Amca Reşat Kaymaz ve anne Makbule Kaymaz.
21 Kasım 2004 tarihinde bazı televizyon kanallarında ''Mardin Kızlıltepe'de iki terörist öldürüldü'' altyazısı geçti. Mardin Valiliği'nin açıklaması üzerine basına yansıyan o iki 'terörist' 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz'dı. Ntvmsnbc'de yayımlanan haber iöyle:
10 dakika önce annesine bayramlığını kaldırmasını söyleyen 12 yaşındaki Uğur, evinin önünde 'terörist' diye öldürüldü. Vücudundan 9 kurşun çıkarıldı.
Daha sonra Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz'ı öldürmekten yargılanan 4 polisin davasında mahkeme polislere meşru müdafaa gerekçesiyle beraat kararı verdi. Avukatlar temyize gitti. Verilen beraat kararını Yargıtay onadı. Kararda "Eylemin, meşru müdafaa sınırları içinde kaldığı" vurgulandı.
Uğur'u ve babasını anmak isteyenlere de geçen yıl ki anma törenlerinden dolayı dava açıldı. Aralarında amca Reşat Kaymaz’ın da bulunduğu 6 kişiye ‘örgüt propagandası’ yaptıkları iddiasıyla 1'er yıl hapis cezası verildi.
Dava şu anda AİHM'de. Ama daha da önemlisi, ailesinin Türkiye'deki adalete hiçbir inancı kalmamış. Uğur'un annesi Makbule Kaymaz, ''Oğlumun katilleri dışarıda, ciğerim yanıyor'' diyor ama yine de ''Barış için çabalayalım ki, başka çocuklar ölmesin'' diye de ekliyor. Makbule Kaymaz'ın da, amca Reşat Kaymaz'ın da tek istediği adalet. Ve yine bir bayram gününe denk gelen ölüm yıldönümünde bir kez daha adalet isteklerini dile getirdiler.
Makbule Hanım, Türkçe bilmiyor ama acısını anlamak için dilini anlamaya gerek kalmıyor. Oğlunun, kocasının öldürüldüğü ana bir kez daha dönüyor:
Makbule Kaymaz:
''Uğur'umun ve kocamın altıncı ölüm yıldönümü yaklaşıyor ama bunu yapanlar hala serbest. Devlet yetkililerinin acımızı anlaması için onların da çocuklarının gözlerinin önünde öldürülmesi mi gerekiyor? Kaç yıl sonra kıyafetleri verdiler bize, hala kan izleri, kurşun izleri duruyor. Sadece ağladık, uzun uzun ağladık ve kıyafetleri kaldırdık.
12 yaşındaki oğluma ve eşime sıkılan kurşunlar Kürt halkına sıkılmıştır. 12 yaşındaki çocuğumu katledenlere hak ettikleri ceza verilmedikçe bunun peşinde olacağız. Bir çocuk taş attı diye yıllarca cezaevine konuluyor. Yüreği yanan tüm annelere sesleniyorum; acınız gözyaşınız birdir. El ele, omuz omuza bu hukuksuzluğun, acıların dinmesi için, savaşa karşı, silahlara karşı siper olalım. Barış için çabalayalım ki, başka çocuklar ölmesin.
Uğur'un öldürüldüğü an
O gün yemek yiyecektik. Uğur bir kazağını kaldırmasını söyledi, ''Bunu diğer bayram giyeceğim'' dedi. Sonra babasıyla dışarıya çıktılar. Ahmet kamyona yerleştirmek üzere evde bulunan yatak eşyalarını Uğur'la çıktı. Eşyaları kamyona bırakıp geleceklerdi. Onlar sokağa çıktıktan sonra silah sesleri duyduk Çok korktuk, yan komşumuz olan akrabamızın avlusuna geçtik. O an Uğur’un kamyonun önünde diz çökertilmiş bir şekilde boynu yere eğik olarak oturtulduğunu gördüm Pantolonunu fark ettim . Sonra polisler geldi ve bizi alıp izi karakola götürdüler. Fotoğrafları gösterdiler. Ahmet ve Uğur'la ilgili soru sordular. Ahmet’in Uğur’un ne iş yaptığını sordular. Sonra Murat (Ahmet’in büyük abisi) arayıp öldüklerini söyledi. Sonra bizi sabaha karşı eve getirdiler. Ben hala inanmıyordum. Cenazeleri Diyarbakır’dan geldiği zaman gözümle görünce inandım. İkisinin de gözleri açıktı. Onları öyle görünce kendimi kaybettim. Sonra beni hastaneye kaldırmışlar. Bu kadar zor bir şey olamaz. Hala o acıyı hissediyorum. Bu acıların bir daha yaşanmamasını istiyorum. Eğer oğlumu ve kocamı öldüren polisler yargılansaydı, hak ettikleri cezayı alsalardı acımız yine olacaktı ama en azından içimiz biraz olsun rahatlardı.
Kardeşleri de asla unutamıyor. En küçüğü Ali, abisine ve babasına şiirler de yazdı. Ali şu an Uğur’un yaşında. Görenler onu Uğur sanıyor.''
Makbule Hanım burada gözyaşlarına hakim olamıyor ve sonra içeriden çocukların sakladığı eşyaları getiriyor. Ali, Habib ve Emine, Uğur’dan ve babalarından kalan hediyeleri, eşyaları, fotoğrafları, gazetede çıkmış bütün haberleri, yazıları saklamışlar. Ali’nin ‘Baba ve Oğul’ adını verdiği şiiri de, o anıların, gazete kupürlerinin arasında duruyor. Makbule Hanım, Ali'nin ''Hiç unutamam ki ben, sensizliğinizin hasreti kahretti beni…’’ diye başlayan şiirini gösteriyor.
Diğer çocukları için korkup korkmadığını sorduğumda ise şu cevabı veriyor:
Diğer çocuklarım için de korkuyorum. Bu korku içimde her zaman var zaten. Çocuklarımı ben büyüttüm, bu yaşa getirdim. Eğer çocuklarımın bir suçu varsa sorgulasalardı, niye öldürdüler? Biz çocuklarımızı başkası için büyütmüyoruz, öldürülsün diye büyütmüyoruz. Ciğerim yanıyor...
Reşat Kaymaz:
''Bizim ailemiz daha önce de böyle adaletsizliklere maruz kalmıştı. Mahkeme Mardin’deyken demokratik tepkiler gerekçe gösterilerek mahkeme güvenlik nedeniyle Eskişehir’e alındı. Eskişehir’deki mahkemeye gittiğimizde saldırıya uğradık. Güvenlik dedikleri neydi? Güvenlik sadece polisler için mi vardı? Bizim için bir güvenlik olmadı. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Sonra, mahkeme heyetinin sürekli değişmesi bizi kaygılandırdı. Mahkeme sonuçlanana kadar yanılmıyorsam 4 heyet değişti. Bu da bizleri başka düşüncelere sevk etti. Olayın örtbas edilmesi, kamuoyundan düşürülmesi… Sonucun beraat olması da adalete inancımızı yok etti.
'ADALET KÜRTLERE İŞLEMİYOR'
Uğur örgüt üyesi ise biz de öyleyiz çünkü onu biz büyüttük, onunla yaşadık, hep birlikteydik. Bütün delillere, Adli Tıp’tan gelen rapora rağmen bize karşı adalet işlemedi. 9 kurşununun 9’u da öldürücü olmasına rağmen, çatışma olmamasına rağmen polislere beraat kararı çıkıyorsa buna adalet denmez. Şu an Türkiye’deki adalete inanmıyorum. Adalet karşısına çıkan Kürt ise o potansiyel suçlu oluyor. Gerçekten suçlu olup olmaması önemli değil. Bu bölgede bir olay yaşanıyorsa polis ve asker mutlaka haklıdır. Ceylan Önkol, Şerzan Kurt… Bu olaylar hep göz önünde olanlar… Olaylar araştırılamıyor bile. Sivil insanlar öldürülüyorsa eğer o zaman bu adalet polisle askerin adaletidir, onların devletidir. Kürt olunca adalet maalesef işlemiyor. Doğu’da da olsa İstanbul’da da olsa adalet Kürtlere işlemiyor.
'KİMSE BU ÜLKEDE ADALET VAR DEMESİN'
Kardeşim ve yeğenim öldürüldüğünde de, Kızıltepe halkının tepkisi olmasaydı, sivil toplum örgütlerinin, basının, uluslar arası kamuoyunun ilgisi olmasaydı bu dava açılmayacaktı. Valinin ilk açıklamasına göre sadece ‘İki terörist öldürülmüştü’. Bu olayın üzeri kapatılacaktı ve kardeşim ve yeğenim terörist olarak kalacaktı. Hani eşitlik, kardeşlik diyorlardı. Nasıl bir kardeşlik bu? Hrant Dink’in davası da göz önündedir. Abim ve yeğenimin birinci ölüm yıl dönümünde mezarı başında ‘’Katiller dışarıda, Uğurla mezarda’’ diye ceza alıyorsam, Uğur’u annesinin önünde, evinin kapısının önünde öldürenler bir gün dahi ceza almıyorsa kimse adalet bu ülkede var demesin. Bizim de var dememiz için deli olmamız gerekiyor.
Basın bile bu olayın üzerinde durmasına rağmen, Sayın Başbakan’ın canlı yayında ‘’12 yaşındaki bir çocuğun terörist olacağını kimse bana söylemesin’’ demesine rağmen Adalet Bakanlığı neden bir şey yapmıyor. Beraat kararı nasıl çıktı? Yargıtay nasıl kararı onayladı? Hukuki yollara başvurmamızın bir nedeni de bu olay son olsun, başka insanlar canlarını kaybetmesinler. Hukukun herkes için eşit olduğuna da inanmak isterdik. Ama maalesef değil. Dünya televizyonları Kızıltepe’ye geldi. Türkiye - AB Karma Parlamentosu Başkanı Joost Lagendijk de söylemişti; ‘’Uğur’un kanı yerde kalmayacak’’ diye…
Uğur'un öldürüldüğü an
Olay olduktan sonra savcı bana telefon açtı. ‘’Ahmet Kaymaz güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada vefat etmiştir, cenazesini alın’’ dedi. Öyle deyince ben şok geçirdim. Ne çatışması diye. Kızıltepe’deki arkadaşları aradım. ‘’Kızıltepe’de bir çatışma var mı?’’ diye sordum yok dediler. Sonra yan komşuya telefon açtım. Dedim ‘’böyle bir şey var mı?’’ ‘’Evet, Ahmet de öldü, Uğur da, çabuk gel’’ dedi. Ben de akrabaları, arkadaşları aradım eve gidin dedim. Mardin’e vardığımda büyük bir kalabalık vardı. Çok soğuk bir hava vardı. Sahiplenen büyük bir kitle vardı, taziye çadırında. Bu acımızı bir nebze de olsa hafifletti. Bu olayın bir infaz olduğu ortaya çıkınca da, sivil toplum örgütlerinin, öğrencilerin olduğu bir topluluk eylem yaptılar. Onlara müdahale edildi. Uğur’un kız kardeşinin ayağındaki bir kemik kırıldı. Küçük çocuklara vurmuşlardı. İlk önce Birgün gazetesi yazdı, sonra basının ilgisi oldu. Avrupalı Parlamenterler gelmeseydi uzunca bir süre belki de hala terörist diye anılacaklardı. Hatta olay 4.30’da olay oldu, TRT’de altyazı geçti: ‘İki terörist öldürüldü’ diye, Vali’nin açıklamasına dayanarak. Deşifre edilince infaz olduğu ortaya çıktı. Basın, kamuoyu sahiplenmeseydi, abim ve yeğenim terörist olarak kalırlardı, hiç kimse de farkına varmazdı.
Şimdi dava AİHM’de. AİHM’de kazanacağımıza yüzde yüz inanıyorum. Ama bunun Türkiye’ye, bize ne faydası olacak. Biz bunun Türkiye’de çözülmesini isterdik. Zaten polislere açılan dava da komikti: 6-10 yıl arasında ceza isteniyordu. Bir ailenin hayatını mahvediyorsun. Diğer çocuklar babasız, abisiz büyüyorlar. Bunları görmezlikten gelemeyiz. Şimdi bu çocuklara adaleti nasıl anlatırsınız?
'EŞİT DEĞİLİZ, KARDEŞ DE DEĞİLİZ'
Şimdi Başbakan, Adalet Bakanı ya da her hangi bir parti, kurum, kişi çıkıp gelse Türkiye’de adalet var derse ben nasıl inanacağım. Ben inanmıyorum. Bizim Türkiye ile olan manevi bağımız da kopuyor. Milli birlik beraberlik duygularıyla yaşayamam. Ulusal bayramları artık kendi bayramımız gibi göremiyoruz. Cumhuriyet Bayramı bizim için bir şey ifade etmiyor. Bunu nedeni adaletsizlik... Adalet bana farklı, sana farklı olacaksa eşit değiliz, kardeş de değiliz.
'NASIL HAYAT İSTEYECEĞİZ?'
Bu tür infazlar, çeteler varken biz nasıl hayat isteyeceğiz. Nasıl şartlarda yaşayacağız. Burada sürekli korku var. Yarın başka bir infaz olmayacağını kim garanti edebilir. Olaydan sonra da tehdit edildik, korkutulduk, polis tarafından izlendik. Acıyı biz yaşadık, baskıyı yine biz gördük. Ama biz yine de söyledik ‘’hepimizi öldürseniz de biz davayı açacağız, demokratik yolardan hakkımızı arayacağız’’.
'UĞUR YAŞASAYDI'
Ben cezaevine girdim, Uğur’un yaşıtları vardı. Suçları ya taş atmaktır, ya eyleme katılmak, ya da slogan atmaktır. Okulda olmaları gerekirken maalesef dört duvar arasındalar. Sonradan çıkan bu yasa bir şey ifade etmiyor. Önce bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Çocukları öldüren ve cezaevine atanlar kimlerdi. ‘Neden’e inmek gerekiyor. Niye taş atıyorlar, neden cezaevine giriyorlar. Ben bazen düşünüyorum Uğur yaşasaydı ne olacaktı. Avukat olacağım derdi. Avukat olabilseydi, çocukları mı savunacaktı?