Karin Karakaşlı*
Herkese nasip olmaz. Bazı insanlar hayatlarının ta kendisidir. Ömürleri bir tarih, varlıkları bir coğrafyadır. Hrant Dink böyle bir insandı. O yüzden hayatıyla da, öldürülüşüyle de bir tarihi sırtladı, bir coğrafyayı ayaklarımızın altından çekti. Onun kaybını, toprak kaybı gibi yaşadı binlerce insan. Ama neyi kaybettiğimizi ya da onun varlığıyla bize bahşedilmiş olan serveti anlamamız için daha fazla çaba gerekliydi.
Bu özverili çabaya talip olan, hayatının üç yılını, o üç yılın ve sonrasının her bir anını bu insana, o insanın sahiplendiği memleket davasına adayan isim ise Tûba Çandar oldu. Biyografi yazınının deneyimli ismi, bu eserine çok farklı bir kurguyla girişti. ‘Hrant’ biyografisi, 2010 yılının 15 Eylül tarihinde, Hrant Dink’e ve bizlere bir doğum günü hediyesi olarak gelirken, onun hayatına türlü vesilelerle ortak ya da tanık olan 125 kişi, sesleriyle bu anlatının ilmekleri oldu.
Cesaret edilemeyen emeğin takdiri de güçtür buralarda. Kimileri o dönem, bu seslerin her şeyi tam da kitaptaki sadelik ve kurgu düzeninde anlattığına bile hükmetti. Oysa çalışmanın en yakın tanıklarından biri olarak Tûba Çandar’ın, Hrant Dink’in her biri ayrı birer kompartıman, başlı başına ayrı bir hayat olan ömrünü, mücadelesi çerçevesinde iki kitap ve onlarca bölüm içerisinde ele alarak, seslere en uygun haliyle anlattırdığını ve kendisini yine buralarda pek alışılmadık biçimde tevazuyla geri çektiğini biliyorum.
Şimdi bu 736 sayfalık Türkçe emanet, ‘Hrant Dink: An Armenian Voice of the Voiceless in Turkey / Hrant Dink: Türkiye'deki Sessizlerin Ermeni Sesi’ adıyla, İngilizce olarak ABD'de yayımlandı. Bu kitap da yine önemli bir tarihe, Hrant Dink’in 9. ölüm yıldönümüne denk geldi. Gerard Libardian’ın sunuş yazısı ve Maureen Freely'nin çevirisiyle çıkan kitap, yine yazarının büyük emeğiyle yeniden kurgulanıp kısaltılarak 403 sayfa olarak elimizde. Bu vesileyle, kendisinin 2010’da Radikal’de Kaya Genç’e verdiği söyleşiden bir bölümü anımsatmak isterim: “Hrant’a sahip çıkılmasının sebebi, öldürülmesinin Türk insanının vicdanını harekete geçirmesiydi. O yüzden 200 bin kişi, ‘Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant’ız’ diyerek İstanbul sokaklarına döküldü. Ölümü, Türk insanının vicdanına dokundu, 21. yüzyıl Türkiyesi’nde hepimizin gözlerinin önünde böyle bir şey yaşanması çok dokundu ve bizi çok incitti. Ama bu, vicdani bir sahiplenmeydi. Sanırım bu kitaptan sonra insanlar, Hrant’ı tanıyarak ve bilerek sahiplenecekler. Hrant, dokunarak değiştiriyordu insanları. Bu kitap da insanlara dokunsun istiyorum.”
Bu kitaptan ve o dokunuştan nasiplenmeyenler, ne yazık ki hayli fazla. Öyle olmalı ki, tam da 19 Ocak tarihli Yeni Yüzyıl’da Vercihan Ziflioğlu imzasıyla, Agos’un kurucu kadrosundan avukat Luiz Bakar’ın söyleşisi, “Agos uğursuzmuş, Hrant'ı elimizden aldı” başlığıyla verilebildi. Hadi biraz yakından bakalım bu uğursuzluğa.
“Hrant, gazetecilikten anlamıyordu fakat çok heyecanlıydı. İlerleyen zamanda gazete Hrant Dink ismiyle özdeşleşti biraz. Gazete ‘kişi gazetesi’ olarak planlanmamıştı doğru. Herkesin işi vardı, oysa Hrant’ın bir işi yoktu, tüm zamanını gazeteye vermek istiyordu. Öyle de oldu.” demiş Luiz Bakar. Bilindiği üzere, Hrant Dink’in yıllar boyu kardeşleri ve ailesi ile birlikte yürüttüğü Beyaz Adam Kitabevi vardı. İşi de başından aşkındı. Bahsi geçen heyecan kadar, ondan öte, kimsenin bu denli elini taşın altına koymaması ve Hrant Dink’in herkesinkini fazlasıyla aşan irade, azim ve inancı, Agos’a adanmasına vesile oldu.
“Şöyle söyleyeyim, bütün basın çalışanlarının bir parça otosansür yapması lazım” cümlesine de takıldım, kaçınılmaz olarak. Elbette her dönem, birbirimize danışarak yaşattık gazeteyi; ama esas derdimiz, sarih bir barış dili kurmak içindi. Onun dışında, her yanı sansürle kaplanmış bir ülkede bu gazetenin en büyük gurur kaynağı, elinden geldiğince hakikati anlatmasıdır.
Ardından şöyle bir soruya rastlıyorum, bir dönem kendisi de Agos’ta çalışmış olan Vercihan Ziflioğlu’ndan: “Agos doğdu doğmasına, beklenenden çok daha fazla yaşadı. Fakat hem fikir babası Sayın Patrik Mesrop II’yi bir anlamda yitirdik, hem de Hrant Dink’i, neler söylemek istersiniz?” Hadi at golü, verdim pası klasmanındaki bu soruya gelen cevap şöyle: “Demek ki, uğursuzmuş bu Agos!”
Bu noktada, Luiz Bakar’a haksızlık etmek istemem. Her zaman dobra söylemiyle bildiğim Luiz Bakar, Hrant Dink’in öldürülüşüne ve Patrik II. Mesrob’un amansız hastalığına duyduğu isyanı, kendine özgü kara mizahıyla haykırmıştır. Ama ağızdan çıkan, mimikle desteklenen söz yazıya geçtiğinde, böyle buz gibi tınlar işte. Bir insanı, önünde öldürüldüğü gazetesine uğursuz diyerek, ancak hatırasında incitmiş olursunuz benim nezdinde.
Söyleşiye bu başlığı uygun gören Ziflioğlu’na, hele de bu başlığa onay veren Yeni Yüzyıl editörleri ve Genel Yayın Yönetmeni’ne ise diyeceğim şu: Bunun adı kasıt ve kötülüktür. Neye hizmet ettiğini de bir tek kendileri bilir.
Bir uğursuzluk var, orası kesin. O da bu başlıkta, onu atan ve onaylayanlar da ve o cinayet davasını sonuca götüremeyen bu ülkenin kendisinde.