Özel Dosya

Kıbrıs'ta farklı olan ne?

Kıbrıs’ta iki yıl sonra yeniden başlayan müzakereler, ‘Farklı olan ne?’ sorusunu gündeme getirdi. Doğu Akdeniz’de Rum liderin sözleriyle ‘asıl zorluk bundan sonra başlıyor.’

23 Şubat 2014 02:22

Türkiye’nin siyaset kavgalarından uzaklaşıp, yarım asırlık Kıbrıs meselesinin “kısır döngüsü”ne çomak sokmaya ne dersiniz? Kıbrıs sorunu, ABD’nin araya girmesiyle geçtiğimiz günlerde Rum lider Anastasiadis ile Türk lider Eroğlu arasındaki “oyunun parametrelerini belirleyici” ortak bir metin üzerinde mutabakata varıldığı haberiyle yeniden gündemimize girdi. Liderlerin son beş aydır üzerinde çalıştığı bilinen mutabakat metni, iki yıl önce ara verilen görüşmelere başlandığını duyururken, akla ilk gelen soru; yine, yeni, yeniden: “Bu kez farklı olan ne?” Yoksa KKTC Dışişleri Bakanı Özdil Nami’nin dediği gibi “Çözüme hiç bu kadar yakın olmamış mıydık?”

Anastasiadis’in ifadesiyle düşündüğümüzde “İki taraflı, iki kurucu devletin iradesine dayalı bir iradeden neşet eden bir egemenlik anlayışına dayalı bir çözümü artık devreye sokmak zamanı” şimdi mi gelmişti? Görünen o ki; tarihsel önyargılar, geçmiş çatışmaların etkisi, güvenlik kaygıları ve üçüncü aktörlerin uzlaşmayı sağlamada başarısızlığı ile tanımlanan çözümsüzlük sarmalından çıkmak mümkün olabilir.

Bugün gelinen noktanın farklı dinamiklerini belirleyen, son dönemde bölgesel bazda yaşanan gelişmeler. Doğu Akdeniz havzasında soruna doğrudan Siyasi yakınlaşmanın ardında Kıbrıs açıklarında İsrail’in de dâhil olduğu çalışmalar sonucunda bulunan gaz rezervleri. Ada’nın bir süredir boğuştuğu ekonomik kriz, tarihi yakınlaşma için güçlü bir itici güç teşkil ediyor.

Siyasi açıdan bakıldığında ise ABD’nin Annan Planı sürecinden bu yana ilk kez bu kadar net devreye girmesi önemli. Doğu Akdeniz havzasında sorunda doğrudan ya da dolaylı biçimde taraf olan aktörler arasındaki çatışma olasılığı, ABD için bölgedeki çıkarları açısından sorun yaratabilmesi açısından meseleye dahilini sürekli kılacak gibi görünüyor. AB tarafında ise Euro krizinin getirdiği durgunluk, içe yönelme ve birlik içindeki sosyal, siyasal ve ekonomik gerginlikler, AB’nin etkili bir bütünleştirici olma noktasından uzaklaştırabilir. 2004 yılında Kıbrıs Rum Kesimi’nin adanın tümünün “hukuki temsilcisi” sıfatıyla AB üyeliğine geçilmesinin ardından oluşan asimetri nedeniyle, AB’nin sürece daha destekleyici bir rol benimsemesi belirleyici görülüyor.

Diğer yandan, Doğu Akdeniz havzasında Türkiye-İsrail-Kıbrıs-Yunanistan hattında çatışma yaratma potansiyelini de göz önünde bulundurmak gerek. Çok aktörlü ve değişkenli bir bölge olan Doğu Akdeniz’de Kıbrıs sorununun çözümü, taraflar kadar, ABD, AB ve BM’nin oluşturduğu dış aktörlerin de aynı yönelim ve zamanlamada desteğiyle mümkün görünüyor.

 

‘Dış güçler müdahaleci değil, katalizör’

 

27 Şubat’ta Ankara’da bir dizi görüşme gerçekleştirecek olan Rum tarafının müzakerecisi Rum Andreas Mavroyiannis, “Eskisinden farklı olan şey, artık daha kararlı ve istekli olmamız. Hem Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, hem de Yunan ve Türk hükümetleri, dış aktörler de etkili. Yapay tarihler öne sürmek yerine, ortak deklarasyonla kararlılığımızı ortaya koyuyoruz. Bu noktadan sonra birlikte çalışmak gerek” diyor.

Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlük, sadece Kıbrıs’ta yaşayanların değil, Türkiye’nin başta AB müzakereleri olmak üzere birçok konuda elini kolunu bağlamaya devam ediyor.  Yunanistan’ın AB dönem başkanlığını üstlendiği ve AB ile müzakerelerin hızlandığı bu dönemde Türkiye de inisiyatif almaya hazırlanıyor.  Öyle ki, Kıbrıs sorununun çözümü, değil sadece Kuzey Kıbrıs’ta yaşayanların günlük yaşamını ve gelecek tasavvurlarını, Türkiye’nin, başta AB müzakereleri olmak üzere, bir dizi konuda elini kolunu bağlıyor. Öte yandan, Yunanistan’ın AB Dönem Başkanlığı’nı üstlendiği bu yıl, Kıbrıs Harekatı’nın da 40’ıncı yıldönümü.

Ekonomik itkide temkinli olmak gerektiğini belirten Mavroyiannis, “Bugün ekonomik kriz içinde olmamız, günün sonunda manevra alanımızı daraltıyor” diyor ve ekliyor: “Siyasi sorunu çözersek Ada’nın ve tüm bölgenin ekonomik potansiyelinin önündeki bariyerleri kaldırabiliriz.”

Dış aktörler; ABD, AB ve İsrail’in sürece müdahale edici değil, destekleyici katalizör bir rol oynadıklarının altını çizen Mavroyiannis, “Anlaşmazlıklar çıkabilir. Ancak bir şeyleri bozmak kolay, inşa etmek zor. Bizim görevimiz bölgede ortak çıkarlar doğrultusunda hareket edilmesini sağlamak” diyor.

Rum müzakereciye göre Kıbrıs’ta demokratik bir toplum kurulması AB’nin de çıkarına. Mavroyiannis, “İki toplumun da AB’ye girmesi yönünde adım atıyoruz. Federal Kıbrıs’ta tek uluslararası ve yasal irade olacak. İnsan hakları, temek hak ve özgürlükler ile AB yasaları tüm adada uygulanacak” diyor.

Peki Mavroyiannis’e göre kendi kaderlerini belirleme hakkının ilk muhatabı Kıbrıs halkı ne düşünüyor? Mavroyiannis’e göre Kıbrıs halkı da umudunu koruyor:

“Bu kez Annan Planı’nda olduğu gibi bir dış gücün başlattığı bir süreç yok. Kıbrıs halkı da süreci destekliyor. Kıbrıslıların özlemlerini ve isteklerini birleştirecek bir çözüme ulaşarak konsensüs sağlamalıyız. Kazan-kazan anlaşması olduğunu anlamamız, birlikte çalışmamız önemli. Bu süreçte hepimize rol var. Referanduma sunacağımız çözüm, üzerinde herkesin anlaştığı bir çözüm olacak.”

Rum müzakereciye, o meşum soruyu yöneltiyorum: “Peki ne zaman?” Mavroyiannis, zaman belirtmekten kaçınıyor: “Ne kadar zaman alacağını kimse bilemiyor. Emin olduğumuz şey, güçlü kararlılığımız ve istekliliğimiz. Rum tarafı adına Anastasiades’in üzerine düşen tüm görevleri yerine getireceğini biliyorum.”

Sürece temkinli yaklaşanlar da var. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi Rum parlamenter Takis Hadjigeorgio ise Kıbrıs’ta çözüm konusuna temkinli yaklaşanlardan: “Siyasi yakınlaşma olmadan ekonomi tek başına kaldıraç olamaz. Ekonominin etkisini görmek için 5-8 yıla ihtiyaç var.”

Kıbrıslı Rumlar Türklerden ilk adımı, Türkler de Rumlardan ilk adımı bekliyor. Benim görüşüme göre gücü olanın ilk adımı atması gerek. O da Türkiye. Türkiye’nin Kıbrıs’ta daha fazla gücü var. Eroğlu’nun birleşmeden yana olduğunu düşünmüyorum. Türkiye ise artık AB’ye üyelik için Kıbrıs kartını oynamasına son verecek aklı göstermeli” diyor.

 

İş dünyasının desteği tam

 

Siyasetteki olası ilerlemeye destek amacıyla ekonomi kanadındaki ilk adım ise geçtiğimiz aylarda iş dünyasından gelmişti. ÜSİAD, Yunanistan Girişimcileri Federasyonu SEV, KKTC’den Kıbrıs Türk İşadamları Derneği İŞAD ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nden Kıbrıs İşverenleri ve Sanayicileri Federasyonu OEB temsilcileri, Ada’daki Yeşil Hat’ta bir araya gelerek, ortak bir bildiri imzaladı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un Kıbrıs Özel Temsilcisi Alexander Downer’ın Ada’da yapacağı temaslar öncesi atılan bu imza, meselenin sadece siyasetçilere bırakılmayacak kadar çok yönlü bir ciddiyet gerektirdiğinin bir göstergesi oldu. Bütünlüklü bir çözüm ise birçok aktörü içinde barındırıyor.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi emekli büyükelçi Volkan Vural da “çözüm için yeni bir iklim” olduğuna inanıyor. “Annan Planı’na benzer, yabancı olmadığımız yeni bir çerçeve hazırlandı” diyen Vural, “Önemli olan içinin nasıl doldurulacağı. Kıbrıs gerçeklerine uygun koşullar, tek egemenlik, içte ve dışta federal devlet yapısı çözümü, Kıbrıs gerçeklerine uygun koşullar” sözleriyle egemenlik konusunun çözümüne yaklaşıldığına inancının altını çiziyor. “Kıbrıs’ta çok uzun bir süreç yaşandı. Ucuna yaklaştık. Bu kez yine başarısız olmamak için Yunanistan ve Türkiye’nin süreçte aktif rol alması ve çapraz görüşmeler yararlı olabilir” değerlendirmesinde bulunan Vural, “Kıbrıs’ta uzun yıllardır yaşanan sanal bir refahtı. Kaynağın ciddi bir rezerv değeri kazanabilmesi için Avrupa’ya ihracı gerekir. İhracatı için en uygun yer Türkiye. Türkiye’nin kolaylaştırıcı rol oynaması hem Türkiye, hem Yunanistan, hem de Kıbrıs için yararlı olur” diyor. Vural, TÜSİAD ile sürece katkıda bulunma konusunda isteklerinin altını çizerek, henüz somut bir yatırım planları olmadığını açıklıyor.

Kıbrıs İşçi ve İşverenler Federasyonu (OEB) Direktörü Michalis Pilikos ise, “Süreçle ilgili kesinlikle olumluyuz. Tam destek veriyoruz. Tüm ada halkının yararına bir süreç. Doğal gaz kaynaklarının kullanımı 2-3 yıl içinde başlayabilir. Adaya barışın gelmesini istiyoruz. İki halk da barış için yeterince bekledi” diyor.

Barış için, tüm ihtimali ve umuduyla güzel ve uzak bir hayal olmaktan öte, gerçekleşmesi için yeterli zaman ve daha önemlisi siyasi istek ve irade olup olmadığını önümüzdeki günlerde göreceğiz.