Cumhuriyet gazetesi yazarı Mine Söğüt, Esenler'de, bir Suriyeli mültecinin rögar kapağını açarak kanalizasyona atlamasıyla ilgili, "Batı’nın, o kıymetli medeniyetine ve huzuruna zeval gelmesin diye; Bizimse, o medeniyetten bir gıdım pay koparabilme ümidiyle onayladığımız uluslararası anlaşmaların oyuncağı yapılan hayatlarınızı hiçe sayan bir sistemin ister istemez parçası olduğum için sizden, kendinden olmayanı bokuna boğma hakkı olduğunu sanan kurnaz insan ve zalim devletler adına özür diliyorum" dedi.
Mine Söğüt'ün "Özür diliyorum" başlığıyla yayımlanan (6 Nisan 2016) yazısı şöyle:
"Batı’nın, o kıymetli medeniyetine ve huzuruna zeval gelmesin diye;
Bizimse, o medeniyetten bir gıdım pay koparabilme ümidiyle onayladığımız uluslararası anlaşmaların oyuncağı yapılan hayatlarınızı hiçe sayan bir sistemin...
İster istemez parçası olduğum için...
Sizden...
Ülkesindeki savaştan kaçarken yolu benim şimdilik görece de olsa huzurla yaşadığım bu topraklardan geçen...
Benim yüzdüğüm denizlere patlak botlarla açılıp, sahte can yelekleri yüzünden karanlık sularda tek tek ölen...
Yürüdüğüm yollarda ayaklarımın dibinde dilenen;
Yemek yediğim masanın etrafında yutkunarak dolaşan;
Kullandığım arabanın hep kapalı olan camını tedirginlikle tıklatan...
Varlığını bildiğim ama asla sapmadığım
o karanlık sokaklarda kadın, erkek, çocuk demeden erkeklere satılan...
Çıktığı o zorlu göç yolunda kuşlar gibi kanadından kanadından vurulup düşürülen ve nihayetinde yasa kafeslerine tıkılıp, hayallerindekine hiç benzemeyen düşük hayatlara esir edilen...
Tüm mülteci kardeşlerimden...
Daha zamanı gelmeden...
Günahlar çağından özürler çağına geçilmeden...
Erkenden...
Özür diliyorum.
Aslında yaşadığım ülke ve beni yöneten devlet ve ucundan da olsa bir parçası olduğumu düşündüğüm çağdaş dünya, sizden yıllar yıllar sonra, en şatafatlı laflarla ve en insani duyarlılıklarla hep birlikte özür dileyecek.
Gün gelecek... Bizim çocuklarımız, sizin çocuklarınızdan... Özür dileyecek.
Burada ve Avrupa’da, politikacılar kürsülere çıkacaklar ve kendilerinden öncekilerin kirli pazarlıklarından ne kadar utandıklarını anlatacaklar.
Enerji kaynaklarının paylaşımı için topraklarımızda körüklenen bu ateşin nelere mal olduğunu konuşacaklar.
Bugünün kraliçelerini, padişahlarını, başkanlarını ve cumhurbaşkanlarını ayıplayacak, diktatörlerini yuhalayacaklar.
Sonra sizin adınıza soykırım müzeleri kuracaklar; girişlerine gemi, fırtına resimleri falan yapıp duygusal kitabeler yazacaklar.
Bugünkü rezaleti tüm açıklığıyla, tarafsız ve adil anlatan savaş karşıtı dramatik filmlere Oskar’lar; romanlara Nobel’ler verecekler.
Tarihi... Geçmişi... Olup bitmiş her şeyi... Bizim çocuklarımız sonradan, çok sonradan oturup yeniden ve yeniden yazacaklar.
Bizim şu anda yapmakta olduğumuz hataların, haksızlıkların ve hatta kalleşliklerin şeceresini çıkaracaklar.
O şecerenin yükünü kendi yükleri gibi metanetle sırtlayacaklar.
Sonra o yükle kürsülere çıkıp; sizin torunlarınızdan bizim adımıza özür üzerine özür dileyecekler.
Doğunun batısında ya da ortasında fark etmez...
Biz...
Sizden farklı olduğumuza inanıyoruz ve sizden daha çok kaybedecek şeyimiz var sanıyoruz.
Siz bizim görece de olsa korunaklı ve çağdaş hayatlarımıza asla uyum sağlayamayacak bir alt kültürden olduğunuz için...
Tüm paranızı insan tacirlerine gözümüzün önünde son kuruşuna kadar verdiniz ve denizlerde sapır sapır öldünüz.
Şimdi biz, sağ kalanlarınız üzerinden pazarlıklar yapıyoruz ve kâr zarar hesaplarıyla sizi gemilere bindirip kıtalardan kıtalara taşıyoruz.
Ben şimdi sizden... Tüm mülteci kardeşlerimden... Daha zamanı gelmeden... Günahlar çağından özürler çağına geçilmeden...
Erkenden... Özür diliyorum.
Ama en çok da...
Bu ülkenin en büyük şehrinde, kalabalık bir caddede, herkesin gözü önünde rögar kapağını açıp kendini kanalizasyon çukuruna atan...
Ve tahammül edemediği hayattan bizim bokumuzda boğularak ayrılan...
Kendini öldürüş şekli, vicdan sahibi herkes için okkalı bir tokat olan...
O mülteci arkadaşımdan özür diliyorum.
Kendinden olmayanı asırlardır bokunda boğma hakkı olduğunu sanan tüm kurnaz insanlar ve zalim devletler adına...
Erkenden...
O ölmüşken ve ben hâlâ yaşarken"