Gündem

Kemal Kırlangıç: Onların 'sanık' etiketini yemeleri bile önemlidir

12 Eylül dönemi avukatlarından Kemal Kırlangıç, Hürriyet Uymaz’ın sorularını yanıtladı

06 Nisan 2012 01:00

- Hürriyet Uymaz

O, Ege Bölgesi'nde işkenceden geçmiş, hapse düşmüş, idamı ya da onlarca yıl hapsi istenmiş gençlerin Kemal Abi'si. Öyle böyle bir abilik değil onunki; avukatların dahi korktuğu için dava almadığı 12 Eylül döneminin cesur avukatlarından biri o. Tehditlere aldırmayarak gecesini gündüzüne katıp, kendi dört çocuğunu ihmal etme pahasına, fraksiyon gözetmeden iki bini aşkın solcu genci, darağacından, hapisten almak için uğraşan, işkence tespit raporları hazırlatıp Emniyet'e dava üstüne dava açan bir avukat;Kemal Kırlangıç. Öyle ki bugün "Ege Bölgesi'nde 12 Eylül döneminde en fazla davaya bakan avukat" ünvanı ona ait.

Darbenin baş mimarları emekli generaller Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya yargılanmaya başlamadan önce, o karanlık günleri avukat Kemal Kırlangıç'a, nam-ı diğer Kemal Abi'ye sorduk.İşte bir avukatın gözünden 12 Eylül Dönemi!

 

12 Eylül Dönemi'nde savunduğunuz kişi sayısı ne kadardır ?

 

Tam sayısını bilemiyorum. İdamı istenen müvekkil sayısı 130'du, 2 bin civarında da sol siyasi görüşlü çocuk oldu. Türkiye solundaki çocukları hiç ayırmadım, görüşlerime taban tabana zıt da olsa, "Bunların savunmaya ihtiyacı vardır. Bu dar günde bunları savunmasız bırakmak davaya ihanettir" dedim ve ayrımsız savundum.

 

Sizden başka İzmir'de solcu gençleri savunan kaç avukat vardı o zaman?

 

İkiye ayırmak lazım. Tek tük girenler vardı, onların dışında yoğun olarak girenler vardı. Ege rekoru sanırım bendedir. Beni toprağı bol olsun, adı yaşasın, Fehmi Çam izler, onu da Gültekin Suvarlı ile Kasım Sönmez. Ağırlık bizdeydi, Uşak'tan, Denizli'den, Soma'dan gelenler vardı ama giren insan sayısı oldukça azdı ve avukat bulmakta sıkıntı çekiliyordu. Bizim iş yoğunluğumuz zaman zaman çekilmez boyutlara ulaşırdı; ister istemez gece yarılarına kadar evde çalışırdık, akşam sekiz-dokuzlara kadar duruşma yaptığımız oldu, bazen karakol önlerinde, toplu olaylarda bir yerlerde beklemek, sahip çıkmak durumumuz da oldu. Fizik olarak da zorlandık ama bir gün bakıyorsun ki önemli şeyler yapılmış.

 

CHP, kendi belediye başkanına sahip çıkmadı

 

Korkunun yanı sıra, destek de yok muydu?

 

Bunlara alkış tutan büyük bir kitle de vardı. Hatta kendi partilisine sahip çıkmayan da vardı. Örneğin, büyük bir beldenin belediye başkanı A.E, ''polis katili'' diye suçlanarak  siyasi şubeye alınmış, sonra kaburgaları kırılmış hatta kulağının biri işitmez hale gelmişti. O, CHP'nin belediye başkanı olduğu halde ve İzmir'de binlerce CHP'li avukat olduğu halde kimse sahip çıkmamıştı. Ailenin de ricasıyla ben sahip çıktım ve idamdan beraat etti. Kendi partilisine, kendi tabanına bile sahip çıkmayan, kendini ''sol'' diye yutturan birileri de vardı yani. Emperyalistler ve onun işbirlikçileri 12 Mart'tan çok ders almışlardı, öyle dersler almışlardı ki bu sefer 12 Eylül'de sistemli, planlı, tam bir toplum mühendisliği'yle geldiler.İlkin örgütleri yok ettiler, tabii sol örgütleri. Sağdan ufak tefek yaptıkları vardı ama genelde solu yok etmek için geldiler. Örgütler yok olunca insanlar karga sürüsü gibi sahipsiz kaldı ve hepsini tek tek avladılar.

 

Bu davayla 12 Eylül dönemi yargılanabilecek mi?

 

Ben 1988'den beri 12 Eylül darbesini doğrudan yapan darbecilerle, onlara destek verenlerin insanlık suçundan dolayı yargılanabileceklerini, bunda zaman aşımı olmadığını, olamayacağını savunur dururum. Zaman aşımı olayını kesme yönünden bu kesimin, özellikle beşibiryerde'nin kendi özel gayretleri, baskıları, zorlamaları hatta yer yer silahlı tehdite varan davranışları nedeniyle Anayasa'ya konan bir maddeyle yargılanmalarını kendileri önlemişt, zaman aşımını yok etmeye çalışmışlardır. Bu birini öldürüp, ölüyü gizleyip, uzun zaman çıkarmayıp, sonra başkaları kanalıyla cesedin çıkması olayına benzer. Onun için ben onların yargılanması gerektiğine inanıyorum.
 

Bunların 'sanık' etiketini yemeleri bile önemlidir

 

İddianame hakkındaki görüşünüz?

 

Öğrenebildiğim kadarıyla daha çok darbe hareketini suçlayan bir iddianame haline gelmiş. Bence insanlık suçu olarak işkenceler, toplu öldürmeler, kıyımlar, yok etmeler üzerinde durulsaydı, daha iyi olurdu ve insanlık suçu olduğu için de zaman aşımı işlemezdi. Şu anda da katılanların müdahaleleri ve ortaya koyacakları ile dosyanın, bir insanlık suçu halinde karşımıza çıkabileceğini, eğer mahkeme samimiyse, bu değerlendirme sonucunda bu insanlara ceza verebileceği gibi bunların altında olan ve büyük çapta yardımcı olan Danışma Meclisi'nden Bakanlar Kurulu'na, Sıkıyönetim Komutanlarından il, ilçe yöneticilerine varan bir geniş ağ da yargılanabilmeli bence.

Gerçek anlamda bir yargılama olması için, yalnız bunlar değil, bunlarla birlikte hareket eden işveren kuruluşlarından başlayıp tüm destekçi ve yönlendiricilerini sorguya çekmeleri gerekirdi. Biraz göstermelik oluyor ama göstermelik bile olsa bunların sanık sandalyesine oturtulması gene de küçümsenecek bir şey değil. Bunların, sanık etiketini yemeleri bile önemlidir.

 

12 Eylül'de işkence görenleri dilekçe vermeleri konusunda teşvik ediyor musunuz?

 

Biz basit olaylar hariç, başvuruyu teşvik ediyoruz. 

 

 "Basit olaylar'dan kastınız nedir?

 

Mesela, iki gün gözaltında kalmış, iki tokat yemiş.  Asıl büyük olaylar, bu tür  olayların gölgesinde kalmamalı bence.

 

Başvuran oldu mu hiç tokat yediği için?

 

Var, öyleleri de var. Ama asıl gölgede kalmaması gereken büyük olaylar.

 

Halkın Kurtuluşu'ndan bir genç hadım edildi

 

Mesela..

 

Bu tür işkence olaylarının Türkiye'de en az olduğu bölge olarak Ege ve İzmir bilinir, öyle de söylenir. Oysa benim saptamalarımın tümü, alınan raporlara, mahkeme önündeki anlatımlara veya doğrudan görgüye dayalı bilgilerdir. Ege gibi uygar, İzmir gibi demokratik bir kamuoyu olan bölgede dahi yapılan işkencelerin adının sayılması bile korkunçtur. Bunları kitabımda da yazdım. Ege Sıkıyönetim Komutanlığı, o dönem  Balıkesir'den, Antalya'ya, Uşak'a kadar bütün Ege'yi kapsıyordu. Bütün yargılamalar burada(İzmir) yapılıyordu. Buradakilerden daha korkunçları Diyarbakır'da, Metris'te, Bayrampaşa'da filan uygulandı ama bu bölgeden gelen, İzmir 1 ve 2 no'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen davaların öncesinde yapılanlar da az korkunç değildir. Mesela, kasap askısı, filistin askısı, mesane askısı(erkeklik organı asılıyor).. Öyle bir müvekkilim oldu, Halkın Kurtuluşu'ndandı. Mesane askısı uygulanmış, koçların, boğaların burulduğu gibi burulması sağlanmış ve erkeklik organı cinsel yönden kullanılamaz duruma gelmişti.

Diğer işkence metotları ise şunlardı:Tek kol çarmıh, çift kol çarmıh, ayaklardan asma, saçlardan asma(özellikle kızlarda uygulandı), vücutta sigara söndürme(bu çok yaygındı), mengene( vücudu sıkıştırma), tezgahta gerdirme, suda akım verme(iz bırakmayan yöntemlerden biridir), erkeklik ve kadınlık organına açık akım verme, falaka, ıslatıp vantiratöre tutma, pencereden sarkıtıp korkutma, gözlere şiddetli ışık verme, yaralı ayaklarla cam üzerinde gezdirme(bu halen var), tek ayak üzerinde tutma, zorla tuzlu hamur yedirme, kızların zorla ırzına geçme, cop sokma ki daha çok erkeklere yönelik, şişeye oturtma, kum torbasıyla dövme(bu da iz bırakmayan bir yöntem), iğneleme, parmak aralarına sert cisimler koyarak sıkıştırma, aç, uykusuz bırakma, şuur bulandırıcı ilaçlar verme.

 

DEV-YOL'CU MMÇ, kapı koluna kendini asarak intihar etmedi

 

Hiç unutamadığınız müvekkilleriniz oldu mu?

 

Mesela, TKP'den bir memur kızımız vardı, gözaltında işkence görünce bebeğini kaybetti. Aynı gruptan bir diğeri, ikinci kez cezaevinden emniyete alınınca, başkalarının adını vermemek, sorgudan kurtulmayı sağlamak için nereden temin ettiyse, dilini kesmişti jiletle. Yine aynı gruptan bir başka müvekkilim, tarihi Asansör binasından kendini aşağı atmıştı ama ölmedi. Ayrıca, Manisa'da işkenceden öldüğü halde "Kapı koluna kendini asarak intihar etmiştir" şeklinde rapor düzenlenerek gömülen Dev-yol'dan Alaşehirli MMÇ.İşin daha acısı; o kadar yoğun bir korku yaşatıyordu ki Sıkıyönetim ve 12 Eylülcüler ve onun avanesi, anası, babası vekalet veremedi ki çocuğunun hakkını arayalım.

İşkencede akli dengesini yitirenler de oldu, bizi de ağlattı. Eşme'den bir bayan İngilizce öğretmeni M.A, işkence esnasında akli dengesini yitirdiği için duruşmalara getirilmiyordu, illa ısrar etmiş, bir gün duruşmalara getirilmiş, annesi, babası da "Hakim bey, dayanamadık, getirdik" dedi. Bu arada kız bir parladı "Annemle, babam kötü adamlar, beni duruşmaya getirmiyorlar"diye. O güzel kızın o hali bizi o duruşmada ağlattı. Dev-yol'dan bir kızımızdı, onun abileri de yargılanıyordu idamla. İdamdan kurtardık ama içerde epey kaldılar. Sonra gidip Uşak'ta abileriyle görüştüm. İyileşti, dediler ama ben pek de iyileşebileceğini düşünmüyorum.

 

Tecavüz edilen PKK'lı 16 yaşındaki kız kendini yakarak intihar etti

 

Devlet Güvenlik Mahkemeleri(DGM) döneminde nasıldı?

 

DGM döneminde de aynı işkenceler devam etti. 16 yaşındaki bir kız müvekkilim, polisler tarafından tecavüz edildiği için kızlığını kaybetmişti.Yaşını büyütmeye kalktılar. Sonra Çanakkale cezaevindeyken kendini yakarak intihar etmişti. PKK'liydi bu kızımız.

 

İşkence için nasıl bir yol izlediniz?

 

Biz işkence gören adamlarla ilgili hemen Sıkıyönetim Başsavcılığına dilekçe veriyorduk, işkenceyi tespit ettirmeye çalışıyorduk çünkü bu tespit kısa zamanda olunca izlerini yok edemiyorlardı. Tespit ettirebiliyorduk ama gözü bağlı işkence yapıldığı için kimse isim veremiyordu ya da orada tanık da olmadığından, dışardan Emniyet Siyasi Şube Müdürlüklerinden kanıt ve tanık da bulunamadığından rahatlıkla işkence yapıp iz bırakmayan yöntemler uyguladıklarında, fazla bir şey yapamıyorduk ama iz bırakan yöntemler uyguladıklarında derhal rapor alıp suç duyurusu yapıyorduk. Manevi olanlarsa hiç iz bırakmıyor. Oysa, en büyük hakaretler, küfürler, insanların onurunu kırmak bakımından öbür işkencelerden bile berbat.

 

Halkın Kurtuluşu'ndan çocuk falakadan sakat kaldı

 

İşkence yaptığı için yargılatabildiğiniz polis oldu mu?

 

Birkaç tane oldu ama sonradan Yargıtay bozdu. Örnek vereceğim. Zaten kitabımın üzerindeki ayak da onun ayağı.Gültepe karakolunda yapılmış işkence. Halkın Kurtuluşu'ndan bir çocuk. Polis, "Asker yaptı" diyor, askerler de "Polis yaptı" diyor. Polisin yaptığına karar verildi, ceza yediler. Yargıtay, "Asker mi yapmış, polis mi yapmış tespit edilsin" diye bozdu. O ona attı, o ona attı, nihayetinde suç ortada kaldı, Yargıtay onayladı.

 

N'oldu o çocuk?

 

Sakat geziyor şimdi ortada. Falakadan sakat kaldı. Geçen yılki 1 Mayıs'ta Basmane'den Konak'a doğru yürürken geldi, yanıma, "Kemal abi, beraber yüreyebilir miyiz?" dedi. Ben de kucakladım, öptüm, zorlanıyor yürüyüşte. Konak'a kadar ağır ağır yürüdük. Halen Menemen'de sağ ve yaşıyor bu arkadaşımız ama ayağı sakat.

İşkenceden ölen insanlarla ilgili de bazı bilgilerimiz var. Mesela, Ömer Aydoğmuş'u sorgulayan ekibin ifadeleri gelmişti, bizim kurcalamamız sonucunda sorgu ekibiyle, resmi sorgu ekibi farklı oluyor. O farkı ortaya koyduk. Kimin yaptığı ortaya çıkardı ama o da ört bas edildi.

Şöyle durumları çok yaşadık; mesela, Halkın Devrimci Öncüleri Ödemiş Davası'nda hepsi Köy- Koop, Or- Köy yöneticileri, üniversite hocaları falan, almışlar işkence yapmışlar. O dönem Sıkıyönetim vardı, komutanın emriyle bir davaya ister Sıkıyönetim Mahkemesi bakar, ister Sivil Mahkeme bakardı. Sıkıyönetim Mahkemesi, bu davaya Ödemiş Ağır Ceza baksın, demiş. Gittik 7 tane işkence raporu aldık, şikayetçi olduk. 2 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde dava açtırdık. Muhlis Zincibi adlı bir başkomiser beni tehdit etmeye başladı. "Elimize düşersin, seni kimse kurtaramaz" diye . "Gücün yetiyorsa yap, dedim" ben de. Fakat bu sefer de 7-8 aileye tek tek baskı yaptılar, hepsini şikayetten vazgeçirdiler, ben vekaletsiz kaldım ve tabii ört bas edildi o. Mahkeme hep korudu işkencecileri. Ben şuna inanıyorum hep: Mahkemeler, Savcılık ve İdare, işkencecileri korumasa kimse işkence yapamaz. Bunların korumasıdır onları ayakta tutan, bir yerlere getiren. Ondan sonra ne oluyor? İşkenceden rapor alıyorsunuz, kızlığı gitmiş, çocuk lekelenmiş, kimin yaptığını söyleyemedi, kovuşturmaya yer olmadığına karar veriyor savcı. Ona itiraz edttiğinizde de aynı gerekçeyle reddediyor. Dava, gidip gelirken kapanıyordu. O zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de yoktu. Böyle bir sürü olay yaşadık. Sonra baktılar ki biz durmadan işkence raporları alıyoruz, dava açtırıyoruz, polis rahatsız oluyor falan, beşibiryerde, cuntayı kastediyorum, bir emriyle "Bundan böyle işkence şikayetleri sıkıyönetim savcılıklarına yapılmayacak, komutanlıklarımıza yapılacaktır" demeye başladı. Ağızlarından çıkan kanundu zaten.

 

Komutanlıklara başvurduğunuzda ne oluyordu?

 

 Komutanlıklara da başvurduk mu mesela, A.Ö'nün işkencede kaburgaları kırılmıştı, erkekliğini de yitirmişti. Ben işkencenin tespitini istedim, müvekkilimi hemen Aydın'a naklettiler, Aydın'a dilekçe verdim, Burdur'a gönderdiler, Burdur'a dilekçe verdim,  İzmir'e getirdiler. Bu bir buçuk- iki ay demekti. Gene bazı izler tespit ettirebilsek de o da kimin yaptığını söyleyemiyordu çünkü gözü bağlı yapılıyordu işkence.

 

Başbağlar sanıkları beraat edip, tazminat bile kazandı

 

İdamlık müvekkilleriniz ne oldu?

 

Onlar kurtuldu. Yalnız Dev Sol'cu olan ikisi Antep Cezaevi'nden kaçtı;İbrahim Yalçın Erkan, Denizli'de dağda vuruldu. Diğeri amcamın torunu olan Ali Kırlangıç'ın da İstanbul'da 80'li yılların başında bir operasyonda vurulduğu haberi dergilerinde yayımlandı. Dosyada benim vekaletim olduğu ve soyadım da tuttuğu halde bana ölümü hakkında resmi bir bilgi gelmedi, kimseye de gelmedi. Hala içimizde bir yerlerde "Ali sağ olabilir "diye bir umudumuz var.

 

Bu arada, meşhur Başbağlar Davası'nda en çok sanığın avukatı da benim. O dava 3-4 sene İzmir'de sürdü, bitti. Buradaki 22 sanıktan hepsi Tunceli Ovacık'ın Kozluca köyü ile Hozat'ın bir köyünden. Onların davasına kimse girmek istemedi. Riski vardı; devlet var, sağ-sol var, Kürt-Türk var, Alevi-Sünni var, her şey var. Geldiler, boyunlarını büktüler, girdik. Ama sonra ne oldu biliyor musunuz, o işkenceyle ifadeleri alınan, idamla yargılanan insanların hepsi beraat etti. 20 kişi'den 19'u bende beraat etti. Biri ayrı bir davadan ceza aldı. Hepsi Emniyet'te " O köyü yaktık, 33 köylüyü öldürdük" demişler işkence altında. Mesela biz, kadınların "O da öldürdü" dediği iki çocuğun o gece karakolda olduğunu ispat ettik. Hepsine kanıt bulduk, beraat ettiler. 0n tane haksız tutuklama davası açtık, kazandık, yedisinin tazminatını ben alıp verdim, üçü kendi aldı. Burada şu anda adına diziler yapılan bir vali ve adamları, o zamanki Erzincan valisidir. Yani, bu halka işkenceciler "kahraman" olarak lanse ediliyor, devam ediyor bu. Bana göre, 12 Eylül halen devam ediyor. Ufak tefek değişiklikler yeterli değil. 12 Eylül kurumları en başta Anayasa'sı yüzde 90'ıyla duruyor, YÖK Yasası duruyor, MGK ufak değişiklikle duruyor. Askeri Yargı duruyor. Halen Yüksek Şura'nın birkaç ufak değişikliği dışında hala bütün şeyleri yargı denetimi dışında.

Bugüne kadar bu konuda yapılanlar yeterli değil. Diğer tarafta, darbe geleneği de yeni değil. Osmanlı'dan Yeniçeri Ocakları'ndan beri hep oldu. Son darbecileri de ABD ve Avrupa desteklemediği için, bir de kendi aralarında bölündüklerinden beceremediler. Yoksa "kahraman" diye alkışlayacaktı birçoğu. Şimdi sırtımızda onlar boza pişiriyor olacaktı. Biz sosyalistler olarak ırkçılığa, dinciliğe karşıyız ama militarizme de karşıyız. Militarizm konusunda bazı geriletmeler var  fakat öbür taraftan korkum; Türk-İslam Sentezi'nin ırkçı ayağıydı bunlar, onlar da dinci ayağı; şimdi bu iki ayak yere basmaya başladı mı, işte o zaman biz hapı yuttuk, demektir. Asıl o zaman Türkiye hapı yutmuş olur.