İdil Uzay Uzun* - Metin Kaan Kurtuluş**
Avrupa Parlamentosu seçimlerinin Avrupa Birliği-Türkiye siyaseti, ticari ilişkiler ve göç gibi tartışmalı konulara nasıl yansıyacağına ve önümüzdeki beş yıllık süreçte bizi nelerin beklediğine dair bir değerlendirme sunarken seçim sonuçlarının etkisine dair hem ihtiyatlı olmalı hem de yaratabileceği politik dalgaları gözden kaçırmamalı.
Avrupa Parlamentosu'nun sağa kayması, geleneksel olarak Türkiye'nin çıkarlarına uygun olmayan bir gelişme. Her ne kadar Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri dondurulmuş durumda olsa da, iki tarafın birbiriyle derin siyasi ve ticari bağları, ilişkilerde kopmayı önlüyor. Öte yandan Türkiye Avrupa için, Avrupa da Türkiye için bir jeopolitik bir gerçeklik.
TIKLAYIN | 2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri: Merkez (hâlâ) güçlü, ancak AB siyaseti değişiyor
Son yıllarda AB, Türkiye ile ilişkilerini üyelik müzakereleri çerçevesinden çıkarıp ilişkileri iyileştirmeye yönelik diğer başlıklara odaklanmaya başladı. Üyelik müzakerelerindeki olumsuz gidişatın ilişkilere de sirayet ettiğini gören AB, gümrük birliğinin güncellenmesi ve vize kolaylığı gibi hem Türkiye’ye hem AB’ye olumlu yansımaları olacak konuları gündeme alma ihtimali üzerinde durdu.
Ancak nisan ayındaki son AB Konseyi liderler toplantısında çıkan kararlara AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in planlamasının başını çektiği bu olumlu gündem önerisi yansımadı. Vize serbestisi, Avrupa Yatırım Bankası’nın tekrar Türkiye’de faaliyet göstermesi, gümrük birliğinin güncellenmesi gibi öneriler Borrell tarafından hazırlanan raporda bulunuyordu. AB liderleri, bu önerilerin devlet başkanları seviyesinde değil, AB Daimi Temsilcileri’nden oluşan COREPER’de (AB Daimi Temsilciler Komitesi) görüşülmesine karar verdi. Yani önerilerin bürokratlar tarafından değerlendirilmesi uygun görüldü.
Borrell ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan
AB liderleri, ayrıca hazırladıkları karar metninde, AB-Türkiye ilişkilerindeki iyileşme için Kıbrıs sorunun çözümünde atılacak adımların da olumlu olduğunu vurguladı.
AB içinde Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’dan oluşan blok, Türkiye ile ilişkilerin ilerlemesi için bu karar bildirgesinde gördüğümüz gibi çeşitli zorluklar çıkarabiliyor. Karar bildirgesinin sızan taslak metninin çok daha pozitif bir dille yazılmış olması, zirvede bazı AB liderlerinin bu ilerleme adımına direnç gösterdiğine işaret ediyor. Özellikle 2020’de Britanya’nın AB’den ayrılmasından sonra Türkiye’nin AB içinde etki alanı yüksek müttefik sayısı ciddi anlamda azaldı.
Roma Antlaşması’nda zaman içinde yapılan değişiklikler, Avrupa Parlamentosu’nun dış politika konularında da yetkilerini artırdı. Yasa inisiyatifine sahip olmayan ve bu özelliğiyle birçok parlamentodan ayrılan, dolaylı olarak AB’nin en etkisiz kurum olarak görülen AP, aslında AB içinde çok önemli bir denetim görevi yürütüyor. Dolayısıyla yasa inisiyatifine sahip olmasa da AP, karar verme süreçlerinde engelleyici rol oynayabiliyor. AP ve Konsey, kanun yapıcılık rolünü paylaşıyor.
Türkiye için yakın zamanda AP gündemine gelme olasılığı olan en önemli konular vize serbestisi ve gümrük birliğinin güçlenmesi. Türkiye ve AB, bu konularda bütün sorunları aşsa bile AP’nin onayı gerekecek.
AP’de aşırı sağa kayış çok büyük seviyelerde olmadığı için, Türkiye’nin AB’nin beklentilerini karşıladığı senaryoda bu iki başlığın kabul edilmesi zor olmayacak. Ancak Parlamento’nun genel olarak sağa kayması, ilişkilerin geneline bakıldığında Türkiye’nin aleyhine bir gelişme.
Türkiye’nin vize serbestisini tüm gerekliliklerini karşılaması için 72 kıstastan sadece 6’sı kaldı. Bunların en öne çıkanı Terörle Mücadele Kanunu’nda değişikliğe gidilmesi. AB, Türkiye’deki mevcut terörist tanımını çok “geniş” buluyor.
Gümrük birliği için ise Türkiye çok istekli, ancak taraflar arasında hala giderilmesi gereken pürüzler bulunuyor.
Bazı düşünürlerin AP’nin politika yapımındaki sözde zayıf rolüne sıkça atıf yapmasına rağmen, AP’nin yasama yetkisini Komisyon ile paylaştığını hatırlamak gerek. Öncelikle hem Türkiye’nin aday ülke olması açısından hem de AB’nin en büyük ticari ortaklarından biri olması açısından AB’nin mevzuat ve ticari politikaları Ankara’yı yakından ilgilendiriyor.
Süregelen vize serbestisi tartışmaları ve gümrük birliğinin modernize edilmesi konuları mevcut Türk hükümetinin de seçim sonrası önceliği olacak.. Bu yönde bir sinyali 14 Mayıs tarihinde Brüksel’e gelip Komisyon ile görüşmeler yapan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten aldık. Şimşek halka açık organize edilen bir etkinlikte Türkiye ile yapılacak geniş kapsamlı bir gümrük birliği anlaşmasının faydalarını muhataplara açıklarken kimse karşı görüş bildirmedi fakat bu Brüksel’deki düşünce kuruluşlarında hakim merkezci söylemle çok da çakışacak türden bir görüş değil. 2022 verilerine göre, AB Türkiye'nin ithalatının yüzde 26'sını ve ihracatının yüzde 41'ini oluşturmakta ve toplam ihracatta ilk sırada yer almakta. 1995’te başlatılan AB-Türkiye Gümrük Birliği, ticaret hacmini önemli ölçüde arttırsa da güncel ekonomik zorlukları ele almak ve kapsamını hizmetler ve kamu alımlarını içerecek şekilde genişletmek için modernizasyona ihtiyaç duyulmakta. Yeni AP konfigürasyonunda bu Türkiye’nin bu taleplerinin nasıl karşılanacağı ise belirsiz. Aynı zamanda AB’nin tedarik zincirlerini çeşitlendirme ve ekonomik güvenlik politikalarının Türkiye’ye nasıl yansıyacağı jeopolitik gelişmelerin rüzgarının ne yöne gittiğine de bağlı.
Şimşek, Bruegel'de yaptığı konuşmada AB ile ilişkiler konusundaki vizyonuna dair önemli mesajlar verdi
Yeşil Mutakabatın Akıbeti, AB’nin dış ticaret politikası ve Türkiye
Avrupa gündemine Yeşil Mutabakat'ın hakim olduğu mevcut dönemde, siyasi yelpazenin merkez sağa kayması muhtemelen yeni sürdürülebilirlik ve uygunluk denetimi politikalarının yavaşlamasına veya mevcut iddialı politikaların yeniden yönlendirilmesine yol açabilir.
Yeni dönemde tüketiciyi ek maliyetlerden koruma ve Avrupa'nın rekabet gücünü muhafaza etme konusunda daha fazla vurgu yapılacak. Özellikle çevresel standartları içeren daha sıkı uygunluk gereksinimleri, yeni AP’de daha büyük dirençle karşılaşacak, bu da sürdürülebilir iş uygulamalarını sağlamayı hedefleyen yeni düzenlemelerin gecikmesine veya zayıflamasına neden olabilir. Bununla birlikte, AB'nin iddialı sürdürülebilirlik hedeflerinin çoğu yerinde kalacak. Komisyon, çetin bir siyasi ortamda orta yolu bulmak zorunda. Ursula Von der Leyen – eğer yeniden Komisyon Başkanı olarak seçilirse – kendi muhafazakar partisi EPP’nin, bazı Yeşil Mutabakat dosyalarını reddetmeyi veya yumuşatmayı hedeflediği bir ortamda zorlu bir denge kurmaya çalışacak.
Yeşil Mutabakat çerçevesinde üçüncü ülkelere uygulanması planlanan bir takım çevresel standart gereklilerinin korumacı ticaret önlemleri olarak öne çıkması beklenebilir. Korumacı ekonomi politikaları, sağ ve aşırı sağda yaygın olan anti-küreselci söylemlerle uyumlu olduğu için, aşırı şağın perspektifiyle çok çakışmıyor. Bu durum, özellikle Türkiye gibi üçüncü ülkelere karşı alınacak önlemleri de etkileyecek. Bu bağlamda Türkiye'ye yönelik alınacak önlemler Avrupa Parlamentosu ve Konsey düzeyinde önemli bir tepkiyle karşılaşmayacaktır. Seçim öncesi yasama sürecinden en güncel örnekler AB Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Yönergesi (CSDDD), Avrupa Birliği Zorla Çalıştırma Yönergesi (Forced Labour) ve hatta teknik sayılabilecek ama Türkiye’deki geri dönüştürme sektörünü yakından ilgilendiren Ambalaj ve Ambalaj Atıkları Yönergesi (PPWR). CSDDD büyük şirketlerin ve yüksek riskli sektörlerin, insan hakları ve çevresel etkileri tespit etmek ve ele almak için tedarik zincirlerinde titiz bir şekilde due diligence (uygunluk incelemesi) yapmalarını gerektiriyor. Bu gereksinimler AB pazarına ihraç edilen tüm ürünleri etkiliyor. Aynı zamanda, Zorla Çalıştırılan İşgücü Ürünlerinin Yasağı Yönetmeliği, bireyleri zorla çalıştırılarak üretilen herhangi bir ürünün AB pazarına girmesini yasaklamayı hedefliyor. CSDDD ve zorla çalıştırma düzenlemeleri, ticareti büyük ölçüde etkileyerek şirketler için uyum maliyetlerini ve risklerini artıracak, potansiyel olarak tedarik zinciri yeniden yapılandırmasına ve tedarikçilere yönelik artan denetimlere yol açması bekleniyor. Örneğin PPWR ise Türkiye gibi üçüncü ülkelerdenthal edilen geri dönüşmüş ambalajların AB standartlarına uyumluluğunun tespitini koşul olarak koyuyor. Dünya Ticaret Örgütü kurallarına aykırı olabileceği açısından pazarlık sürecinde eleştirilen bu yükümlülük ve benzerlerini önümüzdeki dönemde de sık sık göreceğiz.
2024-2029 yılları arasındaki süreçte AP seçim sonuçlarının Türkiye-AB ilişkilerinin lehine olduğunu söylemek zor. Fakat ilişkilerdeki ilerleme Türk tarafının taleplerini nasıl ve kime ilettiğine bağlı olarak yönlenecek.
Von der Leyen ve Erdoğan
Türkiye’nin dış politikasında AB
Türkiye’de iktidarın dış politika söyleminde AB üyeliği hala önemli bir yer tutsa da, Ankara AB ile üyeliğin mevcut şartlarda ihtimal dışı olduğunun farkında. Türkiye, üyelik için şart olan Kopenhag (Siyasi) ve Maastricht (Ekonomik) Kriterleri’ni karşılamaktan çok uzakta. Fakat AB üyeliğinin ihtimal dışı olduğunu kabul etmek, bir anlamda Türkiye’nin demokratik gerilemesini de kabul etmek olacağı için Ankara bu söylemden vazgeçmiyor. 14 Mayıs’taki konuşmasında Mehmet Şimşek AB’deki muhattaplarına önemli olanın adaylık sürecinin sonucunun değil, üyelik sürecinin kendisinin olduğuna dair mesajını üstüne basarak iletti. Diğer yandan, iİki tarafın dış politika uyumluluğu yüzde 10’un altına düşmüş durumda. AB’nin yanı sıra şu anda Türkiye’de de katılım için yoğun bir irade olduğunu söylemek zor. Türkiye’nin üyelik müzakerelerini tekrar başlatabildiği senaryoda bile onlarca reform yapması gerekecek. Günün sonunda AB üyeliği, ülkelerin egemenliğinin bir bölümünden vazgeçmesi ve ortak politikalara uyum sağlaması demek. Örneğin Türkiye bir AB üyesi olsa, AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırım paketlerine uyması gerekecekti. Üye olarak bu paketlerin geçmesine direnç gösterme fırsatı olacaktı, ancak Macaristan örneğinde gördüğümüz üzere bu tür bir tepki bastırılabiliyor. Öte yandan AB içinde söz sahibi olmak, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu gibi birçok tartışmalı konuda Ankara’ya eşit söz hakkına sahip olmasını sağlayacaktı.
Mevcut durumda üyelik müzakereleri dışında ilişkilerin geliştirilebileceği noktalara odaklanmak, Türkiye’nin de işine geliyor. AKP döneminde dış politika sıklıkla partinin seçmenini konsolide etmek için kullanıldı. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize serbestisi, Türkiye içinde iktidara olumlu yansımaları olacak gelişmeler olabilir.
Öte yandan iktidar, sıklıkla AB’ye Türkiye’nin üye olamadığı senaryoda farklı alternatifler arayabileceği mesajı da veriyor. Son günlerde tekrar gündeme gelen Türkiye’nin BRICS üyeliği ihtimali, bunun en güçlü örneği.
NATO, Avrupa Konseyi ve AB adaylığı, Türkiye’yi kurumsal olarak Batı’ya bağlıyor. Özellikle NATO müttefikliği, Soğuk Savaş’tan bu yana Türkiye’nin bir ‘Batı ülkesi’ kabul edilmesinin en önemli sebebi. BRICS’in üyeleri içinde hiçbir NATO veya AB ülkesi bulunmuyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği ve Çin’in ABD ile güç mücadelesinde olduğu bir dönemde BRICS’e üye olmak, Türkiye’nin kurumsal olarak da bu iki ülkeyle ciddi bir yakınlaşma adımı atması anlamına geliyor. Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkileri mevcut şartlarda bile Batı’da rahatsızlık yaratırken, AB değerlerinden uzaklaşılan bir dönemde gelecek bir BRICS üyeliği, Türkiye’nin Batı dünyasındaki yerini daha da tartışılır hale getirebilir. Önümüzdeki haftalarda Rusya’ya uygulanan yaptırımların Türkiye ve diğer ülkeler aracılığıyla delinmesi meselesi yeni bir yaptırım paketinde gündeme gelebilir. Böyle bir jeopolitik ortamda Gümrük Birliği ve vize serbestisinin bürokratik düzlemde dahi yapılabilirliği düşük gözüküyor.
* İdil Uzay Uzun, Flint Global Brüksel Ofisinde AB Mevzuat ve Politika Danışmanı
** Metin Kaan Kurtuluş, T24 Haber Koordinatörü ve Dış Politika Editörü