Gündem

Kolombiya öğretiyor

'Türk devleti Kürt hareketine nasıl yaklaşıyor ve Kürt sorununu çözmek için ne yapıyor?'

22 Eylül 2012 19:41

- Uzay Bulut

Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, ulusal yayın yapan bir TV programına çıkıyor ve tarihi konuşmasını yapmaya başlıyor. Bir yanında ordudan komutanlar, diğer yanında sivil yetkililer ve polis teşkilatından üst düzey yöneticiler var.

Konuşmasında  "Müzakere süreci kapandı. Bunlarla neyin müzakeresini yapacaksın? Sen kimden yanasın. Terörden yana mısın, terörü yok etmek isteyenlerden yana mısın? Bir laf var ‘domuzdan yana mısın, bizden yana mısın?’ Mecliste ne duruyorsunuz, siz dağa çıkın. Ben de yargıya gerekenleri söyledik, yargı da gerekenleri yapıyor. Biz de parlamentoda gereği neyse, onu yapacağız!''  demiyor.
 “FARC’ın temsilcileriyle yurtdışında yapılan keşif amaçlı toplantılarda ilerleme kaydettiğimizi birkaç gün önce teyit etmiştim” diye başladığı konuşmasında hükümet ve FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri),  arasındaki çatışmaya son vermek amacıyla bir yol haritası ortaya koyan genel bir anlaşmayı imzaladıklarını ve barış müzakerelerinin Ekim ayında Oslo’da başlayacağını dile getiriyor.

Santos, müzakerelerin 3 aşamada yapılacağını anlatıyor: İlk aşama; müzakerelerin gündemini, kural ve prosedürlerini belirleyen yol haritasının imzalanmasından oluşuyor ki bu aşama tamamlanmış durumda. İkinci aşama, son anlaşmaya varmak için tarafların kesintisiz ve aracısız olmak üzere belirlenen konularda tartışmasını içeriyor ve imzalanacak son anlaşma ile çatışmaların bitmesi öngörülüyor. Üçüncü ve son aşama, üzerinde anlaşmaya varılan tüm maddelerin eş zamanlı olarak uygulanmasını kapsıyor.

Müzakerenin gündemindeki 5 tartışma maddesi şöyle: Kırsal gelişim, siyasi muhalefet ve yurttaş katılımının güvence altına alınması, silahlı çatışmaların bitmesi, uyuşturucu kaçakçılığı ve savaş kurbanlarının hakları.

Başkan Santos, konuşmasının sonuna doğru halkına şöyle sesleniyor: “Eğer başarılı olamazsak, doğru olanı yapmış olduğumuz için vicdanımız rahat olacak. Eğer başarılı olursak, bu karanlık ve yarım yüzyıldır süren çatışmaya son vermiş olacağız. Gezegendeki en uzun süren iç çatışmalardan birinin yaşandığı bir ülke olmaya devam edemeyiz. Benim kuşağımın başına geldiği gibi, yeni kuşakların da barış içinde tek bir gün bile geçiremedikleri bir dünyaya gelmelerine izin veremeyiz. Şüphesiz ki bu sayfayı kapama vakti gelmiştir. Birkaç gün önce dört çocuğundan ikisini çatışmalarda kaybetmiş bir anne yanıma yaklaştı ve şöyle dedi: ‘Başkan, artık barış olsun. Barış olursa, daha iyi insanlar oluruz. Barış olursa, hayatta kalan iki oğlumun daha çok imkânı olur.’ Bu yüzden hepimiz, barış içinde bir arada yaşama hayallerimizi gerçekleştirmek için güçlerimizi birleştirmeli ve birlik olmalıyız.”

Türk devletinin yıllardır Kürt hareketini kitlelerin gözünde şeytanileştirmeye çalışmasının aksine, Kolombiya Başkanı Santos, 1964 yılında kurulduğundan beri Kolombiya devletiyle savaşan FARC’ı hedef göstermiyor: “Biz çok çalıştık fakat kabul etmeliyim ki FARC da çok çalıştı” diyor. Halkından müzakereler boyunca sabırlı, güçlü ve iyimser olmasını istiyor.

Peki, Türk devleti Kürt hareketine nasıl yaklaşıyor ve Kürt sorununu çözmek için ne yapıyor? Kürtler haklarını talep etmeye 1984’te değil, 1959 yılında başladılar ve 1959’dan 1984 yılına kadar geçen 25 yıllık sürede gayet barışçıl ve ılımlı taleplerini dile getirdiler. Bu yüzden öncelikle üzerinde durulması gereken soru şudur: Türk devleti, Kürtlerin legal alanda en barışçıl taleplerini bile neden tanımadı? Kürtlerin aradan geçen zaman zarfında radikalleşmesinde birçok çevresel sebep rol oynasa da, esas etken, Türk devletinin Kürt halkını ne pahasına olursa olsun inkâr ve imha etmek gibi tarihsel bir hakka sahip olduğuna inanması ve baskı ve şiddet yoluyla Kürt sorununu toprağa gömebileceğini düşünmesiydi.  Bu inanç doğrultusunda uygulanan politikalarla Kürt halkının legal alanda siyasal mücadele verebilmesi engellenmeye çalışıldı. 1980 darbesi sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde Kürt halkına yapılan en insanlık dışı işkenceler ise bu baskıların doruk noktası oldu. 30 yıllık çatışmalı sürecin sonunda geldiğimiz nokta ise içler acısı.

Gerilla hareketlerini araştıran sosyal bilimcilerin ortak bulgusu şudur: Şiddetin sona ermesi için demokratikleşme şarttır. Ezilen ulusun temsilcilerinin taleplerini dile getirebilecekleri demokratik bir zeminin sağlanması ve bu taleplerin açıklık, şeffaflık ve doğruluk ilkeleri temelinde hayata geçirilmesi, çatışmalı ortamı durduracak tek kalıcı yoldur.

Başkan Santos’un söylediklerinin ne kadarını gerçekleştirebileceğini zaman gösterecek fakat silahlı çatışmanın bitmesi için esas sorumluluğun öncelikle devlette olduğu bulgusunu düşündüğümüzde, Santos’un doğru yolda olduğunu söyleyebiliriz.

Albert Einstein özlü sözünde dediği gibi, “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır.” Şimdiye kadar Kürt meselesini yok etmek için legal partileri kapatmak ve halkın seçtiği vekilleri hapse atmak dâhil her yol mubah görüldü ama demokratik çözüme dair ciddi bir adım atılmadı. Geçmişte uygulanan yasakçı ve baskıcı politikaların sonucu ortadayken, vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırmanın hatta BDP’yi kapatmanın ve televizyon ekranlarından Kürt siyasetçilere hakaretler yağdırmanın Türkiye toplumuna huzur ve barış getireceğini düşünmek hiç de akıllıca bir yöntem değil.

Bu kirli savaş 30 yıldır sürüyor ve savaşın yarattığı acı, zamanla nefrete dönüşüyor. 40 bin Türk ve Kürt gencini bu savaşta kaybettik. “Gençlerimiz ölmesin, analar ağlamasın” diyenler, savaşı derinleştirmek için değil, kalıcı barışı tesis etmek için uğraşmalı.

Her ne kadar Türk egemen medyası Türk toplumuna yansıtmasa da, Kürt hareketi yıllardır barış için onlarca çağrıda bulundu, öneriler sundu, sunmaya da devam ediyor. Bu noktada Kürt hareketini çözümün inkâr edilemez bir parçası olarak hala kabul etmeyenler, “iyi de kiminle barışacağız?” diye sorabilirler. Cevap gayet açık: “Kiminle savaşıyorsanız, onunla barışırsınız.” Görmek isteyen gözler için dünya deneyimleri ortada.