Cengiz Aktar*
“Yetmez ama evet” demenin günahının bedelinden söz edeceğim. Kelam kavramlaştı; siyasî literatürde yerini aldı; kısaltması bile var: YAE, YAE’ciler! Tayyip Erdoğan’ın kimyası bozuldukça, iktidar otoriterleştikçe YAE’ciler adım adım “esas sorumlu” mertebesine yükseldiler. Gök sonsuz olduğundan yükselmeye devam edeceklere benziyor. Neredeyse her melânetin kendilerinden sorulur olduğu bu günah keçiliği hâli üzerine YAE’ciler epeyi yazdı. Hepsi, aynı zamanlama ve koşullarda yapılacak bir referandumda yine YAE diyeceklerini duyurdu. Aynı kanaatteyim. Yazılacak pek bir şey kalmasa da mesele bitmedi, hatta geçenlerde Fransa’da çıkan bir yazıyla birlikte uluslararası bir boyut kazandı. Bu önemli, zira YAE tartışmasını siyasî İslâm’ın olumsuz akıbetine taşıyan bir gönderme var burada. Ariane Bonzon nam gazetecinin ne dediğini hatırlatalım. AKP’ye kredi açan demokrat aydınların iktidarın “kullanışlı aptalları” olduğunu, daha 2002’de AKP’nin ne mal olduğunu söyleyenlerin bugün haklı çıktığını söylüyor. Kabaca söyleyecek olursak “İslâm ile demokrasi asla bağdaşmaz, siz ne zannediyordunuz” diyen güdük ve özcü aklın şamatası. YAE’cilere çemkiren yerel akıl aynı kaynaktan besleniyor. 12 Eylül 2010 referandumunun içeriği dahi son tahlilde o kadar önemli değil; “baş çelişki” 16. yüzyıldan bu yana süzülüp gelen “İslâm’ın dünyayla uyumsuzluğu” şablonu.
Bugün Batı’da, ayaklanan Arap memleketlerinde tabiatıyla kaotik seyreden süreçler ve şimdi Tayyip Erdoğan kılavuzluğundaki Türkiye’de siyasî İslâmın berbat durumu o şablonun değirmenine su taşıyor. İslâm memleketleri genelinde, bu kolaycı hükmün tarihdışılığı, akla ettiği hakaret ve biçareliği ürkünç. Müslümanlar inançlarıyla modernliği birlikte yaşamanın yollarını aramaya devam edecek. Laikleşme yerine sekülerleşecekler, birbirlerini katletmeden birlikte yaşamayı düşe kalka öğrenecekler. Daha uzun müddet siyasî İslâm’ın bu arayışta payı ve işlevi olacak. Siyasî İslâm’ın çöküşüne bugün alkış tutanlar Müslümanların arayışına destek verseler çok daha hayırlı bir çaba sarf etmiş olurlar.
Türkiye özelinden meseleye bakacak olursak, klonları dâhil Tayyip Erdoğan figüründen kalkarak, artan dozdaki hatalarına istinaden siyasî İslâm’ı bir çırpıda silmek mümkün mü? Ya da, 2002’den bu yana eğrisi, doğrusuyla, günahı sevabıyla yapılan işlerin bilançosunu çıkartırken dört dörtlük bir demokrasiye vasıl olunmamasını gerekçe göstermek? Veya AKP’nin İttihatçı-Kemalist vesayetin ezberlerini bozmadaki işlevini gözardı etmek?
Mükemmel iyinin düşmanıdır
12 Eylül 2010 referandumu, zamanlaması, içeriği ve iddiası itibariyle bir hakikate karşılık geliyordu. 2007’deki anayasa hamlesi döneminde bile AKP’nin reformcu iştahı kapanmıştı. Nitekim Özbudun heyeti anayasası bir çırpıda kadük oldu. AKP’nin “demokrasisiz kalkınma modelinin” dayanılmaz cazibesine kapılmaya başladığı yıldır 2007. İçeride iktidarının konsolidasyonuna odaklandığı, dışarıda da kendini devaynalarında görmeye başladığı dönem. 2009/10’daki “açılım”lar ise Kürtlerle süren savaşın beyhudeliği ve kalkınma saplantısına köstek olmasıyla ilgiliydi, büyük ustanın ansızın demokrat olmasıyla değil. Kaldı ki 2002’den 2005’ kadar çıkan AB esinli reformlar da “YAE” idi. Referandumun içeriği ise darbe anayasasının askerî ve hukukî vesayetinden kurtulma şantiyesinden başka bir şey değildi; arkadan gelecek yeni anayasaya öncü mahiyetindeydi.
Bu eksik ve kerhen yapılan reformlar dahi toplumun deli gömleklerini art arda yırtmasını kolaylaştırdı. Bugün her şeye rağmen kim “2002’den beter durumdayız” diyebilir? Bugün Erdoğan’a “dur artık yeter” diyen herkes referandumda kabul edilen HSYK’yı, referandumun diğer getirilerini ve 2002’den bu yana elde edilen kazanımları savunmuyor mu?
Seküler demokratlar AKP için ne kadar kullanışlı oldularsa, bugün ellerini hiçbir taşın altına koymadan her gayridemokratik icraattan onları sorumlu tutanlar için de o kadar kullanışlılar.
*: Bu yazı, 21.01.2014 tarihinde Taraf'ta yayımlanmıştır.