Adli tıp uzmanları, hukuk insanları, antropolog, arkeologların da bulunduğu uzman bir ekiple kazı yapılması gerektiğine dikkat çeken Ficancı, Mutki'deki gibi devletin işlediği iddia edilen bir suçun araştırılmasında sivil örgütler ve bağımsız gözlemcilerden destek istenmesi gerektiğini söyledi.
Yıllarca kaybedilen yakınlarına ait bir iz arayan kayıp yakınları, son olarak Mutki Jandarma Karakolu çöplüğünde, Derecik Taburu'nda ve Elazığ'da kimsesizler mezarlığında ortaya çıkarılan toplu mezarlarla yakınlarının akıbetini öğrenmek için umutlandı. Faillerin yargılanması ve toplumsal yüzleşme bir yana kazılarda kepçe kullanılmaya varan saygısızlık, acıları daha da katmerleştirdi. Konunun insanı boyutunda yaşanan travmalar bir yana bilimsel çalışmadan uzak kazılar, bilim insanlarının da tepkisine neden oldu. Bosna'da yaşanan iç savaş sonrasında birçok toplu mezar kazısında görev alan ve Türkiye'de benzer şekilde rastlanan toplu mezar çalışmalarında bulunan Adli Tıp Kurumu eski Başkanı ve TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, ulaşılan kayıplara ait kemiklerin kimlik tespitinin yapılabilmesi için son derece bilimsel bir çalışma yürütülmesi gerekirken, ölü bedenlere saygısızlığa varacak şekilde kepçeyle kazı yapılmasının utanç verici olduğunu söyledi.
'Kepçelerle toplu mezar kazmak utanç verici ve bilimsellikten uzak'
Fincancı, en azından bu utanç verici olayın bir şekilde ölenlerin yakınlarına saygıyı içeren bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini belirtti. Bu tür kazılarda kepçenin yaratacağı tahribatı öngörmek gerektiğini, nitekim de tanık olunan kazılarda da benzerin sahnelerin yaşandığını belirten Fincancı, ulaşılan kemiklerden öteye kazı alanının hukuki açıdan olay yeri olduğuna dikkat çekti. Fincancı, toplu mezarlarla karşılaşılan alanlarda olayın nasıl gerçekleştiğinin aydınlatabilmesi için, o bölgenin tümüyle olay yeri olarak kabul edilip, her delilin önemsenmesine gereksinim olduğunun üzerinde durdu. Fincancı bunun nedenini şöyle anlattı: "Kepçeyle girdiğiniz bir olay yerinde kepçenin aldığı kadar toprak ya da çöpler arasında olay yerini de bozmuş oluyorsunuz. Çünkü kepçenin parçaladığı kemiklerle karşılaşılıyor. Dolayısıyla elde edilen kemik parçaları son derece küçük hale geliyor bu kepçenin ezmesi veya alması sırasında meydana gelen tahribat nedeniyle bir kere bu kemiklerde DNA çalışılabilmesiyle ilgili sıkıntılar ortaya çıkıyor. Çünkü kemiğin özellilikle uzun kemiklerin korunduğu koşullarda olabildiğince merkeze yakın yerden DNA elde edebilme olanağı daha fazla. Oysa siz kepçeyle ezdiğinizde ve aldığınızda parçalıyorsunuz kemikleri ve bu merkezde DNA elde edebileceğimiz bölgede zarar görmüş oluyor." Fincancı, bunun ötesinde olay yerindeki kemiklerin birbiriyle ilişkisinin de çok önemli olduğunu, çünkü gömülmenin nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştirildiğinin anlayabilme olanağını ortaya koyduğunu da sözlerine ekledi.
'Toplu mezarlar delil bölgesi inceleme için koruma altına alınmalı'
Bu tür kazıların mutlaka çok ince bir kazı tekniğiyle yani arkeolojik kazılarda uygulanan yöntemlerle yapılmasına ihtiyaç olduğuna dikkat çeken Fincancı, "Hiç şimdiye kadar gördünüz mü bir arkeolojik kazı alanına kepçelerle girildiğini tabi ki çok ince katmanlar halinde bu kazının gerçekleşmesi gerekir. Yine kazının her aşamasında, her inilen derinlikte de bulguların kaydedilmesi, fotoğraflanması krokilerde çizilmesi, numaralandırılması gerekir ki bu ilişki kurulabilsin" diye konuştu. Adli Tıp Kurumu'nun son yıllarda organik bazlı yöntemden en iyi sonuç elde edilen Slika bazlı yöntemi kullanmaya başlamasının yerinde olduğunu kaydeden Fincancı, ancak laboratuarın olanaklarının ötesinde kemiklerin kazı sırasında elde ediliş yönteminde sorun olduğunu söyledi. Fincancı iddiaları araştırmakla sorumlu olanlar mahkemeler ve onlar adına hareket eden cumhuriyet savcılarının bu konuya özellikle dikkat etmesi gerektiğine işaret etti. Fincancı, delil toplama yetkisine sahip olan cumhuriyet savcılarının daha nitelikli delil toplanması ve herhangi bir aksaklık ortaya çıkmaması için farklı alanlardan destek alınması da bu çerçevede mümkün olduğunu da dile getirdi.
'Kazılarda antropolog ve arkeologlarda yer almalı'
Bu konuda deneyimli bir merkezden ya da onun ötesinde ilgili bilim alanlarından destek alınabileceğine işaret eden Fincancı, örneğin arkeolog ve antropologlardan bu konuda büyük yardım alınabileceğini kaydetti. Her ne kadar Türkiye'de adli arkeoloji ve adli antropoloji alanları yerleşik olmasa da, sonuç itibariyle arkeoloji prensiplerinin adli arkeoloji prensiplerine uygulanabilmesinin olanak dâhinde olduğunu dile getiren Fincancı, yargı organlarının kimden yardım alacağı konusunda eksiklik içerisine düştüğünü söyledi.
'Devletin işlediği suçları sadece devlet araştıramaz'
Kazılarla ilgili olarak tanık olunan tüm bu olumsuzlukların dışında Fincancı'nın altını önemle vurguladığı bir nokta daha var ki, o da devletin işlediği iddia edilen bir suçun araştırılmasında yine çoğunlukla devlet organlarının yer alması. İHD'nin kazı çalışmalarına katılmaya çalışmakla birlikte, bu konuda mutlaka deneyimli sivil örgütlerinin ve bağımsız gözlemcilerin orada bulunmasını sağlamak gerektiğini şart koşan Fincancı, bu konuda Adli Tıp Kurumu ya da TİHV olarak kendilerine başvuruda bulunulması halinde destek sunabileceğini söyledi. Fincancı, sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Mutlaka bu araştırmaların yapılması gerekiyor. Ancak haberlerde okuduğumuz kadarıyla Mutki'deki kazılarda çıkarılan cesetlerin aslında zaten ölü muayenelerinin yapıldığı ve resmi tutanakla gömüldüğüne dair bir takım bilgiler açıklandı tabi buda çok ciddi sıkıntılar içeriyor kanımca. Çünkü eğer ölü muayeneleri yapılmışsa nasıl giyinik olarak hala o cesetler orada, çünkü ölü muayenesi yapılabilmesi için cesetlerin soyulmuş olması gerekiyor oysa üstlerinde giysileri var. Yine basından öğrendiğim kadarıyla birinin üstünde bağ olduğu ifade ediliyordu. Bağla gömülmüş olmaları da muayeneler nasıl ve hangi koşullarda yapıldı sorusunu akla getiriyor. Dolayısıyla burada çok ciddi bir görevi ihmal ya da savsaklama davranışının varlığından söz etmek mümkün."
Fincancı ayrıca, ölüm muayenesi yapılmadan ölüm tutanağı hazırlanması durumunda tutanağı imzalayan cumhuriyet başsavcısından hekime kadar belgenin altında kimin imzası varsa dönemin bütün yetkilileri hakkında görevlerini yerine getirmedikleri gerekçesi ile suç duyurusunda bulunulabileceğini söyledi.