Karar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras, AKP'nin mevcut yönetimine, "AK Parti yönetimi rakiplerinin yolunu kesmek için -boş yere- uğraşmamalı" uyarısında bulundu. "Çünkü bir siyasi hareketin halkta karşılığı varsa bunu engellemenin yolu yoktur" diyen Kiras, "Belki ancak akıbeti bir süre geciktirmek mümkün olabilir. Ama bu da pahalı bir yöntemdir" ifadesini kullandı.
Kiras'ın "Yeni parti girişimleri için iki model" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Dostoyevski, modern Rus edebiyatı çığırını kastederek, “Palto” öyküsünün yazarının Rus edebiyatında dönüm noktası oluşuna vurgu yapmak için “hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık” demiş ya, siyasi tarihimizde iz bırakmış partilerin neredeyse tamamı da bir başka partinin içinden çıkmıştır. En başta İttihat ve Terakki’nin içinden bu hareketin en şedit muhalifi Ahrar Fırkası doğdu… CHP’den aynı şekilde önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka, sonra Demokrat Parti kurucuları çıktılar. Sonraki süreçte Güven Partisinden DSP’ye kadar birçok parti daha bu “palto”dan çıktı.
Daha yakın döneme gelirsek, DP’nin devamı olarak kurulan AP’nin içinden 1970’li yıllarda Demokratik Parti kopuşu yaşandı. Bu kopuş aynı zamanda “daha sağdaki” MNP/MSP’nin doğuşuna ve MHP’nin güçlenmesine de yol açacaktı.
27 Mayıs’ta askeri darbeyle iktidardan uzaklaştırılmış olan Demokrat Parti’nin yerini alma iddiasında iki aday vardı. DP’nin çoğunlukla “milliyetçi-muhafazakâr” kesiminden genç siyasetçilerin girişimiyle kurulan Adalet Partisi ile “merkez/liberal” kanadın temsilcilerinin kurduğu Yeni Türkiye Partisi. Bu ikincisi özellikle doğu ve güneydoğudaki yüksek DP desteğini devralmış olmasına rağmen ülke genelinde aynı başarıyı gösteremedi. Adalet Partisi 1965’de Süleyman Demirel liderliğinde girdiği ilk seçimde yüzde 53 oy alarak tek başına iktidara geldi.
Ancak bu büyük başarı bile Demirel’in parti üzerindeki mutlak hakimiyet isteğini söndürmeye yetmedi. “Barajlar kralı” partinin başına “Koca Reis” lakaplı Sadettin Bilgiç’i yenerek gelmişti ama milliyetçi-dindar kanadın etki gücünü kıramamıştı. 1969 seçimlerinden sonra tasfiye hamlesi geldi. Adalet Partisi’nden ihraç edilen Bilgiç ve arkadaşlarının diğer Demirel muhalifleri ve özellikle Celal Bayar’ın yakınlarıyla birlikte kurdukları Demokratik Parti başarılı olamadı ama “enerji”olarak Adalet Partisi’nden çok şey götürdü. Daha da önemlisi Adalet Partisi’nin sağı boşaldı; milliyetçi-dindar taban büyük ölçüde küstürülünce MSP ve MHP sonraki süreçte bu boşluğu doldurdular. Merkez Sağ diye nitelenen partiler uzunca bir süre tek başına iktidar olmaya yetecek kadar oy alamadılar.
***
Demirel’in sonraki yıllarda siyasi hayatının en büyük hatası olarak anacağı parti içi tasfiye olayını son zamanlarda AK Parti’de yaşanan kopuşlara benzetenler oldu. Davutoğlu ve arkadaşlarının ihracı girişiminin yakın tarihteki örneği olarak zikredildi. Kimileri de Gül ve Babacan gibi isimlerin hareketiyle 1945’de Bayar-Menderes-Köprülü-Koraltan ekibinin CHP yönetimine verdiği “dörtlü takrir”arasında benzerlik kurdu. Her ayrılık bir diğerine benzeyen yönlere sahiptir elbette ama aynı zamanda hepsinin kendine özgü şartları da vardır. Dolayısıyla geçmişteki birtakım “benzer hadiseler” esas alınarak analiz yapılmaya çalışılırsa bugün AK Parti’de yaşanan kopuşların izahı zorlaşabilir. Oysa bugünün şartlarının ürettiği bugünün problemlerine bugünün çözümleriyle cevap verilmesi gerekir.
Bana sorarsanız, zikredilen örneklerden çıkarılması gereken tek bir ders var: Bir siyasi hareket şu veya bu sebeple sahneden çekilmek zorunda kaldığında bütünüyle ortadan kalkmış olmuyor. Çünkü temsil ettiği anlayışın toplumdaki karşılığı sona ermiş olmuyor. Dolayısıyla başka adlarla ve başka yapılar içinde sürüyor siyasi hareketler. Ama bir siyasi yapının bir diğerinin yerine geçebilmesi için de çok basit bir şart var: İlkinden ümit kesilmesi, ikincisinin ümit verebilmesi.
***
Demek ki bugün AK Parti’nin mevcut yönetiminin yapması gereken toplumun veya tabanının kendisinden ümidini kesmesine mâni olacak adımları atmasıdır. Rakiplerinin yolunu kesmek için -boş yere- uğraşmak değil. Çünkü bir siyasi hareketin halkta karşılığı varsa bunu engellemenin yolu yoktur. Belki ancak akıbeti bir süre geciktirmek mümkün olabilir. Ama bu da pahalı bir yöntemdir.
Buna mukabil, AK Parti’den kopup yeni bir hareket başlatmak isteyen kadroların yapması gereken ise geçmişte bu çatı altında yaptıkları güzel hizmetleri hatırlatmak ve kendilerinden sonra her şeyin kötüye gittiğini anlatmak olmamalı herhalde. Bunun yerine kendilerini yeni bir seçenek yapan özelliklerini ve ülke için tasarladıkları yarını mümkün kılacak siyaseti topluma anlatmak zorundalar.
Bu noktada, yakın dönem Türk siyasi tarihindeki örneklerden çıkarabileceğimiz iki model var. 1940’larda CHP’den ayrılan Demokrat Parti ve 1970’lerde AP’den ayrılan Demokratik Parti. Biri neden başarılı oldu, öbürü neden başarısızlığa uğradı? Cevaplanması gereken soru bu olmalı.