Gündem

KHK ile işten atılanlar: Yaşadıklarımız sosyal idam

"Bir devlet vatandaşını cezalandırabilir ama bir devlet vatandaşını ölüme mahkûm edemez"

13 Nisan 2017 08:58

*BBC Türkçe'den Rengin Arslan

"Zamanında hastaneye ulaştırılmamış olsaydım bugün beni şehit diye mi, yoksa terörist diye mi anacaktınız? Eğer ben şehit olsaydım, Kanun Hükmünde Kararname ile şehadetim de mi elimden alınacaktı?"

Eski Jandarma Astsubay Ahmet Erkaslan, 27 Ocak'ta 2016'da Sur'da düzenlenen operasyonlar sırasında atılan bir el bombası ve ardından açılan ateş sonucu yaralandı.

Önce Diyarbakır Asker Hastanesi'ne, buradaki saatlik operasyonun ardından ise Gata yoğun bakım ünitesine ambulans uçakla sevk edildi.

Hastanede ve evde süren tedavisi 5 ay sürdü. İçinde hâlâ şarapnel parçaları var.

16 Temmuz günü, darbe girişiminin hemen ertesi günü tedavi süresi bitti ve daha önceden belli olduğu gibi Tunceli'deki birliğine döndü ancak bir süre sonra yayınlanan bir kanun hükmünde kararname ile işinden atıldı. Gazilik maaşı kesildi.

Sağlık durumunu sorduğumda, "Sağlık durumum problemli. El bombası patladı, ardından ateş açıldı. Belimden girdi. Bağırsak zedelendi. 4 ay boyunca bağırsağım dışarıdaydı" diye anlatıyor.

"Suçunun" ne olduğunu, neden işinden atıldığını bilmiyor.

15 Temmuz darbe girişimi gecesi neler hissettiğini sorduğumda, "O akşam umarım benim birliğim dahil olmamıştır diye düşündüm. Sabahına gittiğimde de hiçbir şey olmamış gibiydi Tunceli'de" diyor.

Kanun hükmünde kararname ile işinden atılan on binlerce memur ve devlet görevlisi gibi o da, itiraz hakkı, adil bir yargılama ve yeniden değerlendirme istiyor.

KHK'larla işini kaybedenlerin bir kısmı yasal bir sendikaya üye oldukları için, bir kısmı "devlet büyüklerinin açtığı bir bankada" para bulundurdukları için işten atılmış olabileceklerini tahmin ediyor.

Kimi ise tıpkı Erkaslan gibi neden atıldıkları hakkında hiçbir fikri olmadığını söylüyor.

KHK ile atılan memurların İstanbul'da düzenledikleri basın toplantısında yanımda oturan soyadını vermek istemeyen sınıf öğretmeni Pınar ise, yaşadıkları süreci "sosyal idam" olarak niteliyor.

Okulunun olduğu semte artık uğramadığını, KHK ile işten çıkarıldıkları sicillerine eklendiği için hiçbir işe alınmadıklarını, yakınlarını zor durumda bırakmamak için onların yanında çalışmak istemediğini anlatıyor.

"Sürekli birilerine kendinizi izah etme gereği duyuyorsunuz. Sürekli denilen şey değilim, o değilim diyorsunuz. Olmadığınız bir şeyin etiketini size yapıştırdılar ve siz o etiketten kurtulmaya çalışıyorsunuz. İster istemez bu üstünüze çöküyor" diye anlatıyor yaşadığı süreci.

Bizim sohbetimizden birkaç dakika sonra basın toplantısında konuşan, muhafazakâr kesimin önemli isimlerinden, KHK ile üniversitedeki işinden atılan Cihangir İslam ise sanki Pınar'ın söylediklerine yanıt veriyor.

"Ben KHK ile ihraç edilen arkadaşlarıma sesleniyorum. Hain olmadığınızı kimseye ispat etmek zorunda değilsiniz. Biri bana hain dediği zaman suratının ortasına tükürüyorum. Mendil de vermiyorum. Benim yaptığım onun bana hain demesinden daha ağır değil" diyor...

Basın toplantısında konuşan Ömer Gergeroğlu ise, Pınar Hanım gibi bir benzetme yapıyor. O bu durumu, "sivil ölüm" diye tanımlıyor.

Gergeroğlu, "Bir devlet vatandaşını cezalandırabilir. Ama bir devlet vatandaşını ölüme mahkûm edemez. Şu an devlet sivil ölüme mahkum etmiştir. Sivil ölümün sonunda gerçek ölüme dönüşüyor" diye tarif ediyor durumu.

3 çocuk babası, gemici Sezgin Yurdakul ise, buna karşı eylem yapanlardan. Her gün İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde ailesiyle birlikte elinde pankartla "işimi geri istiyorum" diyor.

KHK ile işten atılan ve her gün Kadıköy'de nöbet tutan Betül Celep'in ve diğerlerinin eyleminden etkilendiğini, hakkını aramak için yola çıktığını anlatıyor.

"Türkiye'deki herkes bir KHK adayıdır. Futbolcu terimiyle söyleyecek olursak, bugün maçı tribünden seyredenin yarın oyuna girme ihtimali çok yüksek" diye özetliyor düşüncelerini.

KHK ile işten çıkarılanlardan Nazım Ardıç bedensel engelli. Bir diğeri Cemal Turan da görme engelli.

Turan hem öfkeli hem olgun. Kastamonu'nun bir köyünden çok az görebilen biri olarak üniversiteye gittiği için duyduğu gururu anlatıyor ve işini geri istiyor. "Suçlu suçsuz ayırt edilsin. Hak, adalet yerini bulsun. Zulüm işkence bitsin" diye özetliyor hislerini.

Bu arada Türkiye'nin yakıcı gündemine de değiniyor.

"Evet mi hayır mı? Ben önce ekmeğimi istiyorum. Adalet istiyorum. Uzlaşı, birliktelik istiyorum. Bunları bize yaşatanlara hakkımı helal etmiyorum."

KHK'lıların gündeminin ilk sırasında haklarını aramak, işlerine dönmek var.

Türkiye'nin Pazar günü kuracağı sandıklardan çıkacak sonuçlarla kendi durumlarının akıbeti arasında bir bağ kurmuş görünmüyorlar.

Benim konuştuğum KHK'lıların bir kısmı ise görüşlerini açıklamakta çekimser davranıyor kimi ise "ne olursa olsun hayır" diye yanıt veriyor keskin bir şekilde.

Pınar Hanım üstü kapalı bir şekilde ifade ediyor tercihini, "Uzun zamandır siyasi tercihlerim çoğunluğun dışındaydı. Şimdi de öyle olacak. Bizim için olumlu bir şey yapsalar, görüşüm değişir miydi? Hayır. Çünkü bu ülke meselesi."

Nazım Ardıç ise söylediklerinin, görüşlerinin sadece kendi görüşü olduğunu özellikle vurgulayarak "hayır" diyeceğini söylüyor.

"Hiç bu süreci yaşamamış olsaydık bile benim şahsi oy kullanma tercihim hayır olacaktı. Bu süreçten bağımsız olarak bu olacaktı. Ülkemde belli bir mücadele ile, belli bir bedel ödenerek kazanılmış yönetimin bu kadar bedel ödenmeden değişmesi benim mantığıma yatan bir durum değil" diyor ve ekliyor:

"Bir tek kişinin idaresine verilecek bu yetkilerin hakkaniyetli kullanılacağı konusunda da tereddütlerim var."

Ahmet Erkaslan için ise siyaset hiçbir zaman önemli bir konu haline gelmemiş. Bazı seçimlerde görevde olduğu için oy kullanamadığını söyleyen Erkaslan "Mağduriyetlerimiz giderilene kadar hiçbir şeye olumlu bakmıyorum" diye özetliyor referanduma bakışını.

Bugüne kadar yaklaşık 100 bin devlet memuru farklı kurumlardan görevden alındı ve görevlerinden ihraç edildi.

Hükümet yetkilileri bazen "at izi it izine karıştı" diyerek yanlışlıkların olabileceğini, bazen ise KHK ile atılanların hepsinin, darbe girişimini düzenlediği düşünülen FETÖ ile bağı olduğunu söyleyerek bu ihraçların arkasında dursa da toplumun belirli kesimlerinde bu ihraçlarla ilgili gittikçe büyüyen bir tepki var.

İtiraz merciinin bulunmaması, hükümetin söz verdiği, itiraz dilekçelerinin incelenmesi için kurulacak komisyonun yaz aylarına ertelenmesi bu tepkinin en büyük sebeplerinden biri.

Hükümetten Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ise geçenlerde bu ihraçların yerinde olduğunu şu sözlerle savunmuştu: "Belki şunu da ilave bilgi olarak vermek daha iyidir. İhraç ettiğimiz insanların 3 bin 855 kişisi şu anda tutuklu. Yani bu da gösteriyor ki yaptığımız işlerin hukuki dayanağı var. İhraç etmiş olduğumuz 3 bin 912 kişi adli kontrol şartıyla serbest bırakılmış. İhraç ettiğimiz kimselerden 539'u da firar. Bu kişiler kendisiyle henüz temas kurulamamış, kaçak ve firar durumdalar. İhraç ettiğimiz kimselerin 8 bin 511'inin de yargı sistemiyle bir şekilde teması var."

KHK ile işten atılanların bir kısmı için ise işe iade ihtimalleri gittikçe uzak görünüyor. 29 Mart'ta yayımlanan KHK ile 436 kişi işlerine iade edildi ancak bu KHK'lıların beklentilerinin yanında hayli düşük bir sayı oldu.

Tüm bu yaşananların gölgesinde bir kısmı kendi özel durumlarından kimi ise yaşadıkları süreçlerden bağımsız olarak anayasa değişikliğine temkinli yaklaşıyor. Sandıktan çıkacak sonuçtan çok, kendileriyle ilgili nihai durumun ne olabileceğini anlayacakları günü bekliyorlar.