Cem Yılmaz’ın İlluminati bağlantıları bulunduğu, Haluk Levent’in "hayır örgütünün" organizasyonuna dikkat edilmesi gerektiğinin bile konuşulduğu Türkiye’ye özgü, duymaya alışkın olduğumuz kavramlar var:
"Dış güçler", "algı operasyonu", "iltisak", "ajan."
Bu kavramlara itimat etmeyenlerin, aksine bir söz söyleyenin terörist ilan edilmesine zaten alışığız.
5 Temmuz 2017’de, yıllardır Türkiye’de şeffaf bir biçimde çalışan, raporlara imza atan insan hakları savunucusu 10 isim Büyükada’da sessiz sedasız gözaltına alındı. O kadar sessiz biçimde gözaltına alındılar ki emniyette bulunduklarından saatlerce avukatları bile haberdar olamadı.
Büyükada’da, kapısı açık bir toplantı odasında dijital güvenlik konusunda çalıştay yapan hak savunucularına yöneltilen suçlama ilginçti: "Ajanlık…"
Bir anda manşetleri, Türkiye aleyhine yürütülen kampanyanın haberleri, Büyükada’da yeni bir kalkışma planlandığı haberleri süsledi.
İktidar milletvekilleri, işin arka planını iyi bildiklerini belirterek kamera karşısına geçti.
Büyükada’daki bazı otellerde gizli toplantı alanları olduğu, kozmik bu toplantılardan haberdar oldukları, ne kadar da gizli bilgilere sahip olduklarını anlattılar.
Ancak gözaltı tutanakları öyle demiyordu. Otelin gizli saklı tarafı yoktu, toplantının da. Kapısı açık bir odaya baskın düzenlenmiş, insanların karalamalarına bile el konulmuştu.
10 hak savunucusu hakkında hazırlanan iddianamede de ne ajanlık suçlaması vardı, ne gizli, kozmik toplantı alanları. Elbette bu iddiaları ortaya atanların umurunda olmadı. Tutuklanan hak savunucularından İdil Eser, Günal Kurşun, Özlem Dalkıran, Veli Acu, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Nalan Erkem ve İlknur Üstün 99 gün cezaevinde kaldı. 25 Ekim 2017’de, İstanbul’da görülen ilk duruşmada adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
10 hak savunucusunun gözaltına alınmasından 1 ay önce, Uluslararası Af Örgütü’nün Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç, bylock kullandığı iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Kılıç’ın İzmir’deki davası da nasıl bir ilgi kurulduysa Büyükada davasıyla birleştirildi. İddia, cezaevindeki Kılıç’ın Büyükada’daki toplantıyı yönettiğiydi.
Ajanlıktan yardıma
Büyükada davası sanıkları, Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye’ye biber gazı satışının durdurulması için yaptığı kampanyaya ait belgeler, bir insan hakları projesi için fon başvurusu yapıldığını gösteren dokümanlar ve açlık grevindeki öğretmenlerin serbest bırakılması için yapılan kampanyaya ait belgelerle yargılanıyor. Hepsi açık, meşru kampanyalar, başvurular…
Buna rağmen Kasım 2019’da görülen son duruşmada mütalaasını açıklayan savcı, raporlarla bylock kullanmadığını kanıtlayan Taner Kılıç’ın "silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan; İdil Eser, Özlem Dalkıran, Günal Kurşun, Veli Acu ve Nejat Taştan’ın ise "silahlı terör örgütüne yardım etme" suçundan mahkum edilmesini istedi. Nalan Erkem, İlknur Üstün, Şeyhmus Özbekli, Ali Gharavi ve Peter Steudtner’ın ise beraatini talep etti. Kanıtlar, iddianameyle bütünüyle aynı… Elbette yine ajanlık suçlaması yok…
Karar duruşması
19 Şubat’ta davada karar çıkması bekleniyor. Hak savunucuları, 15 yıla kadar hapis cezası alma riskiyle karşı karşıya. Üstelik nedenini anlayabilen yok. Sivil toplum örgütleri, hak savunucularının haklarını koruyabilmek için dünya çapında kampanyalar düzenledi. 2 milyona yakın kişinin desteğini aldı. Sosyal medya kampanyaları ile davadaki adaletsizlikler duyurulmaya çalışıldı. Üstelik iddianameye bakarsanız bu bile çok riskli bir faaliyet. Zira suç sayılan kampanyalar da evrensel anlamda desteklenen, insan hakları ve hukuku ile yakından ilgili etkinliklerdi ama suç sayıldı. Büyükada davası, bu nedenle sivil toplum açısından önemli… Ceza ile bitmesi durumunda sadece sanıklar ceza almış olmayacak. Aynı zamanda Türkiye’de hak odaklı tüm faaliyetler cezalandırma riski ile karşı karşıya bırakılacak.