T24 - Hürriyet ve Taraf gazetesinin iki başyazarı birbirlerinin gazetecilik anlayışlarını eleştirirken ağır ifadeler kullanmaktan kaçınmadılar.
Taraf Gazetesi Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, Hürriyet, Milliyet ve Sabah gazetelerinin "Kafes" soruşturması haberlerini kullanmamalarını 'Kafes kardeşliği" olarak niteledi.
Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi ise "Utanırlarsa" başlıklı yazısında "Bizim bildiğimiz “demokrat”lığın temel ölçüsü, başkalarını kendi tercihlerinde serbest bırakmaktır" dedi.
Söz konusu tartışmada Milliyet gazetesi köşe yazarı Hasan Cemal de "Biz memleket yönetmiyoruz. Biz haberle uğraşıyoruz. Yazın bunu bir kenara. Gazeteci milleti haberle haşır neşirdir, haberden korkmaz. Haberden korkan gazeteci olmaz" diyerek tartışmaya katıldı.
Ahmet Altan: Kafes Kardeşliği susuyor
Ahmet Altan'ın (24.11.2009) Taraf gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle:
Bu kilidi çözmeden Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca yaşananları anlamanız mümkün değildir.
İster Dersim Katliamı’na bakın, ister İzmir Suikastı’na, ister Ali Şükrü Bey’in vurulmasına, ister Topal Osman’ın öldürülmesine, ister Kürt ayaklanmalarına, ister yaşadığımız üç askerî darbeye, ister 28 Şubat’a bakın.
Bütün bu olayların kanlı sırları medyanın “anlatmadıklarında” gizlidir.
Size basit bir soru sorayım izninizle.
Medya olmasaydı 28 Şubat olur muydu?
O uzun siyah cübbeleriyle şehir şehir gezen yüz tane Aczmendiyi her gece ekranlarına taşıyan, muhtıradan sonra ortadan kaybolan Fadime Şahin’in “şeyhlerle” yaşadığı tuhaf aşkları ve tuhaf baskınları defalarca gösteren televizyonlar, “andıçlara” uygun yayınlar yapan gazeteler olmasaydı 28 Şubatçılar amaçlarına ulaşabilirler miydi?
Dün Hürriyet gazetesinde Ahmet Hakan, 28 Şubat döneminde üç gazetenin, Hürriyet’in, Milliyet’in ve Sabah’ın aynı gün “Kur’an kurslarında ürperten yemin” başlığıyla çıktığını hatırlatıyordu.
Üç gazetenin üçünde de aynı başlık.
Tesadüf müydü sizce?
Değildi elbet.
Merkez medyada bu ahlaksızlığı ortaya koyan gazete var mıydı?
Hatırladığım kadarıyla yoktu.
Peki, bugün bu gazetelerin ve televizyonların Kafes planı karşısındaki sessizliği “tesadüf” mü?
Bu ülkenin son yıllarda gördüğü en korkunç plan Kafes planı.
Çocukları havaya uçurmayı planlamışlar.
Planı yapanların çoğunluğu halen görevlerini sürdüren üst düzey subaylar.
Aralarından yedisi tutuklanmış.
Planda söz edilen bombalarla silahlar, söylenen yerlerde bulunmuşlar.
Genelkurmay Başkanı, o silahların “orduya ait olmadığını” söyledikten on gün sonra o silahların orduya ait olduğu ortaya çıkmış.
Çocukları öldürmek için Koç Müzesi’ne yerleştirilen bomba bulunmuş, tutanak tutulmuş.
Gayrımüslimleri öldürmek için hazırlıklar yapmışlar.
Agos gazetesinin abone listesini ele geçirip planlarına eklemişler.
Plan bütün detaylarıyla birlikte bir Ergenekon sanığının bilgisayarında bulunmuş, dava dosyasına girmiş.
Medya, bu korkunç plan hakkında ne yapıyor?
Susuyor.
Yüzlerce milyon dolarlara kurulmasına rağmen üstüne promosyon koymadan satamayan gazetelerin genel yayın müdürleri, küçük kız çocukları gibi “ay inanmıyorum vallahi” diye yazılar yazıyor.
İnanmıyorsan, gazetende çalışan o kadar iyi gazeteci, yetenekli muhabir var, gönderip araştır, Planın “aslında” var olmadığını, Koç Müzesi’nden bomba çıkmadığını, Poyrazköy kazılarında LAW silahları bulunmadığını kanıtla.
Dursun Çiçek’in hazırladığı “andıçı” yayımladığımızda Genelkurmay’a adam gönderip “yüzde 99 yalan” diye başlık atmayı biliyorsun da, Koç Müzesi’ne adam göndermeyi mi beceremiyorsun?
Beceremiyor, çünkü derdi gerçeği ortaya çıkarmak değil, yüz milyonlarca doları “gerçeği saklamak” için gömmüşler o gazeteye.
O yüzden promosyonsuz bir türlü gazete satamıyorlar.
Sadece biri değil ki neredeyse hepsi öyle.
Hürriyet’le Sabah, dışarıdan bakarsan birbirine rakip, birbirleri hakkında söylemedikleri yok ama iş “cunta planına” gelince o muhteşem “Kafes kardeşliğiyle” sesleri kesiliveriyor.
Bu medyayı iyi izleyin.
Birkaç gazete dışında (bu arada geçen gün o gazeteler arasında Vakit ile Evrensel’in adını saymayı unutmuşum, özür borcumu bugün eda ediyorum) hiçbiri konuya girmiyor.
Çünkü bu korkunç plan, ordunun içindeki cuntaları hiçbir itiraza yer bırakmadan ortaya koyuyor.
Ve, onlar ordunun içinde cuntalar olduğunu, darbe planları yaptığını bu halkın öğrenmesini istemiyorlar.
Her darbe planında, her andıçta bir de “medya” bölümü olması, medyaya nelerin yazdırılacağının listesinin yapılması boşuna değil.
Bu ülkede medyanın yardımı olmadan kimse cunta da kuramaz, darbe de yapamaz.
Çünkü darbeyi yapmak isteyen, darbenin “altyapısını” da hazırlıyor ve o altyapının hazırlanmasında birinci görev medyaya düşüyor.
Bazı şeyleri olduğundan “büyük” göstererek, bazı şeyleri de saklayarak o alt yapıyı hazırlıyorlar.
İyi bakın bu medyaya.
Onların Kafes sessizliğini dinleyin.
O sessizliğin içinde cuntanın uğultularını duyacaksınız
OKTAY EKŞİ: YAYINLAMAM SANA NE
Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi'nin de bugünkü (24 Kasım 2009) tarihli 'Utanırlarsa' başlıklı yazısı şöyle:
BU da yeni âdet oldu. En “demokrat” geçinen kalemlere bakıyorsunuz, kendileri gibi düşünmeyenleri, olayları kendilerinden farklı şekilde değerlendirenleri ya “darbeci” olarak nitelendiriyorlar yahut da -şimdi moda ya- “askerlerin uşağı” olmakla suçluyorlar. Artık kimseye “andıç”çı demiyorlar. Çünkü “andıççı”lığın bin beterini onlar yapıyor.
Galiba önceki gündü. Bir gazete, kendisinin tüm öteki gazeteleri atlatarak verdiği haberin, ertesi gün veya bir sonraki gün, başka bazı gazetelerde yer almamasını nerdeyse ağır bir suçmuş gibi sunuyordu.
Bizim bildiğimiz gazetecilikte başkalarını “atlatma” yani onlarda bulunmayan bir haberi verme, iyidir, başarıdır. Gazeteci bu başarısıyla iftihar eder. Onunla da kalmaz. Yeni atlatmaların ardına düşer. Bulursa yeni başarısı nedeniyle tekrar mutlu olur.
Zaten gazeteciliğin en keyifli tarafı da budur.
Ama bu keyif, başkalarını “Sen neden o haberi alıp yayımlamıyorsun?” suçlamasına yol açmaz.
Sen yayımlarsın, ben yayımlamam.
Sana ne?
Bizim bildiğimiz “demokrat”lığın temel ölçüsü, başkalarını kendi tercihlerinde serbest bırakmaktır.
Hayır! Bunlar gibi düşünmezsen, “darbeci”sin. Bunların korosuna katılmazsan, en azından “ulusalcı” (keşke onlar da ulusalcı olsa) yahut “postal yalayıcı” sayılıyorsun.
Hani “demokrasi çoğulculuk üzerinde yaşayan bir rejim” idi.
Bir de “cesaret” tafrası satmazlar mı?
Bu babayiğitler çok değil on sene önce neredeydi? Şimdi üzerine çemkirdiklerinin gölgesine selam durdukları günleri unuttuk mu?
Biliyorsunuz son zamanlarda Deniz Albayı Dursun Çiçek’le bağlantılı iki “ihbar mektubu”ndan söz edildi. İddiaya göre bunları postaya veren kişi aynı mektupları Savcılıktan ayrı olarak Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a da göndermişti.
Hem bu sözü ciddiye aldılar hem de söz konusu mektupları çarşaf çarşaf yayımladılar. Hem de “Acaba bu sahte bir mektup mu?” demeden.
Ama hâlâ ne Savcıya gelen bir mektup var, ne de Cumhurbaşkanı veya Başbakan’a!
Biz bir tarihte kaynağı resmi makam olan bir habere dayanarak, “Basında PKK ile işbirliği yapan hangi alçak varsa tanıyalım” dedik diye, kıyametleri kopardılar. Kaynağın bizi aldattığını anlayınca o olayda mağdur edilen meslektaşlarımızdan kaç kere özür diledik. Ama hâlâ, “Sen alçakları tanıyalım, başlıklı makaleyi yazmamış mıydın? Nasıl gazetecisin? O haberin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı sorulmaz mı?” diyorlar.
A insafsızlar... Aylardır -özellikle Ergenekon soruşturması bağlamında- yazmadığınız yalan, etmediğiniz iftira kalmadı. Bunlar “andıç’ın bin beteri” diye bir kere olsun düşündünüz mü? Bunca yalan ve iftira nedeniyle bir kere olsun mağdur ettiğiniz insanlardan özür dilediniz mi? Hepsini bir kenara bırakın sırf Van
Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’a attığınız iftiralar yüzünden bir saniye olsun yüzünüz kızardı mı?
Hasan Cemal: Haber ise söz konusu olan, gerisi teferruattır!
Evet aynen öyle, söz konusu olan haber ise, gerisi teferruattır!
Biz gazeteciyiz çünkü.
Bizim işimiz haberle.
Biz memleket yönetmiyoruz.
Biz haberle uğraşıyoruz.
Yazın bunu bir kenara.
Gazeteci milleti haberle haşır neşirdir, haberden korkmaz. Haberden korkan gazeteci olmaz.
Geçen hafta Taraf gazetesinde patlayan ve Mart 2009 tarihini taşıyan Kafes Eylem Planı(*) haberi sapına kadar haberdir.
Asker içindeki cuntalaşmayı korkunç planlarıyla birlikte ele veren çarpıcı bir haber... Yöneticileri arasında ‘üç paşa’nın ve üst rütbeli bazı subayların bulunduğu gizli bir örgütlenmeyi açığa çıkaran bir haber...
Bu haber elbette manşete çıkar, elbette işlenir, elbette yorumlanır.
Başka nasıl haber olsun ki?
Bomba bulunuyor.
Nerede?
Koç Müzesi’nde.
Neden konuyor bomba?
Müzedeki denizaltıyı gezecek olan çocukları havaya uçurmak için...
Niye böyle bir katliam?
“İrtica geliyor!” diye, “Laiklik elden gidiyor!” diye ayağa kaldırmak için bütün Türkiye’yi...
Poyrazköy’de, cuntaya ait krokilerde işaretlenmiş yerlerde, toprağın altından cephanelik çıkıyor, bomba çıkıyor.
Niçin?
Türkiye’yi karıştırmak, istikrarsızlaştırmak için... Gayrimüslimlere yönelik suikast ve korkutma eylemleriyle birlikte “İrtica ayaklandı!” çığlıklarıyla Türkiye’de bir darbe ortamı oluşturmak için...
Geçmişte de yaşandı.
Örneğin eline bomba verildi, gidip Cumhuriyet gazetesine attı. Aynı kişinin eline tabanca tutuşturuldu, gidip kanlı Danıştay baskınını düzenledi.
Sonra ne oldu?
“Laiklik elden gidiyor, irtica geliyor!” diye insanlar sokağa dökülmedi mi?.. ‘Cumhuriyet mitingleri’ne giden yol böyle açılmadı mı?..
Kafes Eylem Planı’nında, aralarında üç amiralin de bulunduğu, çoğunluğu denizcilerden oluşan 41 askerin adı var. Bunlardan 7’si Ergenekon soruşturması kapsamında sivil mahkemeler tarafından tutuklanmış durumda.
Peki, diğerlerine ne oldu?
Anlaşılan onlara dokunulmuş değil. Genelkurmay, Kafes Eylem Planı’nın adı geçen askerlere dokunmuyor ama Taraf hakkında suç duyurusu yapabiliyor.
Olabilir.
Şaşırtıcı sayılmaz.
Şaşırtıcı olan, Kod Adı Kafes isimli bu kadar çarpıcı bir haberin kamuoyunu allak bullak etmemiş olmasıdır.
Niçin susuyoruz?..
Bu ülkenin çocuklarını hedef alan, bu ülkenin gayrimüslim vatandaşlarını hedef alan, suikast ve cinayet planlarıyla, psikolojik harekatlarla, kara yalanlarla, andıçlarla, dezenformasyonla Türkiye’yi karıştırarak, istikrarsızlaştırarak darbe ortamı oluşturmak isteyen planlar karşısında niçin susuyoruz, neden çekiniyoruz, neyin yanında duruyoruz?
Yazık!
Yoksa farkında değil miyiz?
Bazı duvarlar yıkılıyor.
Türkiye büyük bir değişim sürecinin içine girmiş durumda. Bütün kıvrantılar bundan kaynaklanıyor.
Büyük değişim süreçleri her zaman yaşanırken, böylesine değişimlerin içindeyken farkına varılmaz.
Kürt açılımı...
Alevi açılımı...
Ermeni açılımı...
Askerin demokrasi içinde olağan yerine oturması, bir başka deyişle askerin de hukukun içine çekilmesi...
Bütün bunlar, Türkiye’nin paçasından çeken bazı sorunların çözüm rayına oturmasıyla ilgilidir.
Türkiye gerçekten ‘çağdaş uygarlığı’n gerisinde kalmayacaksa, Türkiye gerçekten ileri Batı demokrasilerindeki gibi bir demokratik hukuk devleti olacaksa, o zaman bütün bu duvarların yerle bir olması şarttır.
Bu süreç başladı.
Korkmayın.
Hiç olmazsa habere girin!
Ayağınıza gelen topa yapıştırın voleyi, ıskalamayın.
Biz gazeteciyiz.
Söz konusu olan haber ise gerisi teferruattır!
* 16 Kasım 2009 tarihli Taraf gazetesinde Mehmet Baransu’nun iki tam sayfayı kaplayan, “Kod adı Kafes: Gayrımüslimleri vuracak, Müslümanları suçlayacaklardı” başlıklı haberi.