Mehveş Evin
(Milliyet, 18 Haziran 2012)
Karısının yazdığı şiir de suç delili!
Kemal Kılıçdaroğlu’nun dört partiyi bir araya getirme çabası, hükümetin Barzani ve Talabani’yle temasları, Leyla Zana’nın açıklamaları, derken Bülent Arınç’ın “Öcalan’a ev hapsi tartışılabilir” demesi...
Kürt sorunun çözümü için önemli adımlar atılırken 16 Temmuz’da KCK davası başlayacak...
Geçen Çarşamba, KCK operasyonlarında tutuklanan avukatları savunan meslektaşlarının görüşlerine yer verdim. KCK davasında tutuksuz yargılanacak olan Avukat Fırat Aydınkaya, bunun üzerine bana bir mektup gönderdi.
Nelerle suçlandığını, delil olarak nelerin gösterildiğini yazan Aydınkaya’nın izniyle, mektubuna yer veriyorum:
“Merhaba Mehveş Hanım. Ben bahsettiğiniz avukat operasyonunda gözaltına alınıp, 4 gün süreyle İstanbul Terörle Mücadele subesinde tutulup sonradan serbest bırakılan bir elin parmaklarını geçmeyen şanslı avukatlardan biriyim...
Hukukçu olmak azap
22 Kasım 2011 tarihinde alındım. 18 Mayıs 2012 tarihinde ne ile suçlandığımı öğrenmiş bulundum. Yaşasın gizlilik kararı! Yani 6 ay boyunca yasadışı ne iş yaptığımı, eşime anne ve babama ve bu arada kendime dahi anlatamadım! Neyse ki şimdi biliyorum ve gülüyorum. Dava açılınca KCK denilen bir örgüte üye olduğum devletimiz tarafından ilan edildi. İster istemez delillere gitti gözüm. Şimdi size yazacağım deliller, birer şakadan ibaret değil. İşte KCK üyesi olduğuma dair ‘deliller’:
1- Müvekkil Öcalan ile 27 Temmuz 2007 tarihinde görüştüm. Evet, Öcalan’la görüşmem, suç olarak konulmuş önüme. Daha da trajik olanı var. Görüşme esnasında müvekkil ile savunmalarını konuşmam, bir suç enstrümanı olarak delil klasöründe yer almış. Gerçekten şaka yapmıyorum... Müvekkile, ‘savunmalarınızı konuşalım’ dedim. Ve de konuştum gerçekten. Trajedinin finali, müvekille savunma konuşmak SUÇ. Yorumu size bırakıyorum. Sadece hukukçu olmanın bu saatten sonra bana azap verdiğini söylemek isterim.
Odabaşı’nın şiirleri
2. İkinci ‘delil’imiz daha trajik. Eşim Özlem’in konservatuarda okurken not tuttuğu ajandası var. Ev baskınında ajanda görenler, nükleer başlık bulmuş kadar sevindiler. Ama ne çare, bu ajanda eşime aitti. Üstelik eşimin el yazısı ile yazdığı notlar. Peki bu notlarda ne vardı? Elbette bombanın tarifi yoktu! Şair Yılmaz Odabaşı’nın kimi protest şiirlerini defterine çiziktirmişti. Savcı ve polis amcalar, bu el yazıların bana ait olduğunu iddia ederek delil listeme dahil etmişler! Ne diyelim? Auschwitz’den sonra şiir yazılmaz diye Adorno üstadımız uyarmıştı.
3. Üçüncü delilimiz, 2001 yılında İstanbul Barosu’nda stajyerlik yaptığım döneme ait. O dönemde avukatlık ruhsatı almak için herhangi bir konuda tez yapmak gerekiyordu. Ben de Terörle Mücadele Yasası’nı ve özellikle de o dönem düşünceleri cezalandıran 8. maddesi üzerine bir tez yazmıştım. Tezi Baro’ya verdim. Bir örneğini de arşivime koydum. 10 yıl sonra bu tez, iddianamenin elinde bana karşı tez olarak geri dönmesin mi? Evet, tezim terörist olduğumun kanıtlarından biri sayılıyor!
Anlayacağınız, devletin koca savcısı benim terörist olduğumu iddia etmiş. Delilleri, size aktardığım gibi. Valla ben 16 Temmuz’da ne diyeceğimi bilemiyorum!”
Fırat Aydınkaya, iddianamede suç delili olarak gösterilen savunma soruları ve müvekkilin cevaplarını da yollamış. Okudum, valla ne diyeceğimi ben de bilemedim!