Sırtındaki gömleği ter içinde kalmış, boynunun etrafına - hani belki terini alır diye - bir tülbent dolamış, ayakkabılarını çıkarmış, çıplak, şişmiş ayaklarını uzatmış, dinleniyor.
Kadir Paltun, Yalova'da okul müdürüymüş. Emekli olmasına 10 ay kala çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname'yle işinden alınmış. 3 gündür Adalet Yürüyüşü'nde binlerce kişiyle yan yana yürüyor.
Mola yerindeyiz.
"Ben 12 Eylül'de işkence görmüş biriyim. 12 Eylül bile bu dönemden çok daha iyiydi," diyor.
"Bu insanların buraya gelmesinin tek nedeni haksızlıktır, hukuksuzluktur. Had safhaya çıktı bunlar. Bu yürüyüş zulme, baskıya karşı toplumsal bir direniştir."
15 Haziran'da Ankara Güvenpark'ta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun elinde "adalet" yazılı bir pankartla başladığı yürüyüşe 19'uncu gününde tanık oluyorum.
Birkaç yüz kişiyle başlayan yürüyüş bugün artık on binlerce kişinin katıldığı siyasi bir olguya dönüşmüş halde.
Şimdiye dek 350 kilometreyi aşkın yol kat edilmiş, son 30 yılın en sıcak günlerinde dere tepe adım adım yürünmüş.
Etrafımdaki herkes -ben dahil- ter içinde.
Binlerce kişinin giydiği beyaz üzerine kırmızı harflerle "adalet" yazan tişörtler sırılsıklam.
Çoğu, kafalarına güneş geçmesin diye yine üzerinde "adalet" yazan şapkalar takmış.
Biri şapka da bulamamış olsa gerek, yol kenarındaki bir ağaçtan kopardığı bir dalın yapraklarını siper olsun diye başının üzerine geçirmiş.
Kadınların kimi başlarındaki tülbentlerini artık mendil gibi, havlu gibi kullanıyor. Herkesin yüzü kıpkırmızı. Saç dipleri su içinde.
Ama tuhaf bir şekilde yorgun görünmüyorlar.
Sanki günlerdir yolda olanlar onlar değillermişçesine tempolu, sık adımlarla yürüyor, "Hak, hukuk, adalet" diye sloganlar atıyorlar.
Çiftçi Özcan Orhan, Niğde'den Ankara'ya gitmiş önce. Güvenpark'tan beri yürüyor.
"Ben anayasayı çiğnesem beni içeri atarlar. Ama referandumda YSK anayasayı çiğnedi, hiçbir şey olmadı. Bir oy hakkımız vardı, onu da aldılar. Korku toplumu yaratıldı. İstanbul'da milyonları bulacağız," diyor.
Akademisyen Ulaş Bayraktar, 29 Nisan tarihli bir KHK'yla Mersin Üniversitesi'ndeki işinden ihraç edilmiş. Kendisini "OHAL emeklisi" olarak tanıtıyor.
"Ben bunu sadece Adalet Yürüyüşü olarak görmüyorum. Umut Yürüyüşü de bu aslında biraz," diyor.
"Çok farklı kesimler tek bir ortak talep etrafına kenetleniyor. Adalet aslında umudun vesilesi burada. Barış, özgürlük, demokrasi, kardeşlik..."
Türkiye'nin kendi sözleriyle düzlüğe çıkması için önce iyice dibe batıp, oradan güç alması gerektiğini düşünüyor:
"Türkiye bazı şeyleri tecrübe etmeden idrak edemiyor. Biz ekonomiyi, faizi bankerler sayesinde, yapı güvenliğini depremler sayesinde öğrendik. Şimdide adaleti, hukuku, demokrasiyi öğreniyoruz.
"Bu depremi de atlatacağız. Evet, bazılarımız belki enkaz altında kalacak ama diğerlerimiz de zelzele bittiğinde enkaz kaldırma çalışmalarına başlayacağız."
"Bu bir umut. Yan yana durabilme umudu. Hayır'dan sonra bir 'Hayde' hareketi diyorum ben buna. Hayde dedik, yürümeye başladık. Ben çok umutluyum. Güzel şeyler olacak."
Biz konuşurken arkamızda Berkin Elvan'ın afişini taşıyan Fenerbahçe'nin Sol Açık taraftar grubu beliriyor.
9 yaşındaki bir kız çocuğunun elinde Ali İsmail Korkmaz posteri var.
Annesi Sevgi İlgezdi, "Toplumsal bir adaletin peşindeyiz," diyor:
"Hepimizin gözünün önünde çiğneniyor ülke. Buna dur diyecek bir şey olmasını bekliyoruz bu yürüyüşün. Karşı tarafın bir ihtar alabilme ihtimalini bekliyoruz. Bir ses, bir çığlık hepimizi güçlendirir diye bekliyoruz. Bir kıvılcım bekliyoruz, bir kıvılcım yeter diyoruz."
Adalet Yürüyüşü, 15 Haziran'da, yani CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu'nun MİT tırları davasında casusluk suçlamasıyla 25 yıl hapis cezasına çarptırılmasından bir gün sonra başlamıştı.
Yol kenarında bir mola yerinde konuşma fırsatı bulduğumuz Kemal Kılıçdaroğlu, yürüyüşlerinin sadece Enis Berberoğlu'yla ilgili olmadığını, ama tutuklanmasının bardağı taşıran son damla olduğunu söylüyor:
"Hedefimiz Türkiye'nin uygar dünyanın bir parçası olması. Türkiye'de adaletin olması. Türkiye'nin hapishanelerinde milletvekilleri olmamalı, gazeteciler olmamalı, akademisyenler olmamalı. Bir bildiriye imza attı diye üniversite hocaları kapının önüne konulmamalı. Adaletli bir Türkiye, hukukun üstünlüğüne inanan bir Türkiye istiyoruz. Oysa bugün otoriter bir yapı var."
Kemal Kılıçdaroğlu'nun başlattığı yürüyüş uluslararası medya tarafından çok bilinen bir benzetmeyle anılıyor: Mahatma Gandhi'nin Tuz Yürüyüşü.
12 Mart 1930'da başlayan ve 24 gün süren Tuz Yürüyüşü'nde Gandhi'nin talebi Dandi köyü sahilinden tuz çıkarma çalışmalarının geçmişte olduğu gibi yerel halk tarafından yapılabilmesiydi. Ancak İngiltere hükümeti bunu yasadışı kabul etmiş, vergi getirmiş ve hatta zor kullanarak tuz üretimini engellemeye çalışmıştı.
24 günlük barışçıl yürüyüş sonunda İngiltere geri adım atmak zorunda kalmış, bu Hindistan'ın İngiltere'den bağımsızlık mücadelesi için de bir mihenk taşı olmuştu.
Kılıçdaroğlu, Gandhi'ye benzetilmekten onur duyduğunu ancak durumun farklı olduğunu söylüyor:
"Gandhi'nin artısı vardı. Mücadele ettiği kişiler demokrasinin beşiği diye tanımladığımız İngiltere idi. Bizim karşımızdakilerde ise demokrasi kültürü yok. Karşımızda bir duvar var.
"Ne söylersek söyleyelim bize kulak kabartmıyorlar. Ya bu insanlar niye yürüyor? Bu sıcakta, yağmurun çamurun altında bu insanlar 'Adalet! Adalet!' diye niye yürüyorlar? Bunu düşünmüyor.
"Gandhi'nin yürüyüşü başarıya ulaştı, İngiltere geri adım attı. Bizim yürüyüşümüzde böyle bir geri çekilme olmayacak. Önümüzde duvarlar var. Biz o duvarları yıkarak adaleti ve demokrasiyi getireceğiz."
Adalet Yürüyüşü, 9 Temmuz'da, CHP milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutulduğu Maltepe Cezaevi yakınlarında son bulacak.
Ancak Kılıçdaroğlu CHP'nin sonrasında da benzeri eylemlere devam edeceğini söylüyor.
Yürüyüş, gerek hükümet gerekse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sert açıklamalarla eleştirildi, kınandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan son olarak 1 Temmuz'daki AKP İl Başkanları toplantısında CHP'yi terör örgütlerini desteklemekle suçlamış, "İlla hak arayacaksanız, gidin FETÖ, PKK, DHKP-C davalarının görüldüğü mahkemelere, şehitlerin, gazilerin hakkını arayın" demişti.
Erdoğan, yürüyüşe katılanları "taammüden vatana ihanet suçuna ortak" olmakla da suçlamıştı.
Kılıçdaroğlu, bu sözleri hatırlatınca, "Cumhurbaşkanı tek bir şey diyemiyor: 'Bizim ülkemizde adalet var, niye yürüyorsunuz ki?' diyemiyor. Çünkü o da adalet olmadığını biliyor," diye konuşuyor ve şöyle devam ediyor:
"Bu bizim lütfumuzdur, o sayede siz yürüyorsunuz diyor. Benim anayasadan kaynaklanan haklarımı bana lütuf olarak sunuyor. Bu diktatör kafasıdır. Adalet Erdoğan'a da gerekecek. 'Nerede bu ülkede adalet?' diye bağırdığı zaman yanında beni bulacak, başka kimseyi değil."
Ancak Cumhurbaşkanı'nın sözleri Adalet Yürüyüşü güzergahı üzerinde karşılığını da buluyor. Kalabalığın yanından geçen araçlardan kimi zaman Recep Tayyip Erdoğan şarkıları, kimi zaman mehter marşları yükseliyor. Rabia işareti yapan eller araba camlarından sallanıyor. Bazen küfürler ediliyor.
Hatta Düzce'de örneğin kortejin geçeceği yol üzerine gübre dahi bırakılmıştı.
Yürüyüşe katılanlar bu tür olaylara alkışlarla karşılık veriyor. Bazen sinirlenen biri bir yanıt vermeye kalkarsa, hemen başka biri sakin ol diyerek onu susturuyor. Yürüyüşün barışçıl kalması için çaba sarf ediliyor.
Güzergah üzerindeki bir fabrikanın işçileri, binlerce kişinin geçişini izlemek için otoyol kenarına çıkmış. Bazıları Rabia işareti yapıyor, bazıları bozkurt...
Hakan Murat, "Biz vatan millet için ölürüz. Ama böyle yürüyüşler bizi öfkelendirir," diyor.
"Burada adalet aranmaz. Burada vatan millet için olacaksak, biz de geliriz. Kanımızın son damlasına kadar. Ama böyle bir yürüyüşü tasvip etmiyoruz biz."
Ama hiçbir tepki sınırı aşmıyor, sertleşmiyor, demokratik sınırların ötesine geçmiyor. Ancak böyle bir korku tabii ki var: Provokasyon korkusu.
Kemal Kılıçdaroğlu böyle duyumlar aldığını söylüyor. İstanbul'a yaklaşılırken ülkücü bir grubun bu amaçla kullanılabileceği yönünde ihbarlardan bahsediliyor.
Hatta yürüyüşün yapıldığı D-100 otoyolu, bugün bir tırın kalabalığın üzerine sürüleceği ihbarı üzerine trafiğe kapatıldı.
CHP İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner, böylesi bir dönemde sorumluluk sahibi insanların yürüyüşçülere yönelik açıklamalarına dikkat etmeleri gerektiğini söylüyor:
"Burada yürüyen insanların ve taleplerinin terörle örtüştürülmesi demek, bu ülkede özellikle karşı karşıya getirilen iki kesimin -Cumhurbaşkanına destek veren ile onu eleştiren kesimin- arasına terör, teröristlik, vatan hainliği gibi kavramlarla set çekmek demek bu ülkeyi iç savaşa götürecek yolların döşeniyor olması anlamına gelir. Dünyanın hiçbir yerinde toplumun yarısının terörist olması mümkün değil," diye konuşuyor.
Yürüyüşe 17'inci gününden itibaren destek veren Anti-Kapitalist Müslümanlar'dan İhsan Eliaçık da hükümetten gelen sert açıklamalara tepki gösteriyor:
"Bu Adalet Yürüyüşü'nde biraz Gezi ruhu dolanıyor. İnsanlar beraber, kadın erkek paylaşıyor, kardeş kardeş çadırlar kuruyor, konargöçer bir şekilde ellerindeki avuçlarındakini bölüşüyorlar.
"İktidar Gezi'yi nasıl anlamadıysa, bunu da anlamıyor. Geçmişte Gezi'ye katılanların da, referandumda Hayır kampanyası yürütenlerin de, başka partilerin de bu yürüyüşe iştirak etmesi lazım."
Kılıçdaroğlu da benzer şekilde düşünüyor. Bu yürüyüşün aynı zamanda 2019 başkanlık seçimleri öncesinde muhalefeti bir potada toplamak için atılan bir adım olduğunu da söylüyor.
Peki ama ya provokasyon korkusu gerçeğe dönüşürse? Ya da, ya Kemal Kılıçdaroğlu da tutuklu milletvekilleri arasına katılırsa?
"Bu yürüyüş sonunda ben bir bedel ödeyeceksem o bedeli seve seve öderim," diyor Kılıçdaroğlu.
"Çünkü ben haklı bir davanın mücadelesini yapıyorum. Haklı bir davanın mücadelesini yapanlar korkmazlar, çekinmezler.
"Ben 450 kilometreyi 69 yaşımda niye yürüyorum? Kendi çıkarım için mi? Bu ülkenin çıkarı için. Mücadelemde haklıyım ve kesinlikle sonuç alacağım."