Yöneticilerin aldığı maaşlar. Sonuçta bunların hepsi belli ülke parası yani... O bakımdan ABD'de çok ciddi değişiklikler olacak. Yönetim değişimi tam zamanında geldi. Obama'yı göreceğiz, Amerikan halkı çok büyük beklenti içerisinde.

"Bu kriz, ticareti basamak basamak çıkan patronlar işi profesyonellere bıraktıkları için yaşanıyor." yorumları için ne düşünüyorsunuz?

Siz şirketin yüzde 80'ine sahipsiniz. Ne kadar kurumsallaşsanız da, işten tamamen çekilme gibi lüksünüz olamaz. Bu belki beşinci, altıncı kuşakta olacak. Hani ailenin hissesi yüzde 3-4'e düşecek. Ford, Toyota'daki gibi. Aslında aile şirketlerine dönüş başladı. Bu demek değil ki kurumsallaşmayacaksınız. Bizim de anayasamız var. Eninde sonunda kararı yönetim kurulu veriyor.

Krizin etkilerinin hafiflediği, işlerin düzelmeye başlayacağı tarihle ilgili bir tahmininiz var mı?

Bu sene tek haneli enflasyonla, yüzde 1,5-2 gibi büyürsek talihli hissederim Türkiye'yi. Gerçekçi konuşuyorum. İlk ve ikinci çeyrekte bir şey olmaz. Eylülden itibaren pazarda hareket olur. Büyüme ancak 3. ve 4. çeyrekte gerçekleşebilir. Zaten bizim işlere baktığımız zaman; tüketici yoğunluklu işler. Büyüme hep eylül-kasım ve sonrasında olur esasen. O zaman bir daha toparlanacağımızı tahmin ediyorum, ama Batı ülkeleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Onlar en az 1-2 sene daha uğraşacaklar krizle.

2010-11'de bu durağanlık bir başka safhaya dönüşür mü?

Türkiye açısından bir problem olacağını zannetmiyorum. Ama dünyada bu resesyon var. Özellikle ABD ve AB'de bir süre daha talep daralması olacak. Herhalde 2011'e kadar sürecek. Fakat sonunda yine yukarıya doğru çıkarız inşaallah.

Kriz, holdingin hedeflerinde bir sapmaya yol açtı mı?

2002-2007 yılları arasında konsolide ciromuz dolar bazında ortalama yüzde 42 artış kaydettik. Bu sene zorlu piyasa şartlarına karşın ilk dokuz ayda ciromuzu yıllık bazda yüzde 43 artırdık. Dünyanın en büyük 200 şirketi arasına girdik. Yaşanan kriz, her sektörü ve şirketi olduğu gibi bizleri de etkiliyor; ancak bu sürecin zorlu ve geçici bir süreç olacağının bilinciyle her türlü önlemi önceden aldık. Yaşanan krizin derinliği, küresel alandaki yaygınlığı ve kapsamı önemli fedakârlıkları, ihtiyatlı olmayı ve tasarruf ihtiyaçlarını beraberinde getiriyor. Ancak biz geleceğe odaklanmaya devam ediyor ve ülkemizin büyüme potansiyeline olan inancımızı kaybetmeden yarınlar için ortak paydada tüm paydaşlarımıza en iyi sonuçları getirebilecek çözümleri üretmeye çalışıyoruz. Bugün artık sayısı 80.000'i aşan çalışanıyla çok büyük bir aileyiz. Bu büyük ailenin hiç küçülmeden büyümesi için keyfî karar almadan, azamî fedâkarlıkla bu süreci atlatacağımıza inanıyorum.

Ne tür tedbirler aldınız krize karşı?

Ekonomik krizin etkileri 2009'un en azından bir bölümünde devam edecek. Gerek ihracat gerekse iç pazarın 2008'e nazaran yüzde 20 mertebesinde daralacağını öngörüyoruz. 2009 bütçelerimizi hazırlarken bu çerçevede genel giderlerden tasarruf, üretimde verimli çalışma, yeni ihraç pazarları geliştirmek, kısıtlı kaynaklarımızı yeni ürün projelerini zamanında devreye almak üzere kullanmak gibi kararları öne çektik. Hükümetin de kısa vadeli çözüm için ekonomiye işlerlik kazandırması, likiditeyi artırması, kredi maliyetlerini azaltması, iç piyasayı canlandırması, ihracatı ve özellikle yeni pazarlar geliştirilmesini desteklemesi gerekiyor. Yine nitelikli istihdamı koruyucu uygulamalar geciktirilmemeli.

Krizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu kriz bir duraklama dönemidir. Türkiye, halen orta ve uzun vadede yüksek bir büyüme potansiyeli sergiliyor. Ancak duraklamanın, en az hasarla atlatılması için herkese görev düşüyor. Holding olarak piyasaların dalgalandığı böylesi bir dönemde 10'un üzerinde yabancı bankanın katılımıyla 700 milyon dolarlık kredi anlaşması imzaladık. Bu, ülkemize ve Koç Topluluğu'na olan güvenin göstergesi. Şu an için yatırım planlarımızda büyük değişiklik yapmadık. Başlanan yatırımlara ara vermedik.

Yeni satın alma planları var mı? Yurtdışı yatırımları hakkında bilgi verir misiniz?

Sahip olduğumuz net nakit pozisyonumuz bize, odaklandığımız sektörlerde yurtdışındaki satın alma fırsatlarını takip edebilme ve global bir oyuncu olma yönünde yeni adımlar atabilme şansını veriyor. Riskli yatırımlardan kaçınırken; global platformdaki potansiyel konsolidasyon ve satın alma fırsatlarını da en iyi şekilde değerlendirmeye çalışacağız.

Halk bizim grubu yanlış tanıyor

Koç Grubu 'biraz halktan uzak' algısı vardı. Buna katılıyor musunuz?

Öncelikle bizi çok yanlış tanıyor halk. Biz de kendimizi tanıtalım, 'Öyle değiliz, böyleyiz' deme ihtiyacını dahi hissetmedik doğrusu. Bana 'Biz sizi hiç böyle tanımıyorduk.' diyen bir sürü insan oldu Anadolu'da. Tabii, bunda Anadolu buluşmalarının çok ciddi etkisi oldu. Ama biz de artık bu iletişim işine daha bilimsel yaklaşma kararı aldık. 'Meslek lisesi, memleket meselesi' gibi projelerle kendimizi daha iyi anlatmayı hedefliyoruz. Daha yapılacak çok şey var o ayrı. Ama, mesela ayıp bir şey değil de bizi Musevi zanneden insanlar varmış. Düşünün bunu bile bilerek çarpıtıyor insanlar. Çıkıp 'Hayır ben Elhamdülillah Müslüman'ım da denmez ki.'

Babanızla beraber bayram namazına gittiniz mi?

Çok gittik. Namazdan sonra da akrabaları gezip harçlık toplardım.

Bayramlardan kalan bir hatıranız var mı?

İki şey vardı; ya tatile giderdik, o da geceden hazırlanırdık zaten, genelde Uludağ filan. Veya bayramlıkları giyip aile büyüklerini ziyaret ederdik. Kim kaç para toplayacak diye...

Koç Holding'in başına geçtiğiniz o günü hatırlıyor musunuz? Bekliyor muydunuz bu görevi?

Aslında Rahmi Bey 6 ay önceden söylemişti bana böyle bir şey düşünüyorum diye. Sonra orada babamla bir sözlü anlaşma yaptık; "İki sene buradan ayrılmayacaksın." dedim.

Bir danışman gibi Rahmi Bey'e başvuruyor musunuz?

Tabii, tabii. İster istemez oluyor. Kaç senelik tecrübesi var. Vehbi Bey de aynı şeyi yapardı babama.

'Yanlış yapıyorsunuz' dediği oluyor mu?

Yok, ama fikir ayrılıkları oluyor. Bence çok sağlıklı bir şey. Mühim olan şirketin menfaati.

Göreve geldiğinizden beri sizi en çok zorlayan operasyon hangisiydi? Tüpraş'ın satın alınması mı, Migros'un satışı mı? Bittiğinde çok şükür dediğiniz anlaşma hangisi?

Hâlâ unutamadığımı bir operasyondur o. Yapı Kredi'nin satın alınması. Pazar günü sabah 11'de başlayıp gece 11'de çıktık. Bittiğinde büyük bir yük kalktı üzerimden. Bir de Migros'un satışında çok kararlı duruyor olmamız. Aile içinde büyük direnç vardı tabii.

Rahmi Bey'in görüşü neydi?

Rahmi Bey çok ilgilenen adam olduğu için niye yapmamız gerektiğini anladı. Biraz da duygusal olanlar vardı. Eski yöneticiler burada büyük rol aldı, 'Aman Migros'u satmayın, etmeyin' diye. Sonra tam ikna ediyorsun, ahbaplar geliyor aile büyüklerine, 'Niye satıyorsunuz?' deyince kafalar karışıyor. Diyoruz ki 'Vakit geçiyor, bunu bir an evvel bitirmemiz lazım'.

CEO'nuz Bülend Özaydınlı gruptan sürpriz bir şekilde ayrıldı. Sonra Migros'u satın alan BC Partners'ın yöneticisi oldu.

Bence olabilecek en iyi şey oldu. Şirketi çok iyi tanıyan birini şirketin başına geçirdiler. Hani bir tabir vardır ya 'cuk oturdu' diye.

O dönemde Tüpraş'la ilgili bir çok şey tartışıldı...

Tabii böyle bir milli sermayede kalmış olması bizi aldığımız geri dönüşümlerde 'İyi ki sizde kaldı, içimiz rahat' gibi mesajlar geldi hiç tanımadığımız insanlardan.

Koç, Türkiye'nin en başarılı aile şirketi. Ya sizden sonrası...

Beni gönderiyor musunuz? (Gülümseyerek)

Hayır, sizin kafanızda bununla ilgili bir plan var mı?

Daha 4. nesil çok ufak.

Damat ve gelinlere de şirkette yer yokmuş öyle mi?

Mümkün olduğu kadar daha çok profesyonellerin işin başında olmasını istiyoruz; en uygun pozisyona en iyi yöneticiyi getirmek. Amacımız şirket değerini en yüksek oranda tutmak. O bakımdan işin içine aile fertleri girince bu işi en iyi şekilde yapmanın zor olduğu kanaatine vardık. Onlar istiyorlarsa kendi işlerini kurarlar, ama şirket içinde çalışmamaları gibi ortak bir prensip kararı var.

Şirket aile anayasanız var yani? Siz Tofaş'ta satış elemanı olarak başlamıştınız.

Tabii. Ben 6 ay çalıştım hem de bankoda. Oradaki edindiğim tecrübeyi herhalde 5 senede başka bir şekilde edinemezdim.

Hedefleri tutturabiliyor muydunuz?

Orada satış hedefi derken, o zaman müşteri arabayı 1,5 sene bekliyordu. Müşteriyi nasıl kırmadan etmeden idare ederiz diye bakıyorduk. Müşteri geliyor, ben de yeni gelmişim dışarıdan. 'Ben Rahmi Bey'i, Vehbi Bey'i tanıyorum' diyor. Bu gibi yaşadıklarımla ilgili kitap yazabilirim. Kapalı ekonominin tam dönemi. Mesela adam kırmızı renkli araba istemiş, araba yeşil çıkmış. Yapacağınız hiçbir şey yok, yeni araba getirmek zaman ve sıra, araba istiyorsa tercihini değiştirmek zorunda kalıyordu. Arabanın içinde ne paspas var, ne çakmak var, bir şey yok. Öyle araba satıyorduk.

TÜSİAD'ın da yanlış algılandığını düşünüyor musunuz?

Tabii, yüzde yüz öyle. Bunu da TÜSİAD karşıtları çok iyi kullanıyor. Biz bugün insan haklarından, demokrasiden, Batılılaşmadan filan bahsederken "Size ne oluyor, siz işinize bakın" diyenler oldu ki, bu bence çok yanlış bir yaklaşım. Sonra TÜSİAD Anayasası'nın ilk maddesinde 'Kendi çıkar ve kişiliğin için TÜSİAD'ı en ufak bir şekilde kullanmayacaksın.' vardır. Biz daha çok poliçeler, mevzuatlar üzerine gidip Ankara'da mücadele veririz ve elimizden geldiği kadar seçilmiş yönetimleri yönlendirmeye çalışırız.

Bir ihale için TÜSİAD bir talepte bulunamaz mı yani?

Mümkün değil.

Sizin döneminizde TÜSİAD gazetelere hükümeti eleştiren ilanlar vermiyor, bu bir politika değişikliği mi?

O zamanki şartlar herhalde böyle bir şey dikte etti ki, herhalde buna ihtiyaç duydular.

TÜSİAD'ın hükümetle diyalog problemi var mı?

Hayır, TÜSİAD'ın böyle bir problemi yok. Benim dönemimde hiçbir zaman olmadı.

TÜSİAD'ın hükümetle diyalog problemi var mı?

Hayır, TÜSİAD'ın böyle bir problemi yok. Benim dönemimde hiçbir zaman olmadı. Ha geçmiş dönemlerde çok oldu. Ama iki taraf da biliyor ki biri olmadan biri olmayacak. Dolayısıyla bu ilişkiyi medeni bir çizgide yürütmek lazım. Eleştirilere de hoşgörüyle bakmak lazım. Öbür taraftan gelen tepkilere de hoşgörüyle bakmak lazım ve bir şekilde bunu götürmek durumundayız. Her zaman 'bizimle medya üzerinden atışmayın da, gelin burada anlatın' da olmuyor. Ha, onuda yapıyorsunuz ama bir takım şeyleri de kamuoyuna söylemek zorundasınız. Bundan tabii hiçbir siyasetçi hoşnut olmuyor; ama burada da yapacak çok fazla bir şey yok.

Siz Yüksek İstişare Konseyi başkanısınız. Peki TÜSİAD'da başkanlık söz konusu olur mu?

YİK başkanlığından sonra bir de TÜSİAD'a başkan olunur mu? Benim öyle bir isteğim yok. Zaten 6 sene olacak. 10 sene yönetim kurulu üyleği yaptım. Başkanlığı, karım o zaman engellemişti. "Sakın ha, buraya bir gün bile başkan olmayacaksın." demişti. Onun üzerine ben de bir daha çalışmadım.

Peki bu iş temposuyla eşinize, kızlarınıza vakit ayırabiliyor musunuz?

Elimizden geldiği kadar. Bugün Arzuhan (Doğan Yalçındağ) hanımın yaptığı projeler zaman ve enerji gerektiriyor. Artık full time bir iş haline geldi. Şimdi Batı ülkelerinde güçlü bir genel sekreter profesyonel olarak çalışır, başkanın da sembolik olduğu muadilimiz kuruluşlar var. Ama bu kültürde Ankara'ya gittiğiniz zaman herkes başkanı görmek istiyor. Genel sekreteri kimse muhatap almıyor. Hatta bazen genel sekreter gidince alınıyorlar da. Bizim kültürümüzde böyle. Genel sekreteri ofis boy gibi görüyorlar.

Enerji, dayanıklı tüketim, otomotiv ve finans sektörlerine odaklanma kararı aldınız. Burada bir danışman, bir model şirket var mıydı sizin için? Çıkış noktanız ne olmuştu?

Biz baktık hangi şirketler kârın ne kadarını sağlıyor veya ileride büyüme potansiyeli var sektör olarak. Baktığınız zaman şu dört sektörün içerisindeki 10 şirket kârın yüzde 90'ını sağlıyor. Onun üzerine siz başka bir şirketle aynı yönetim saatini verdiğiniz zaman olmuyor. Zaman da çok ciddi bir nakit.

Peki yakın gelecekte düşük cirolu yüzde 10'luk dilimin içinde olup tasfiye edilecek ya da satışa çıkarılacak şirket var mı?

Şu anda tasfiye edecek bir ortam yok da. Sonra mesela biz şu anda her ne kadar 4 tane diyorsak, bugün Tat da çok önemli şirketimiz bizim. Perakende sektöründe Koçtaş çok hızlı büyüyen şirketimiz. Bunlarda da devam edeceğiz. Daha üvey evlat muamelesi görmüyorlar, o açıdan söylüyorum. Her ne kadar 4 ana sektör varsa, o ikisi de önemli şirketler, ana 4'ün dışında kalmalarına rağmen.

Opet'le dağıtımda, Tüpraş'la üretimde varsınız. Peki, Koç petrol arama işine girmeyi düşünüyor mu?

Petrol arama işine 1975 senesinde başladılar. O kadar masraflı ve sermaye yoğun bir işti ki, dolayısıyla başa çıkamadılar. Şu anda öyle bir planımız yok.

'Arama faaliyetleri, petrol fiyatındaki düşüşe rağmen artık kârlılığı sağlayan bir noktaya geldi' yorumları var. Yani, Koç enerjide büyümeyi o halka ile tamamlamayı düşünür mü?

Petrol çıkarma açısından mı soruyorsunuz?

Diyelim ki, Kuzey Irak'ta petrol çıkardınız ve bunu siz dünyaya pazarlıyorsunuz.

Ne güzel konuşuyorsunuz... Bir an gözümün önünden geçti... Ama bize gelinceye kadar çok büyük bir pasta orası.

Şanlıurfa'daki hayvancılık çiftliğindeki hisselerinizi satabileceğinizi açıkladınız. Ancak diğer ortaklarınız ayrıldı, siz yola yalnız devam ediyorsunuz. Kamuoyundan gelen 'Koç hayvancılığa kâr gözüyle bakmamalı, onun çıkması sektöre yatırım yapmayı düşünenleri olumsuz etkiler' şeklindeki mesajlar etkili oldu mu? Niçin kalmaya karar verdiniz? Merhum Vehbi Bey'in bu konuda vasiyeti olduğu söylendi o dönemde.

Urfa'daki şirketimizin bugün adı Harranova AŞ. Koç Ata Sancak iken faaliyet et ve süt hayvancılığında idi. Bizim dışımızdaki iki ortağımız süt havancılığı görüşünü benimsiyor ve şirketi bu yönde ilerletmeyi düşünüyorlar idi. Biz ise et hayvancılığı görüşünde idik.

0rtaklar arasındaki hedefler konusunda bir uzlaşmaya varıp şirketin o zaman salimen yoluna devam edebilmesi için biz hisselerimizi, aynı görüşü savunan diğer iki ortağımıza devredelim istedik.

Görüşmeler neticesinde ortaklarımız arasında tüm hisselerin Koç'a devredilmesi konusunda mutabakat oluştu.

Burada esas olan Urfa'daki bu yatırımın iyi bir şekilde devamını sağlamak idi. Zira o bölgede yapılacak tarım, hayvancılık ve bunlara bağlı sanayi yatırımlarının, bölgedeki potansiyelin iyi kullanılması yoluyla hem bölge kalkınmasına katkı sağlayacağına, hem de uzun vadede yatırımcıya rekabet avantajı getireceğine inanıyoruz. Bugün dünyada sulanabilir tarım arazisi son derece önemli. Devletin GAP'a yapmış olduğu yatırımlar ile bu bölgede 1,8 milyon hektar büyüklüğündeki bir alanda sulama potansiyeli oluştu. Tabii ki bu büyüklüğün tamamı sulanabilir vaziyette değil. 300 bin hektar şu anda sulanıyor ve önümüzdeki 4 senede 1 milyon hektarın sulanabileceği ifade ediliyor.

Şirketi devraldıktan sonra, yatırımlarımız et hayvancığı ve buna entegre olmuş kesimhane ve et parçalama ünitesi ile salçalık domates ziraati ve salça üretimi konusunda yoğunlaştı. Başka bir deyişle zaten yapmakta olduğumuz et ve salça işlerimizi, hammadde üretimi ve tedariki ile de entegre ediyoruz.

Bu çerçevede geçtiğimiz yıl 13 bin civarında et hayvanı beslendi ve kesilerek eti piyasa sunuldu, bunun yanı sıra 10 bin dekar alanda 70 bin ton salçalık domates üretilip, 10 bin ton civarında tamamı ihracata yönelik salça üretildi.

Önümüzdeki yıllarda büyüterek devam edeceğimiz bu faaliyetlerin Türkiye ye ve Topluluğumuza katkısını şöyle özetlemek mümkün: Türkiye için son derece önemli potansiyelin verimli bir şekilde kullanılarak bölgenin hem sosyal hem de ekonomik açıdan kalkınmasına destek sağlayacak öncü bir yatırım. Verimli ve doğru yapıldığı takdirde Türkiye'nin tarım vasıtası ile ihracatını arttırıp gelir elde edebileceğine inanıyoruz. Ümit ediyoruz ki, yapmaya çalıştığımız modern sulama, makineli tarım ve ürün çeşitlendirmesi uygulamaları bölgede yaygınlaşır ve bölgede sanayileşme gelişir.

Topluluğumuz için kısa vadede olmasa da orta ve uzun vadede bu işlerimizde dünya çapında rekabetçi avantajımız oluşur.

‘Magazin programları sosyal patlama yaratacak’

Medyayı nasıl buluyorsunuz?

Medyanın kesinlikle toparlanması lazım. Çok sorumsuz yayıncılık yapılıyor. Bu hem görsel hem yazılı medyada oluyor maalesef. Bunu üzülerek söylüyorum, bize gelen sorulardan anlıyorsunuz ki arkadaşlar hiç derslerine çalışmamış. Birikimleri yok, derinlik yok. Soru sormak için soruyorlar ve cevaplarımız da çarpıtılarak yazılıyor çoğu zaman. Sonra, bu magazin programları sosyal patlamaya neden olacak diye ödüm patlıyor. Orada millet oynarken öbür tarafta bir sürü asker şehit veriyorsunuz.

İzdivaç programları da var artık...

Ona gelene kadar, magazin çok abartılıyor. Kadının biri yüzük takmış, görüntüde onu zoom yapıyorlar. Bunlar çok provokatif şeyler, çok yanlış. Sanki Pompei'nin son günleri yaşanıyormuş ve hayat hep böyle izlenimi veriliyor.

Kurtlar Vadisi'ni seyrediyor musunuz?

Hiç seyretmedim.

Meclislerde gündeme geliyor mu?

Geliyor... Hatta birçok arkadaş da suça teşvik eden yapısı olduğunu söylüyor.

Seyrettiğiniz dizi var mı?

Türk dizilerini aradaki 20-25 dakikalık reklamlar yüzünden seyretmiyorum. Bir ara Avrupa Yakası'nı seyrediyordum, sonra bıraktım.

Yabancı diziler...

Yabancı dizilerden 'Boston Eagle'ı seyrettim. Şu aralar "Brothers and Sisters" var, onu seyrediyorum.

Ya Lost...

Yok, Lost'u baştan 2-3 epizod seyrettim. Sarmadı beni.

24'ü nasıl buluyorsunuz?

Onu ve 'Crimes İnvestigation'i seyrediyorum

Çok dikkatli ve ayrıntılı detaylar var.

Oradaki yöntemlerle buradaki çok farklı...

Sinema...

Sinemayla aram hiç yok. 'Vakit olmuyor' diyeceğim ama bu mazeret değil tabii.

Peki tiyatro, kitap okuma gibi şeylere fırsat bulabiliyor musunuz?

Kitap okuyorum ama o noktada çok zorlanıyorum. Geceleri bazen. Onun dışında gün içinde mümkün olmuyor. Ama mümkün olduğu kadar okumaya çalışıyorum. Çok kitabım var. Bazen birine okutturup özet alıyorum.

Okuma fırsatı yakaladığınızda ne tür kitaplar okursunuz?

Daha çok bilim kurgu. Jack Welch ve Rockefeller'in kitabı çıkmış. Yani, iş dünyası ile ilgili kitaplar. Ama kendi ağızlarından yazılmış sürükleyici şeyler. Bir de hobilerle ilgili. İşte golf olsun, su altı dünyasıyla ilgili olsun.

Türkiye'de golf için önemli bir isimsiniz. Sizi golfa sürükleyen şey neydi? Bir vasıta, bir vesile olan neydi?

70'li senelerde Rahmi Bey'le giderdik Maslaktaki golf yerine. Orada bizden başka da çocuk yoktu orada. Esasında çok sıkıcıydı. O zaman topa vurmaya başladım. Bir süre oynadım. Sonra dışarıya okul gittim. Önce İsviçre, oradan da ABD'ye gittim. O yüzden hiç oynamadım o sürede. Zaten şimdi yanıyorum niye yapmadım diye. Döndükten sonra, 1995 senesinde Antalya'da National Golf Club açıldı. Antalya'da bizim bayii toplantımız vardı Demirdöküm'ün. Gitmişken 'oraya da gidelim' dediler. Orada bir aldım elime sopayı. Baktım bisiklet gibi, beni bir sardı golf, ondan beri oynuyorum. Kulüp yakın, Maslak buradan 15 dakika. Akşam 6'dan sonra gitme şansımız oluyor. Hafta sonları burada oldukça ve bir de Antalya gibi biryer var burada. Avrupa'nın en iyi golf merkezlerinden biri. 15 saha oldu. Buradan 1,5 saat sonra oradasınız. Hava güzel, oteller güzel, saha güzel. O bakımdan hiç İspanya'yı Portekiz'i aratmayacak yerler var burada.

Babam geldiğinde Beşiktaş yeniyor

Rahmi Bey Beşiktaşlı. Siz nasıl FB'li oldunuz?

Bizim bir garson var, şimdi Ali Bey'le çalışıyor. Fenerbahçeli'dir. Beni Fener maçına götürürdü, öylece FB'li oldum. O zaman biz Gayrettepe'de otururduk, Ali Sami Yen çok yakındı, hep gidip maç seyrederdik. Son 25 dakika kapıları açarlardı ya biz de girerdik. Ondan sonra Ali'ye de son derece demokratik bir biçimde "Sen FB'li olacaksın." dedim

Rahmi Bey fark etmedi mi?

Rahmi Bey fark edince geç kalmıştı.

Babanızla hiç Beşiktaş-Fenerbahçe maçı seyrediyor musunuz?

En son 3 sene önce filan seyrettim. Babam bizim Saraçoğlu Stadı'na geldiğinde Beşiktaş hep kazanıyor.

Beşiktaş'tan Beko göğüs reklamının geri alınması hâlâ çok tartışılıyor...

Fiyatta anlaşamadılar.

Fenerbahçeliliğiniz etkili olmadı mı?

Biz işe öyle taraftarlığı karıştırmayız.

Bu konuda objektifsiniz?

Tamamı ile. Beko ile Beşiktaş'ın adı da özdeşleşiyordu. O zaman Beşiktaşlılara dedim çok büyük hata yapıyorsunuz. "Nasıl bu markayı bırakırsınız." diye Beşiktaş camiasından da çok tepki geldi. Ama işin ekonomisi ön plana çıktı. Sonra onlar başka markayı seçtiler. O da idari karardır sonuçta. Ama yazık oldu.

Ailede taraftar dağılımı nasıl?

Evde bir tek Beşiktaşlı Rahmi Bey var. Geri kalanı, işte halalar, enişteler çoğu Galatasaraylı. Rahmetli Vehbi Bey, Gençlerbirliği'ni tutardı. Söylemezdi gerçi.

Ramazan ayında fitre

Dedenizin Vehbi Bey'in bir vasiyeti var mıydı?

Vehbi Bey'in vasiyetiyle her Ramazan ayının üçüncü cuması Fatih'e gidilir. Orada cuma namazı kılınır, ardından fitre verilir. Birinde Rahmi Bey'in seyahati çıkmıştı, ben gittim. Orada insanların yüzünü görmeniz lazım, acaba doğru mu diye bakıyorlar filan. Rahmetli dedem bu konularda çok hassastı. Bürokrasiden biri emekli olsun, üst düzey bir siyasetçi siyaset sahnesinden çekilsin filan, ondan sonra onları ziyaret eder, ihtiyaçlarını sorardı. Görevdeyken mesafeli olurdu. Eşref Bitlis Paşa şehit olduktan sonra Vehbi Bey'in 'Ailesine destek için ne gerekiyorsa yapın' diye talimat verdiğini dün gibi hatırlıyorum mesela.