Ekonomi

Korkutan işsizlik raporu!

Küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri giderek belirginleşiyor. Hükümet yeni tedbirler almazsa, 1,2 milyon kişi daha işsiz kalır

24 Mart 2009 02:00
Küresel krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri giderek belirginleşiyor. Ekonomik göstergelerin neredeyse tamamı, ekonomide önemli bir yavaşlama sürecinin yaşanmakta olduğuna işaret ediyor. Hükümet yeni tedbirler almazsa, 1.2 milyon kişi daha işsiz kalır.

TEPAV Kasım 2008'de yayımladığı raporda Türkiye'nin dış kaynak, iç kredi, dış ticaret ve güven kanallarındaki bozulma yoluyla dört farklı kanaldan etkileneceğini belirtmişti. Bu kanallardan gelen etkinin son aylarda şiddetlenerek devam ettiği görülüyor.

Küresel kriz etkisini ekonominin büyüme performansı üzerinde gösteriyor. Referans gazetesinde yer verilen habere göre Türkiye'de bugüne kadar alınan tedbirler ise, hem krizle mücadele hedefine doğrudan yönelik değil, hem de sistematik bir bütünlük içermiyor. Tedbirlerin gerekliliği ve etkileri konusunda bütüncül bir iletişimin kamuoyuyla yeterince sağlanamaması ise, bu tedbirlerin etkisini sınırlı kılıyor.

Yüzde 5,5 küçülme olabilir

Şu andaki gibi, hiçbir sistematik tedbir alınmaması halinde, 2009 yılında, Türkiye ekonomisinin yüzde 5,5 küçülmesi oldukça yüksek bir ihtimal olarak karşımıza çıkıyor. Hiçbir sistemli iktisadi tedbirin alınmadığı ve IMF ile anlaşma imzalanmayan baz senaryoda işsizlik oranının Aralık 2008 sonundaki yüzde 13,6 düzeyinden Aralık 2009 sonunda yüzde 16,6 düzeyine yükselmesi söz konusu.

İstihdam kaybı açısından bakıldığında, 2009 yılında yaklaşık 1,2 milyon kişinin daha işini kaybetme riski bulunuyor. Ancak, bu sonuçlar krize karşı hiç bir önlem alınmadığı, yani ekonominin kontrolsüz bir biçimde küçülmesine izin verildiğinde ortaya çıkması söz konusu olabilecek durumu göstermektedir. TEPAV Küresel Kriz Çalışma Grubu tarafından hazırlanan raporsa, önlem alındığında, bu ve bundan daha kötü sonuçların önlenebilir olduğunu göstermeyi amaçlıyor.

Küresel kriz Türkiye'yi 4 temel alanda ciddi biçimde etkiliyor. Bunlar, iç ve dış talepteki daralma, yabancı para akımlarında azalma ve iç kredi mekanizmalarının tıkanması. Bu gelişmeler sonucunda, şirket bilançolarında iki önemli sorun karşımıza çıkıyor. Şirketler kesiminde nakit dengesinin kalıcı bir biçimde bozulduğu görülüyor. 2009 yılı için yapılan nakit girişi varsayımları artık geçerliliğini yitirdiği için, nakit çıkışını düzenleyen eski kontratların elden geçirilmemesi halinde şirketlerin ödeme güçlüğüne düşmeleri kaçınılmazdır. İkinci sorun ise şirketlerin stoklarında ne kadar mamul ve yarı mamul mal olduğunun ve bunun maliyet değerinin tam olarak bilinmemesi. Hammadde fiyatlarındaki hızlı düşüş nedeniyle, pek çok şirketin elinde bugüne oranla pahalı ham madde kullanılarak üretilmiş mamul ve bizatihi yüksek fiyattan satın alınmış hammadde stokları bulunuyor. Bunların bugünkü piyasa değerine dönüştürülmesi önemli zarar yazılmasına yol açacaktır. Bu durumun şirketlerin performansını olumsuz yönde etkileme ihtimali ise bir hayli yüksek.

Bu problemler nedeniyle, şirketler ve bireyler arası işlemlerde, güven kaybı ortaya çıkmış ve şirketler arası işlemler büyük ölçüde peşin ödemeye dayalı hale gelmiştir. Banka kredilerinin ve vadeli çeklere dayalı ticari kredilerin devre dışına çıkmasında bu güven kaybı önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Bu gelişme, ekonomideki işlem hacmini ise büyük bir hızla azaltmaktadır.

Tüm bu olumsuz gelişmelerin yansıması büyüme ise performansında görülecektir. Zaten 2006'dan itibaren büyüme performansında gözle görülür bir yavaşlama görülen Türkiye ekonomisin, 2008 sonu itibariyle yüzde 0'lık bir büyüme, 2009'da ise tahmini olarak yüzde 5,5'lik bir küçülme ile karşılaşması söz konusudur.

Krizi yönetmek gerekiyor


Hükümetler, kendi ülkelerinde aldıkları tedbirlerle, beklenen istihdam kaybını sınırlandırarak, "istihdam kazancı" elde edebilirler. Yine bu yolla, beklenen üretim kaybını sınırlandırarak, "üretim kazancı" elde edebilirler. Bunların hepsi zarardan kar elde etmek gibi olacaktır. Buradaki kazanç, ülkenin, aynı bir şirket gibi dayanma gücü ve zaman kazanmasıdır. Açıktır ki, bu yolla kriz çözülmez ama kriz yönetilebilir. Bu bağlamda, ulusal hükümetlerin temel görevi krizin getirmekte olduğu hasarı sınırlandırarak, krizi yönetmektir. Peki, ama bu krizi bir ülke hükümetinin kendi başına yönetebilmesi mümkün müdür? İşte bu ülkenin özelliklerine yakından bağlıdır.

Bu soruya cevap verirken, ülkeleri kabaca iki gruba ayırabilmek mümkün. Birincisi, krizin bir bankacılık krizi olarak ortaya çıktığı ülkeler, ikincisi ise, krizin etkilerini doğrudan doğruya reel sektörlerinde hisseden, bankacılık krizi yaşamayan ülkeler. Türkiye'nin de dahil olduğu ikinci gruptakilerin bankacılık krizi yaşamıyor olmaları, finansal sektörün bu ülkelerde yeterince gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor.