Dünya

Körfez'deki kriz büyüyor

Suudi Arabistan ile İran arasındaki düşmanlık Suriye ve Yemen için barışçı çözümlerin bulunmasına imkan tanımıyor. Her iki tarafta da şahinlerin sözü geçiyor.

07 Ocak 2016 15:07


Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkiler 1988 yılında da kesilmişti. O tarihte de Suudi Arabistan'ın Tahran büyükelçiliğine baskın düzenlenmişti. İki ülke arasındaki ilişkiler 1990 yılında ortak düşmanları Saddam Hüseyin'in Kuveyt'e girmesi üzerine düzelmişti.

Ancak 25 yıl öncesinden farklı olarak günümüzdeki egemenlik mücadelesi bütün bölgeyi etkiliyor. Her iki devlet de Suriye ve Yemen'deki savaşların aktörleri arasında yer alıyor. Düşmanlıkları Irak'ta da sürüyor.

Brüksel'deki düşünce kuruluşu European Council on Foreign Relations'un (ECFR) analiz uzmanlarından Julian Barnes-Dacey Suriye krizinin aşılmasının Suudi Arabistan ile İran arasında yakınlaşma sağlanmasına bağlı olduğunu söylüyor. Tahran ve Riyad yönetimlerini Suriye'nin geleceğiyle ilgili Viyana buluşmasında aynı masaya oturtmak bir hayli zor olmuştu. Barnes-Dacey Deutsche Welle'ye verdiği mülakatta son hadiselerin ilerleme sağlanmasını tehlikeye düşürdüğünü söyledi.

Güven kredisi tükendi

Suudi Arabistan, Suriye görüşmelerinin devam etmesi gerektiğini savunuyor. Alman Dış Politika Derneği'nden Sebastian Sons ise Suriye ile ilgili temasların geleceğinden kuşkulu. Sons, Deutsche Welle'ye yaptığı açıklamada iki ülke arasındaki son karşılıklı güven izlerinin de silindiğini belirtti ve ekledi: “Gerginliğin oldukça tırmandığı bu ortamda Yemen müzakerelerinden ya da Viyana'daki Suriye görüşmelerinden somut netice çıkabileceğine ihtimal vermiyorum.”

Avrupa Dış İlişkiler Enstitüsü adlı düşünce kuruluşundan Barnes-Dacey Suudi Arabistan ile İran'ın bölge hakimiyeti için neredeyse ‘hayati mücadele' verdiklerini belirtti. Uzman iki tarafta da diyalog ve barışçı çözüm için gerekli uzlaşmayı ret edip kutuplaşmayı körükleyen şahinlerin söz sahibi olduklarını söyledi.

Barnes-Dacey Tahran'daki Suudi Arabistan büyükelçiliğinin tahrip edilmesiyle ilgili olarak, “Büyükelçilik baskını, İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Batı ve bölgesel aktörlerle yakınlaşma arayışını sabote edip kutuplaşmanın sürmesini isteyen karşıtlarının eseridir.”

Güç dengesi bozuldu

Basra Körfezi'nin hasım devletleri arasındaki güç dengesi son zamanlarda Tahran'ın lehine bozulmaya başlamıştı. Suudi Arabistan, İran ile nükleer anlaşmaya varılmasından bilhassa rahatsız oldu. Anlaşma İran'ın dünya siyaset sahnesine geri dönmesini sağladı. Suudi rejimi aynı zamanda petrol gelirlerinin azalmasından, halktaki memnuniyetsizlikten ve ABD ile diğer Batılı müttefiklerinin sırt çevirmeye başlamasından da etkileniyor.

Arabistan'ı yakından tanıyan Sons'un analizi şöyle: “Suudi Arabistan'ın kendini İran'ın hakimiyetindeki düşmanları tarafından çevrilmiş hissettiği görüşündeyim. Bu ülkeler, Bahreyn, Yemen, Suriye ve Irak. Bence Suudi Arabistan İran'ın Bahreyn ve Suudi Arabistan'daki Şiilerle Yemen'deki Husiler üzerindeki nüfuzunu abartıyor.”

Sebastian Sons'a göre Riyad yönetimi İran karşısındaki paranoyak tutumu nedeniyle gerçekçi ve pragmacı politikalar yapamayıp Tahran ile asgari müşterekler üzerinde anlaşamıyor. Riyad yönetimi Sünnilerin dini ve siyasi lideri sıfatıyla en azından Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Sudan'ın İran ile diplomatik ilişkileri kesmesini ya da seviyesini düşürmesini sağlayabilmişti.

Arabuluculuk zor

Bu bakımdan iki hasım devlete arabuluculuk yapmak kolay olmayacak. Rusya arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu duyurmuştu. Barnes-Dacey ve Sons tek bir arabulucunun yetmeyeceği ve son zamanlarda Riyad ile arasında görüş ayrılıklarının çıkmış olmasına rağmen ABD'siz arabuluculuk olamayacağı görüşündeler.

Avrupa'nın elinden ise tarafların buluşturulabileceği bir forum yaratarak diplomatik çözüm arayışına yardımcı olmaktan fazlası gelmez. Bu katkı, büyükelçilik baskını ya da toplu idam haberleri kadar manşetlik olmaz. Olsa olsa, nükleer görüşmelerde İran heyetine başkanlık eden Said Celili'nin dediği gibi ‘milimle ilerleyen halı dokumaya' benzeyebilir.