670, 672 ve 675... 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal'in hükümete verdiği yetkilerle çıkarılan, yüz binlerce kişilerin hayatını yakından ilgilendiren bazı Kanun Hükmünde Kararnameler'in (KHK) numaraları bunlar.
Ağustos, Eylül ve son olarak Ekim'de Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren bu KHK'ların amacı, "terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu'nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların kamu görevlerinden ihraç edilmesi" olarak tanımlanıyor.
Ancak hem ihraç edilen memurlar arasında hem de onlara hukuki süreç için destek veren avukatlar ve sendikalarda, meslekten ihraç edilenlerin hepsinin "bir terör örgütüyle" bağlantısı olmadığı kanısı hakim.
İhraç edilen memurların bir kısmı, internet siteleri kurarak, Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde gruplar açarak seslerini duyurmaya çalışıyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun açıkladığı son rakamlara göre kamudan ihraç edilen memur sayısı 70 bin 784.
İhraç edilenlerin yanında bir de açığa alınarak haklarında soruşturma yürütülenler var. Bakan, bunların sayısının da 56 bin 575 olduğunu söyledi.
Kamudan atılan memurları meslek gruplarına göre ayırdığınızda ise pastada en büyük dilimi yaklaşık 30 bin rakamı ile öğretmenler oluşturuyor.
Bunlardan bir tanesi Küçükçekmece'de rehber öğretmenlik yaparken, bir sabah meslekten ihraç edildiğini öğrenen Ekin Bayraklı.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Bayraklı, yaşadığı süreci anlatıyor:
"Sabah okula geldim. Arkadaşlar uyardı. Resmi Gazete'ye baktım ve ismimi gördüm. Kendimle ilgili hiç böyle bir şüphem yoktu. Böyle bir şey ile karşılaşınca ne olabilir diye geriye dönüp baktım."
Memuriyetten atılanlar arasında, atılma sebebi olduğuna inandıkları birkaç nokta var.
Birincisi hükümetin 15 Temmuz darbe girişiminin ardında olduğunu söylediği Gülen Cemaati'ne ait bir bankada hesap açtırmış, oradan kredi almış olmak.
İkincisi geniş çaplı tutuklamalara neden olan Bylock programını kullanmak.
Üçüncüsü ise Cemaat'in ait olduğu belirtilen bir sendikaya üye olmak.
Bayraklı yıllar önce, mesleğe başladığında üye olduğu sendikaya tepki olarak ve arkadaşlarının da davetiyle yine bir KHK ile kapatılan Aktif Eğitim-Sen'e üye olmuş.
Ancak askere gittiği dönemde sendika bir süreliğine kendini fesh etmiş.
Fakat daha sonra öğrendiğine göre Bayraklı askerde olduğu için sendika üyeliği sona erdirilmemiş, askerde olduğu için gıyabında işlem yapılamamış.
Bu arada feshin ardından kendisinin sendika ile bağının kalmadığını düşünen Bayraklı bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
"Sonradan faaliyete geçtiklerinde ben kağıt üzerinde üye görünmeye devam etmişim. Askerden 5 Aralık 2013'te döndüm. O tarihte Milli Eğitim Bakanlığı duyurusunu yapmadığı halde benim sendika kesintim görünüyor. Ben sendikalı olmadığımı düşünerek bunları takip etmiyorum ama geriye dönüp bakınca anladım. Ama ben o dönem sendika kapalı sanıyordum."
Bayraklı, "Cemaat ile alakam yok. Üniversite döneminde başka Hayrat Vakfı'nın çalışmalarına katılmışlığım var ama Gülen Cemaati'nin ne bir dershanesine gittim, ne bir evinde kaldım ne bir sohbetine katıldım. O çevreye hiçbir yakınlığım yok" diye tarif ediyor kendisini.
KHK'larla işten atılan memurların karşılaştığı bir başka sorun ise toplumsal tepki.
Bayraklı kendisini ifade etmekte zorlandığını söylüyor ve ekliyor:
"Sosyal bir tecrit, toplumdan uzaklaşma söz konusu. En yakınımdaki insanlar bile telefonlarıma çıkmamaya başladı. Bunlar çok yaralayıcı şeyler hiçbir suçu olmayan insanlar için."
Bayraklı'nın iş bulmak gibi bir umudu yok. Bugüne kadar yaptığı başvurularda ya KHK ile atıldığı için 'işin şartları düşürülerek çalışması' teklif edilmiş ya da sigortasının yapılamayacağı söylenmiş.
Onun isteği ise soruşturulmak. "Bu iş hukuk ile, hakkımızda bulunan delillerin tebliğ edilmesiyle, bize savunma yaptırılarak ve suçun şahsiliği üzerinden ilerlemeli" diyor.
Ekin Bayraklı yaşananları ise kendi açısından şöyle özetliyor:
"İdarenin haklı olduğu bir nokta olabilir. Gizli bir örgütle mücadele ediyor ve bu insanları bünyesinde istemiyor. Bu, devleti yönetenler için bir hareket noktası olabilir. İltisak, yani bir noktada insanların yolunun Cemaat ile kesişmesi bile onları suçlu durumuna geçiren bir şey. Bunlar araştırılmazsa, bu suçun tanımı net bir şekilde konulmazsa mağduriyet oluşuyor."
Memurlar, seslerini daha güçlü çıkarmak konusunda ise temkinli yaklaşıyor. Zira yine Bakan Müezzinoğlu yaptığı bir açıklamada, "Masum ve mağdurum diyenlere kapımız açık" demiş ancak eklemişti: "Bu anlamda bütün değerlendirmeleri yapıyoruz. Kamuoyu algısı oluşturmak ne? FETÖ'nün sözcülüğüdür, maşalığıdır."
Bu haber için konuşmak istediğimiz bazı memurlar da konuşmak istemediklerini belirtiyorlar ve geri dönüşleri daha çok valilikler nezdinde kurulmuş itiraz komisyonlarına ve hukuki sürece bağlamış görünüyorlar.
Zira Müezzinoğlu yine bu konuşmasında iadelerle ilgili titiz komisyonlar kurulduğunu ve varsa bu mağduriyetlerin giderileceğini söyledi.
Sonuçta ihraç edilen memurların hemen hemen hepsinin ortak isteği, "soruşturulmak ve kendilerine, kendilerini açıklama fırsatı verilmesi."
29 Ekim gecesi yayımlanan KHK ile işten atılanlardan biri de Umut Alakuş.
"Türkiye'nin gelir seviyesi en düşük ilçesi" diye tarif ettiği Ardahan'ın Damal ilçesinden çıkıp geldiği İstanbul'da eğitim fakültesini bitirmiş ve öğretmen olmuş Alakuş.
"Yol param olmadığı için bazı derslere giremiyordum üniversitede. Yazları inşaatta çalışarak, belli günlerde sokaklarda satış yaparak harçlığımı çıkardım" diyen Alakuş, 7 yıllık öğretmenlikten neden ihraç edildiğine anlam veremeyenlerden.
"Tüm emeklerim gitti" diyor.
Eğitim-Sen üyesi olan Alakuş, "Hem dışarıdaki hayatımda herhangi bir şey ile suçlanmış, örgüt üyeliği ile yargılanmışlığım, hem de bütün grevlere katılmama rağmen 7 yıllık öğretmenlik hayatımda, bir ceza veya soruşturmam yok. Neden atıldığımı anlamış değilim" diyor.
Bundan sonra ne yapacağını sorduğumda ise şu cevabı veriyor:
"Bir emek harcıyorum, bir ömür veriyorum ve bu elimde bulunan eğitim fakültesi diploması ile aslında ben şu an vasıfsız bir işçiyim. Tekstile gitsem ortacı olarak başlarım. Kendi mesleğimle ilgili bir iş yapmam mümkün değil.
"Sigorta meselesi de var. Sağlık giderlerinin de karşılanması gerekiyor. En son inşaata gidip başvuracağım. En vasıfsız elemanların çalıştığı yer orası. Kimse diploma sormayacak."
Kamudan ihraç edilen ve mağdur olduğunu belirtenlerin oluşturduğu platformlardan biri de Kanun Hükmünde Kararname Mağdurları Destek Platformu.
Bu platforma hukuki destek veren avukatlardan biri olan Fatih Canbay, aslında insanların bir araya gelmesi için kurulan bu internet sitesinin kısa bir süre içinde hukuk yollarına başvurmak için tavsiyelerin verildiği bir yere dönüştüğünü söylüyor.
Zira hukuki açıdan bir belirsizlik de söz konusu. İhraç edilen memurlar itiraz komisyonlarının yanı sıra, idari bir tasarruf için mahkemelere gitmek durumunda.
Ancak bugüne kadar verilen kararlarda hem idare mahkemeleri hem de Danıştay, bu davalara kendisinin bakamayacağını söyleyen kararlar aldı.
Canbay bu süreçte kendisini şaşırtan iki şey olduğunu söylüyor.
Birincisi hukuki süreçteki yol haritası konusundaki karmaşa.
İkincisi ise mağdur olduğunu belirtenlerin avukat bulmakta güçlük çekmesi.
15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın halkı sokaklara çağırmasının ardından arkadaşlarıyla birlikte sokağa çıkan Fatih Canbay, Çengelköy Karakolu önünde rütbeli bir asker tarafından alıkonulan kişilerden biri.
Şimdi ise 'FETÖ/PDY üyeliği' suçlamasıyla kamudan atılanların avukatlıklarını üstleniyor.
Bu durumu şöyle açıklıyor Canbay:
"Darbe karşıtı mücadelenin mukaddesliğine inanan bir vatandaş olarak, bunun için vazifesini yapmış bir vatandaş olarak artık şu dakikada şunu söylüyorum: 'O gece Çengelköy karakolu önünde olmak iyi bir fikirdi. Şu an da bu mağdurların yanında olmak da iyi bir fikir'.
"Fiili olarak bu, darbeyle veya bu terör örgütüyle bir illiyet olduğu anlamına gelirse çok çok üzülürüz. Bu yapıyla mücadele edilmesini en çok biz istiyoruz. Ama bu dönemde biz devletin çok hassas çalışması gerektiğini, yeni mağduriyetler oluşturmaması gerektiğini de düşünüyoruz."
Canbay bu yeni dönemi şöyle ifade ediyor:
"Yaşadığımız şeylere anlam veremiyoruz. Çok ciddi soru işaretleri oluşmaya başladı. Bu siteyi kurunca ve arkadaşlarla konuşunca meselenin aslında çok da dışarıdan anlaşıldığı gibi olmadığına kanaat getirdik.
"Çok enterasan vakalar var. FETÖ'nün bizzat mağduru olan, yani darbe olsa tutuklanacak insanlar, darbe olmadı elhamdülillah sayelerinde darbe olmamış, ihraç edildi."
Canbay Türkiye'nin darbe girişimi gibi büyük bir konuyla mücadele ederken, hızlı kararlar vermiş olabileceğini ancak yanlış verilen kararlardan dönecek birikiminin de olduğuna inanıyor.
Kendisine başvuran insanların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmeyi, "Türkiye'yi Avrupa'ya şikayet etmek olarak değerlendiren, bunu zûl gören memur vakarına sahip" insanlar olarak tanımlayan Canbay, açığa alınmaların daha makul bir tedbir olduğunu, ancak ihraçların çok ciddi sıkıntılar yarattığını ve bunun ağır bir yöntem olduğunu söylüyor.
Darbe girişiminden çok kısa bir süre sonra hazırlanan binlerce kişinin içinde olduğu listelerde yer alan, ancak mağdur olduğunu belirtenler bu kendilerine adil davranılmasını talep ediyor.
En çok hatırladıkları iki söz ise, Erdoğan'ın Ağustos ayında yaptığı "At izi it izine karıştı" açıklaması ve Bakan Müezzinoğlu'nun "Mağdurların başımızın üstünde yeri var" cümlesi.