Kamuoyunda 'Hayata Dönüş Operasyonu' olarak bilinen Burdur Cezaevi'nde, 5 Temmuz 2000'de mahkûmlara yönelik operasyonun tanıklarından Vefa Serdar, yaşadıklarını ve günümüz cezaevlerinin durumunu anlattı. Serdar, "İçeriye sayısını hatırlayamadığımız kadar bomba atıldı. Bunlardan biri benim koluma isabet etti ve kolumdan yaralandım. Kolum kesildi. Arkadaşlarımız kafalarına sopalarla vurularak katledildiler. Bunun adı nasıl olurda hayata dönüş oluyor?" dedi.
19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevine eş zamanlı yapılan operasyonların etkisi halen devam ediyor. Cezaevlerinde bulunan siyasi tutukluların F Tipi cezaevlerine karşı başlattıkları ölüm orucunun 60. gününde, 19-22 Aralık tarihlerinde düzenlenen operasyona 8 jandarma komando taburu, 37 bölük asker, binlerce çevik kuvvet ve ceza infaz memurunun katıldı. Operasyonda 28 tutuklu öldürüldü. Katliamın ardından devam eden ölüm oruçlarıyla birlikte 122 tutuklu daha yaşamını yitirirken, 600'ün üzerinde tutuklu operasyon ve ölüm orucuna yapılan müdahaleler sonucu sakat kaldı. Katliamla ilgili tutukluların aileleri ve avukatlar tarafından açılan ve halen süren davalarda hiçbir ilerleme kaydedilemezken, katliamın talimatını veren asıl sorumluların soruşturma dosyalarında adıgeçmedi.
"Uyandığımızda özel birlikleri gördük"
Mezapotamya Ajansı'ndan (MA) Metin Yoksu'nun haberine göre Serdar, operasyonun başladığı anı şöyle anlattı:
"Sabahın 05.00’i gibi baskın yapıldı. F Tipi dayatmalarına karşı ölüm oruçları devam ediyordu ve onların yapacağı bir baskını her an bekliyorduk. Daha önce Ulucanlar ve birkaç cezaevine baskınlar yapılmış ve arkadaşlarımızın kafalarına sopalarla vurarak katletmişlerdi. Biz de bunları bildiğimiz için geceleri nöbetçiler belirlemiştik. Ve askerin maltaya indiği haberiyle yataklarımızdan uyandık. Kalktığımızda tüm maltada gözleri dahi görülmeyen özel birlikleri gördük. Ellerinde çeşitli silahlar ve bomba atarların olduğu bu birliklere karşı ise çıplak bedenimizden başka hiçbir şeyimiz yoktu. Bize düşen sadece direnmekti ve öyle de yaptık."
"İçeriye sayısını hatırlayamadığımız kadar bomba atıldı"
Çanakkale Cezaevinde Fidan Kalşen, Fahri Sarı, Sultan Sarı, İlker Babacan’ın yaşamını yitirdiğini hatırlatan Serdar, "Ölüm orucunda olan yoldaşlarımızı korumak için onların bulunduğu koğuşa gittim. İçeriye sayısını hatırlayamadığımız kadar bomba atıldı. Bu kimyasalların bırakın kapalı bir yere normalde dahi kullanılmaması gerekiyor. Bunlardan biri benim koluma isabet etti ve kolumdan yaralandım" diye konuştu. Ellerinde direnmekten başka seçeneğin olmadığını çünkü doğacak her çocuğun yaşananları okuyacağını ve hesap soracağının altını çizen Serdar, bunu bildikleri için de tarihsel sorumluluklarını yerine getirdiklerini söyledi.
"Kolum kesildi"
Kolundan yaralanan Serdar, baygın bir şekilde askerlerin bulunduğu alana çıkarıldığını ve ardından önce İstanbul'da bulunan Çapa Hastanesi'ne götürüldüğünü ve burada tutuklu koğuşu olmadığı için de Cerrahpaşa Hastanesine götürüldüğünü anlattı. Kendisine ilk müdahalenin Türk Tabipleri Birliği doktorlarınca yapıldığını dile getiren Serdar, "Doktorlar bana müdahalede bulunduktan sonra 'Kolunu kesmek isteyebilirler ama biz kolundan sinyaller aldık. Kolun iyi bir tedavi ile kurtarılabilir' dediler. Ama benim kaldırıldığım Bayrampaşa Hastanesi'nde tedavi doğru dürüst yapılmadı. Kolumun karardığına çıplak gözlerim ile an be an şahit oldum. En sonunda beni ameliyata aldılar ve ‘kolun kangren olmuş’ denilerek kesildi" dedi. Serdar, adına "hayata dönüş" dedikleri operasyonda kolunu kaybettiğini 28 tutuklunun da yaşamını yitirdiğini hatırlatarak, “Bunun adı nasıl olurda hayata dönüş oluyor?” diye sordu.
"Mücadele edersek politikaları boşa düşecek"
Operasyonun yaşandığı yılda ekonomik bir kriz olduğunu ve sınıf hareketinin yükseldiği bir dönem olduğuna dikkat çeken Serdar, "Devlet açıkça ya teslim olacaksınız ya da biz sizi katledeceğiz diyordu. Ama esas mesaj dışarıyaydı. Çünkü ekonomik kriz vardı. Toplumsal bir mücadele, halk hareketi, sınıf hareketi çoğalmıştı. Devrimci önderlere, devrimcilere yönelik baskılar ile dışarıyı da baskı altına almak istiyorlardı. Dönemin Başbakanı Ecevit gittiği her yerde içerisini zapturapt altına alamazsak dışarıyı zapturapt altına alamayız diyordu. Bugün de buna benzer süreçler var. Cezaevlerinde tep tip elbise dayatmaları var. Tutuklular açıkça bunu kabul etmeyeceklerini direneceklerini söylüyor. Bize düşen görev de onlara destek vermek. Önemli olan dışarının içerisi ile bağı ve mücadelesi. Eğer biz birlik içinde dünden ders çıkarırsak mücadele edersek bu politikaların tamamı boşa düşecektir” dedi.