49 yaşındaki Elizabeth birkaç hafta önce Covid-19 nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Şanslı hastalardan biri olduğunun farkında olan Elizabeth, sağlık çalışanlarına minnettarlık duygusunu da aktarmak için kendi hikayesini anlatıyor.
Bir şeyin yolunda gitmediğine dair ilk belirti Cuma günü ortaya çıkmıştı.
Gün boyu kendimi normalden daha yorgun, yatmaya giderken de pilim tükenmiş gibi hissettim. O hafta sonu zorlu geçti.
Pazartesi günü bacaklarımdaki ağrı giderek arttı. Sinir sıkışması sanıp ağrı kesici aldım. Ama sonra doktorlar, virüsün doğrudan kaslarıma saldırmış olduğunu söyledi.
Hafif bir öksürük vardı ama sürekli değildi. Bir haftadan fazla yataktan çıkamadım. Benzin istasyonundaki marketten bir şeyler satın almak için çıktığımda ise durumumun ne kadar ağır olduğunu fark ettim.
Eve döndüğümde donuyor ve titriyordum. Etrafıma sıcak su torbaları yerleştirdim, üstüme iki battaniye örttüm, ama hala ısınamıyordum.
Sonra ateşim çıktı. Sanki her tarafımı alev almıştı, başım çok ağrıyordu. Hiçbir şey yiyemiyor, kusuyor, ter içinde kalıyordum. Sonra daha zor nefes aldığımı fark ettim.
Astım hastası olduğum için endişelenmiştim, ama yine de bu hastalığı evde atlatırım sanmıştım. Birkaç gün içinde bilincim bir kaybolup bir geri gelmeye başladı. 15 yaşındaki oğlumun acil servise telefon ettiğini söylemesini hayal meyal hatırlıyorum.
Ambulans geldiğinde sağlık görevlisinin telsizden "Durumu pek iyi değil, hastaneye getirmemiz lazım" dediğini duydum. Ağzıma bir oksijen maskesi yerleştirip beni ambulansa taşıdılar.
Çocuklarımdan biri annemi arayıp çağırmış. Onun çaresizce beni izlemesi de çok dokunmuştu. Kalp hastası olduğu için yanıma da yaklaşamıyordu.
Hastaneye vardığımızda, ambulansla gelen ve acile girmek için bekleyen hastalardan oluşan kuyrukla karşılaştık. Üç saat beklemenin ardından beni tekerlekli sandalyede götürürlerken tüm yatakların dolu olduğuna dair konuşmaları işittiğimi hatırlıyorum.
Gözlerimi kapatmış etrafımdaki konuşmaları, aceleci koşuşturmaları dinliyordum. Hemşire, Covid-19 testi için boğazımdan ve burnumdan sürüntü örneği aldı. Ardından kan testleri ve akciğer röntgeni geldi.
Dayak yemiş gibiydim. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor, arada bir kendimden geçiyordum. Bir ara hemşirenin "Rötgende zatürre görünüyor, 7/24 oksijen vereceğiz" dediğini duydum.
Göğsüme sanki bir beton duvar konmuştu. Zatürrenin etkisi olduğunu söyleyip morfin verdiler. Ardından midemde ağrılar oldu, doğum ağrısı gibi. "Dayanamıyorum artık" diye bağırıyordum. Ağrılar biraz dinmeye başladığında hezayanlı bir haldeydim.
Kaldığım hastane koğuşu dört yataklıydı ve hepsi başka sağlık sorunları da olan Covid-19 hastasıydı.
İlk birkaç günden tek aklımda kalan, hemşirelerin gidiş gelişleri ve koğuşu dezenfekte eden temizlik işçileriydi. Tek ses benden çıkıyor, zili çalıp ya su ya da idrar için oturak istiyordum. Öyle halsizdim ki ama yine de hemşirelerin uzun ve yorucu vardiyalar boyunca nasıl canla başla çalıştığını fark ediyordum.
Bir gece koğuşta bir erkek görüp hemşirelere haber vermek için zili çaldım. Hemşire, onun karşı yatakta "ölüm döşeğinde olan" kadının oğlu olduğunu söyledi. Hem çok üzgün hem de "benden iki metrede ötede birinin ölümünü işiteceğim" düşüncesiyle kaygılıydım. Yatağı çevreleyen perdeyi çektiler sonra, az da olsa mahremiyet sağlansın diye.
İşte o zaman hülüsinasyonlar da başladı. Çok eskiden yapmış olduğum konuşmalar, tanıştığım insanlar geliyordu gözümün önüne, rastgele. Bir ara "Canlı mıyım ölü mü?" diye düşündüğüm oldu. Bu ölüme giden yol muydu? Ölümle burun buruna gelen insanların sözünü ettiği "yaşamın gözlerinizin önünden akıp gitmesi" bu muydu? Sonra, "Hayır, ölü olduğumu sanmıyorum, ne tünelin ucunda görünen beyaz ışık, ne melekler, ne de beni çağıranlar var" diye düşündüm.
Sabah erken saatte bir hastabakıcının kapıdan "Gitti" dediğini duydum. Zavallı kadın ölmüştü.
Birilerinin gelip cesedi kaldırmalarını bekledim, ama kimse gelmedi. Sonunda geldiklerinde sanki saatler geçmişti. Cenazeyi silip paket yapar gibi bir naylona sardılar. Sonra ceset torbasına koyup fermuarını çektiler. "Bir, iki, üç …" diye sayıp kaldırdılar ve götürdüler.
Metal bir tekerlekli masanın üzerine cesedin dokunmasıyla çıkan sesi hiç unutacağımı sanmıyorum.
Kadının yattığı yatağı silip limon kokulu bir sprey sıktılar. Sabah boş bir yatağa bakıyordum artık. Oysa orada biri vardı. Bu düşünce çok etkiledi beni.
Sonra çaprazımdaki yatakta yatan kadına baktım. Komadaydı. Kızı yanına gelip "Anne, ben geldim" deyip duruyordu, ama boşuna. Kadın ölmüştü. Tuhaf bri düşünce ama iki gündür onun ölmesini bekliyordum. Yanımda yatan kadının durumu ise iyiye gidiyordu. Bana dönüp şanslı olduğumuzu, iyileşen yüzde 50'nin içinde yer aldığımızı söyledi.
Hayatta kalma mücadelesi vermiştim. Daha işin başında vageçmek üzereyken "Hayır, daha 49 yaşındayım, hazır değilim, ölmeyeceğim, sadece kendim için değil, çocuklarım, ailem ve arkadaşlarım için ölmeyeceğim" dedim kendime. Kız ve erkek kardeşlerim hastanedeyken bana sürekli mesaj göndermiş ve bu bana güç vermişti.
8 Nisan'da camdan dolunay gördüğümü ve bunun ay için yeni bir döngü anlamına geldiğini, benim de iyileşme yoluna girdiğimin işareti olduğu düşüncesine kapıldığımı hatırlıyorum.
Belki de benim hayatımı kurtaran şey bir erkek hastabakıcının sözleri oldu: "Doktorlar seni eve gönderirse git, zayıf olduğun hissine kapılıp hastanede kalmakta diretme. İnan ki doktarların önerisini dinlemeyip bitkin hissettikleri için bir gece daha kalmak isteyenlerin hepsi başka bir hastalık kaptı. Burası yüksek riskli Covid koğuşu ve hepsi de öldü."
Aynı gün kanımdaki oksijen oranını ölçtüler, sıyırıp geçmiştim. Doktor, "Kurtuldun, seni taburcu ettiğime çok memnunum" dedi. Eve gideceğim için çok heyecanlıydım.
Dışarıda hava buz gibiydi. Üzerimde sadece hastane önlüğü ve terlik vardı, ama yüzüme vuran rüzgarla canlanmıştım sanki. Ambulansı süren kadın şoförün ismini bilmiyorum ama tam bir melekti. Beni 00.20'de taşıdığı 18 saatlik mesaisine sabah 06.00'da başlamıştı.
İşte bu insanlar böyle çalışıyor. Sadece doktorlar ve hemşireler değil, ambulans şoförleri, paramedik ekip, hastanede resepsiyon görevlisi, ölenlerin ardından temizlik yapanlar, ölüleri morglara taşıyanlar…
Herkes kendi işini yapıyor ve üzerine düşen rolü oynuyor. Eve döndükten sonra ambulans servisine ve hastaneye yazıp teşekkür ettim.
Birkaç hafta boyunca yatıyor olacağım. Doktorlar, zatürrenin iyileşmesinin 3 ila 6 ay sürebileceğini söyledi. Hastaneden çıktıktan sonra bana yemek taşıyan annem en büyük yardımcım oldu.
Ölümün kıyısından döndüm. Hayatta olduğum için çok şanslıyım. Şimdi doğanın kıymetini bilip tadını çıkaracağım günleri bekliyorum. Maddiyatın önemi olmadığını anlıyor insan. Dışarı çıktığımda göğsümü havayla doldurmak, kuşlara bakmak, doğanın ve dünyanın güzelliğinin farkına bir kez daha varmak istiyorum.
Bu benim ikinci şansım.