Yazısının sonunda, "Krizperver gazete ve televizyonlarımız geçen hafta yine bir kaşık suda fırtına koparttı" diyen Akgün'ün 'Kriz yok ama Montreaux zorda' başlıklı makalesi şöyle:
Oysa ne Türkiye ile Amerika arasında kriz vardı ne de bu gemilerin boğazlardan geçeceği. Kriz yoktu çünkü dünya siyasetinde kriz demek savaşa yol açabilecek, uluslararası barış ve güvenliği tehdit edebilecek durum demektir.
Nasıl ki kalp krizi sonucunda insanlar ölürse, uluslararası krizler sonrasında da insanlar ölebilir, ülkeler yok olabilir, devletlerin toprak bütünlüğü ortadan kalkabilir, siyasi istikrar zarar görebilir. Yani uluslararası kriz ciddi bir şeydir. Devletler, özellikle de müttefikler arasında ikide bir kriz çıkmaz.
Gürcistan'ın Güney Osetya'ya müdahale etmesinden sonra Rusya ile arasındaki ilişkinin türü krizdir. Ama Rusya ile Amerika arasındaki atışma şimdilik sadece gerginlik olarak tanımlanabilir. Yeni bir soğuk savaş çıkması da ille de blok ya da ülkeler arasında sürekli kriz durumu olduğu anlamına gelmez.
Başlangıcı genellikle 1946 yılına dayandırılan bildiğiniz "Soğuk Savaş"ta dahi kriz durumu birkaç kez yaşanmış, en büyük risk 1962'de Küba'da Sovyet füzeleri keşfedildiği zaman Türkiye'deki Jüpiter füzelerinin sökülmesiyle atlatılmıştır.
***
Kriz edebiyatının konusu olan gemilere gelince.. Onların da zaten boğazlardan geçeceği yoktu. Amerikan yönetimi kırk günlük mesafedeki hastane gemilerinin geçişi meselesini Gürcistan krizi sonrasında Rusya'ya gözdağı vermek, Rusya'nın "kutsal inek" saydığı Montreux Sözleşmesi'ni zorlayabileceğini göstermek için gündeme getirdi.
Amacı belli ki Türkiye ile olan ilişkilerini zorlamak, Türkiye'den yapamayacağı, yapmaması gereken bir şeyi istemek değildi. Öyle olmuş olsaydı sözleşme hükümlerine göre önceden tebligatta bulunur, Türkiye'nin geçişe resmen müsaade etmemesini sağlardı.
Ancak unutmayalım ki, devletlerin çıkarları da her zaman birbiri ile örtüşmez. Üstelik bir devlet diğerinden belli bir alanda daha güçsüz diye diğer devletin her dediğini yapmaz. Türkiye'nin dengelemesi gereken başka çıkarları ve beklentileri vardır. Amerika istedi diye 1936'dan bu yana birkaç istisna dışında kıskançlıkla koruduğu boğazlar rejimini bu kadar esnetmez.
Türkiye Montreux'yü esnetmedi diye de Amerika bize kızmaz, ilişkileri kopartmaya, ittifakımızı unutmaya, İsrail ile birlikte Akdeniz'de gerçekleştirdiği tatbikatı durdurmaya, Türkiye'nin Ortadoğu'da oynadığı yapıcı rolü inkâr etmeye, dünya siyasetindeki ağırlığını görmezden gelmeye, PKK politikasını değiştirmeye kalkmaz.
Yani Amerika böyle bir "resmi" talepte bulunmuş olsa bile talebin reddi kriz doğurmaz. 1 Mart tezkeresi sonrasında yaşananlar da kriz değildir. Süleymaniye olaylarının doğurduğu gerilim dahi kriz olarak adlandırılamaz. Kaldı ki çuval hadisesini nelerin tetiklediği de şu ana kadar üstünde konuşulmamış bir konudur. Ergenekon soruşturmasının bu konuyu da aydınlatması kuvvetle muhtemeldir.
***
Karşılanmayan her talebi, üstünde uzlaşılamayan her sorunu kriz olarak adlandırmak eğer kendi güvensizliğimizi ülke çapına aktarmak değilse, Türkiye'yi hafife almaktır. Yine de Türkiye'nin Montreux Sözleşmesi'nin değişme talebine hazırlıklı olması gerekir. Bu talep de gelirse Amerika'dan değil Rusya Federasyonu dışındaki diğer Karadeniz ülkelerinden gelecektir.
NATO genişlemesi, füze kalkanı projesi, Gürcistan krizi ile alevlenen kutuplaşma eğilimi, Karadeniz havzasındaki ülkelerin kendilerini giderek daha fazla Rusya karşısında konumlandırmasıyla birlikte, Montreux Sözleşmesi ile kollanmaya çalışılan Karadeniz-Akdeniz dengesini anlamsız kılmaktadır.
Rusya dışındaki tüm devletler 1936 tarihli sözleşmenin sınırlamalarından rahatsız olmakta, Montreux'yü güvenliklerini sağlamanın önündeki en büyük engel olarak görmektedir. Ukrayna ile Rusya ya da başka bir kıyıdaş ülke ile Rusya arasında çıkabilecek yeni bir gerilim Türkiye'ye güvenlik garantileri sağlayan, stratejik önemini pekiştiren sözleşmenin masaya yatırılmasına yol açabilir.
Teknik ömrünü aslında çoktan doldurmuş olan sözleşmenin masaya yatırılmasının ise varolan koşullar altında ölümüne yol açması olasılığı çok yüksektir. 2008 yılı itibariyle 1936'daki stratejik dengeden, Alman saldırganlığı karşısında Sovyetler'in çıkarlarını da göz önüne almak kaygısından, geçiş serbestisinin sözleşme hükümlerine göre Türkiye tarafından korunmasını gerektirecek bir jeopolitik vizyondan söz etmek imkânsızdır.
Uluslararası Adalet Divanı'nın Korfu Kanalı'ndan geçmeye çalışan İngiliz savaş gemilerine Arnavutluk'un engel çıkarması konusunda açılan davayı 1949 yılında karara bağlamasından bu yana uluslararası hukukta genel kabul gören yaklaşım boğazlardan savaş gemilerinin serbest geçmesidir. Bu anlayış 1982 tarihli BM Deniz Hukuk Sözleşmesi'nde de ifadesini bulmuştur.
Yıllar önce Prof. Sevin Toluner'in bizi uyardığı gibi, Montreux çöktüğü anda Türk boğazlarından geçişin geleneksel hukuk kuralı halini alan 1982 sözleşmesi hükümlerine göre yapılmasının kapısı açılacaktır. Bunun Türkiye açısından ne anlama geleceği, uzun dönemli güvenlik endişelerinin ne şekilde giderileceği, egemenlik haklarından fedakârlık edilmek zorunda kalınıp kalınmayacağı uzun uzun düşünülmek zorundadır.
Fakat böylesi bir teşebbüs ya Rusya'nın taraf olacağı çok ciddi bir kriz anında gündeme gelecek ya da Montreux'nün masaya yatırılması talebi çok ciddi bir krizi tetikleyecektir. Olup olmadık her haberi kriz telakki edenlere duyurulur...
Krizperver gazete ve televizyonlarımız geçen hafta yine bir kaşık suda fırtına koparttı. Türkiye başka işi gücü yokmuş gibi günlerce Montreux Sözleşme...