Karar yazarı Yıldıray Oğur, Halide Edip Adıvar ile ve eşi Adnan Adıvar'ın Şeyh Said ayaklanmasından sonra 1925 yılının Mart ayında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile ülkeyi terk ettiğini ve Atatürk'ün ölümünden sonra, 1939 yılında döndüklerini hatırlatarak, "Cumhuriyetin kuruluş yıllarına bakarken laiklik, uluslaşma ve modernleşme için atılmış ve sonuçları hayırlı olmuş zorunlu adımların görülmesini ama mesela Halide Ediplerin görülmemesini istiyorlar.
'O günün şartları böyleydi', 'dünyada başka ülkelerde de böyle oldu', 'başka türlüsü mümkün değildi' diyerek olan biten her şeyi meşrulaştırabileceklerini düşünüyorlar.
Halbuki Halide Edip ve kuşağının başına gelenler o günün şartları ile açıklanamaz. Hiçbiri 'bölücü' ya da 'gerici' değildi. En az Atatürk kadar batıcı ve laiktiler. Vatanseverliklerinden kimsenin şüphesi yoktu. Suçları siyaset yapmak, konuşmak, yazmaktan ibaretti.
Bugün şikayet ettiğimiz sorunların benzerlerinden şikayetçiydiler. İstedikleri bugün istediklerimizden farksızdı. Yaşadıkları bugün yaşananlara benzerdi. Çektikleri acılar da anakronik değil, evrensel ve zaman üstü acılardı.
İktidarın tek bir kişide toplanmasına itiraz etmişler, hukukun siyasi tasfiye için kullanıldığı mahkemelerle zulme uğramışlar, bazıları yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, kalanlar sürgün edilmiş, susturulmuş, kitapları yakılmış, sessizliğe mahkum edilmişler, peşlerine hafiyeler takılmıştı.
Eğer Türkiye, Afganistan olsaydı, geçmişe baktığımızda bütün bunları zorunlu bir laiklik ve modernleşme için atılmış otoriter adımları olarak görüp, olan biteni meşrulaştırabilirdik. Ama Türkiye, Afganistan değil. 150 yıllık bir parlamento tarihi, 115 yıllık bir çok partili hayat tecrübesi, 70 yıllık bir parlamenter demokrasisi olan bir ülke.
Halide Edip ve kuşağı da hukuk, ifade özgürlüğü, demokrasi, adil yargılanma istemiş insanlardı, tek suçları iktidarın otoriterleşmesine, tek elde toplanmasına karşı çıkmaktı. Üstelik sadece modernleşmeyle, uluslaşmayla sorunu olmayanların başına gelenlerden bahsettik. Bunlara itiraz eden dindarlara, Kürtlere, gayri-müslimlere yapılan baskılar, katliamlar sayfasını açmadık bile.
O yüzden bugünün otoriterliğine bakıp, 'cumhuriyetin kurucu değerleri'nden ve kurucu hikayesinden bugünün esas acil ve yakıcı meselelerine bir çare bulamayız. Tam tersine karşımıza kötü örneklikler hatta bugün olan biteni meşrulaştıracak argümanlar çıkar. Ancak Atatürk’ün vefatından sonra Türkiye’ye dönebilen Halide Edip’in hayatı bile post-Kemalist eleştirileri karikatürize edenleri, kurucu idealleri allayıp pullayıp ortaya bir neo-Kemalizm çıkarmaya çalışanları mahcup etmeye yeter.
Bugünün yakıcı güneşiyle dünün çamaşırları kurutulmaz. Bugünün öfkesiyle de geçmişten bir demokratik cumhuriyet ütopyası çıkarılamaz. Atatürk’ü ve cumhuriyetin kurucu hikayesini bir kez daha bugüne taşımaya zorlamak sadece onların üzerine taşıyamayacakları bir yük bindirmeye neden olur. Bunu en son Kenan Evren yapmıştı. Onun daha demokratik bir versiyonunun akıbeti de farklı olmaz.
100 yıl sonra artık Atatürk’ü bu ağır yüklerden kurtarıp, bugün hamaseti yapılan cephelerde bizzat savaşmış, bu ülkenin kurucu lideri koltuğunda huzur içinde rahat bırakmak gerek" ifadelerini kullandı.