Güney Kıbrıs parlamentosunun son tartışmalı kararı beni şoke etti.
10 Şubat tarihinde Parlamento, okullarda Kıbrıslı Rumların Yunanistan'la birleşmesini (Enosis) öngören 1950'deki halkoylamasının anılması yönündeki yasa tasarını onayladı.
Pratikte bunun pek bir anlamı yok. Öğretmenler sınıfta bunu birkaç dakika sıkılmış öğrencilere anlatacak ve Eğitim Bakanlığı'nın genelgesini okuyacaktı.
Fakat ben sembolik olarak bunun Kıbrıslı Türkler üzerindeki etkisinin muazzam olacağını biliyordum.
Kıbrıslı Türkleri bu kadar korkutan başka bir sözcük olamaz. Bu onlara Kıbrıslı Rumlar Enosis arzusunu ilan ederken 1960'lı yıllarda pek çoğunun öldüğü ve yer değiştirmek zorunda kaldığı son derece acı, tarihi travmaları hatırlatıyor.
Kıbrıslı Türklerin lideri Mustafa Akıncı'nın kendi toplumu içindeki konumuna bu kadar zarar verecek başka bir şey düşünemiyorum.
Şimdi Akıncı'nın Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında çözüme ulaşmak için gerekli iyi niyetin bulunduğuna kendi toplumunu ikna etmesi çok daha zorlaştı.
Akıncı'yı ilk defa 1990'lı yıllarda iki tarafta da tarih, bellek ve unutma üzerine doktora araştırmamı yaparken tanıdım. O dönem pek çok Kıbrıslı Türk ile konuştuğumda Kıbrıslı Rumların hâlâ Enosis'i istemesinden ne kadar korktuklarını anladım.
Fakat bu Kıbrıslı Rumların 1974 yılında bütünüyle bıraktıkları bir rüyaydı. Girne'de Milli Arşiv ve Araştırma Merkezi'ni ziyaret ettiğimde duvarlarının 1974 öncesindeki Kıbrıslı Rumların Enosis posterleriyle kaplı olmasına şaşmıştım.
Bu araştırmanın sonucu Ölü Bölgeden Yankılar: Kıbrıs'ın Bölünmüşlüğünü Aşmak (Istanbul Bilgi Universitesi Yayinları, 2009) isimli kitabımda yayımlandı.
Araştırma Merkezi'yle ilgili şu bölümü yazmıştım: "Uzun, ölü bir geçmişten kalan bu artıklarla karşılaşmak cesaret kırıcıydı. Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar artık bunlara inanmıyordu; ancak Kıbrıslı Türk araştırmacılar inanıyordu. Bana açıklandığı üzere, o posterler, araştırmacıları motive etmek için orada tutuluyordu. Sorun, Kıbrıslı Rumların artık inanmazken, Kıbrıslı Türklerin Enosis'e şiddetle inanmalarıydı."
Kıbrıslı Türklerin tarihi travmalara dayanan Enosis korkusunu büyütmek çok kolay olduğu ve yanlış bilgilendirmek için resmi kampanyalarda kullanıldığı benim için açıktı.
Birleşmeyi istemeyen o dönem iktidardaki sağcı partiler bu korkuyu Kıbrıslı Türklerin birleşmeye karşı olması için kullanıyordu. Bu partiler Kıbrıslı Rumların hala Enosis'i istediği ve her zaman isteyeceğine Kıbrıslı Türkleri ikna etmek için tüm medya araçlarını kullandılar. Aynı zamanda tüm Kıbrsılı Türklerin bu kampanyaya inanmadığı da açıktı. Solcu bir siyasi partinin lideri olan Akıncı'yla konuştuğumda ve hala Kıbrıslı Rumların Enosis istediğine inanıp inanmadığını sorduğumda bana şu yanıtı verdi: "Hayır, ben Kıbrıslı Rumların artık Enosis'i istemediğine ikna olmuş durumdayım. Bu fikir artık sona erdi. Fakat buradaki, bizim tarafımızdaki birçok insan, bunu kabul etmek istemiyor. İki sene önce, burada Kıbrıslı Rumların Enosis istemediğini söyledim ve bu yüzden saldırıya uğradım. Buradaki çoğu insan, Kıbrıslı Rumların hala Enosis'i istediğine inanıyor ve hükümetimiz de sürekli bu görüşü yayıyor."
Bu korku hala Kıbrıslı Türklerin eğitim sisteminde yayılmaya devam ediyor. Tarih kitapları 1970'lı yıllardan bu yana-2004-2009 yıllarında daha dengeli kitaplar hariç- Enosis ve 1960'lı yılların travmalarına geniş yer veriyor.
Kıbrıslı Rum parlamentosunun Enosis'i anma kararı, Kıbrıs görüşmelerinde masadaki tek seçenek olan federal çözümü desteklemeyen siyasi partiler tarafından destek gördü.
Kanımca bu kararın Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiadis'in pozisyonu ve müzakerelere ne kadar zarar vereceğini biliyorlardı. Anastasiadis daha sonra parlamentonun kararını eleştirdi ve buna katılmadığını söyledi.
Ben Akıncı'nın Enosis'in tarihe gömüldüğü yönündeki fikrini değiştirmediğini düşünüyorum. Ancak Kıbrıslı Türklerin tepkisi göz önüne alınınca güçlü bir tavır koymazsa kendi topluluğu önünde Akıncı'nın pozisyonu daha da zedelenebilir.
Tepki koymasının başka bir nedeni daha da var ve bu Enosis'in hayaletinden daha gerçek. Bu yasa tasarısı parlamentodaki çok küçük aşırı sağcı parti ELAM tarafından sunulmuştu. Buna karşın peşine tüm topluluğu takarak Kıbrıslı Türklerin ortak gelecek konusundaki korkularını alevlendirdi.
Kıbrıslı Rumlar içinse en büyük korku Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'yle birleşmesi ve ayrılmasıydı. Onların da pek çok şikayeti var; adanın kuzeyinin saatler konusunda güney yerine Türkiye ile uyum göstermesi büyük sembolik bir darbeydi. Lefkoşa'nın arkasındaki dağlarda dünyada en büyük olduğu söylenen ve geceleri bile yanan büyük bir Türk bayrağının bulunması ve kuzeyde askeri anmaların yapılması.
Sonuçta her şey iki tarafın travmalara dayanan korkularına ve karşı tarafın acılarını anlama ve kendi yanlışlarıyla yüzleşme konusunda çaba göstermemesinde kitleniyor.
"Sorun harici" diyerek Kıbrıslı Rumlar "Barbar Türk işgali" tanımlamasıyla 1960'lı yıllarda toplumlar arasındaki şiddeti göz ardı ediyor ve sadece 1974'teki travmalarına yoğunlaşıyor.
"Sorun dahili " diyen ve "Kıbrıslı Rumların barbarca katliamları" olarak tanımlayan Kıbrıslı Türkler ise sadece 1960'lı yıllardaki acılarına odaklanıyor.
İki tarafı birleştiren tarihin zor yanlarını, yanlış bilgilendirmeleri ve eğitimi sadece bir çözüm bulunduktan sonra ele almaları konusunda tereddüdü oldu.
Bu yolla baskın, tek yönlü, yanlış perspektifler onların yeniden yakasına yapışabilir ve bir çözümü engelleyebilir.
Bence Kıbrıs Sorunu'nun gerçek tarihi budur.