Karar gazetesi yazarı Mustafa Karaalioğlu, liyakatsizliğin sadece eş-dost, huyu suyu belli olanlarla kadrolaşmak olmadığını söyledi. "Liyakatsizlik seviyeyi boğuyor. Liyakatsiz, yetersiz ve kalitesiz olanı tercih ederek, kadroları böyleleriyle doldurarak sadece adaletsiz bir iş yapmış olmuyorsunuz. Sadece o yerleri gerçekte daha çok hak eden siyasetçinin, bürokratın veya müdürün, memurun hakkını yemiş olmuyorsunuz" ifadesini kullanan Karaalioğlu, "Kritik kadrolar liyakat kriterinden koparak sadece uslu ve laf dinleyen adamlara teslim ediliyorsa, her alanda telafisi zor kayıplar kaçınılmaz demektir" diye yazdı.
Mustafa Karaalioğlu'nun "Liyakatsizlik seviyeyi boğuyor" başlığıyla yayımlanan (30 Nisan 2016) yazısı şöyle:
"Seviye azaldıkça, üslup ve dilde kalite düştükçe hiç şüphe olmasın liyakat çoktan kaybolmuş demektir. Doğru insanlar, yani siyasetçiler, bürokratlar, akademisyenler vb. hak edilen yerlerin çok uzağında bulunuyordur. O yerlerde, politik ilişkiler, sınırsız itaate söz vermiş olanlar oturuyordur ve dolayısıyla da kendilerini retorikten başka işe mecbur hissetmiyorlardır.
Bir şirketin, bir kurumun, bir üniversitenin; netice bir ülkenin başına bundan büyük bir bela da gelemez…
Zira, liyakatsizlik sadece liyakatsizlik; yani eş-dost, huyu suyu belli olanlarla kadrolaşmak değildir. Liyakatsiz, yetersiz ve kalitesiz olanı tercih ederek, kadroları böyleleriyle doldurarak sadece adaletsiz bir iş yapmış olmuyorsunuz. Sadece o yerleri gerçekte daha çok hak eden siyasetçinin, bürokratın veya müdürün, memurun hakkını yemiş olmuyorsunuz.
***
Kritik kadrolar liyakat kriterinden koparak sadece uslu ve laf dinleyen adamlara teslim ediliyorsa, her alanda telafisi zor kayıplar kaçınılmaz demektir.
Liyakatsizlik daha az adalettir. Daha az güvenlik, daha az milli gelir, daha az istihdam, daha az akademik makale, daha az inovasyon, daha az sağlık, daha az eğitimdir... Birçok başka, daha aza razı olmak demektir.
Sözgelimi, konu Türkiye olduğunda orta gelir tuzağı denilen 10-11 bin dolar kişi başı yıllık milli gelir payında takılıp kalmak demektir. Çünkü, bu eşiği aşabilmek için daha çok nitelikli ürün yani, katma değeri yüksek teknolojik mamul üretmek gerekiyor. Bu da önce bilimsel araştırmaya önem vermek, bilim özgürlüğünün önünü açmakla mümkündür. Ama bunlar da yetmez… Beraberinde güçlü bir hukuk sistemi, şeffaf sermaye yapıları ve elbette nitelikli bir bürokrasi şarttır. Bunların hepsi için ilaveten güvenlik de gereklidir ama güvenlik için önce o süreci yönetecek, tiziz bir akıl şarttır. Ne var ki bu da liyakatsizlikle mümkün değildir.
***
Malum, Türkiye toplamda eğitimli bir nüfus değildir; bütün diplomaları nüfusa böldüğünüzde 6. sınıftan terk bir toplumuz. Bu diplomaya rağmen tarihin en eğitimli insan kaynağına sahip olduğumuz döneminden geçmekteyiz. Çünkü hayat ve dünya şartları herkesi daha iyi eğitim almaya zorluyor. İç savaş yaşayan ülkeler hariç eğitiminin seviyesi düşen toplum yoktur.
Zamanı hızlandırmak mümkün olmadığına göre eğitimdeki eksik liyakatle kapatılabilir.
Ne var ki gidişat o yönde değil. Üstelik, yakın zamana kadar imza atılan büyük başarıların liyakat silsilesiyle ilişkisi apaçık ortadayken bugün bu temel gerçeğin neredeyse unutulmuş olmasının garabetini yaşamaktayız.
Manzara ise şöyle… Her alanda; sormayan, sorgulamayan, sorumluluk taşımayan, hedefsiz, seviyesiz; retorikten rüzgar alan yelkenler kabardıkça kabarmaktadır."