Kafelerde sessizce bilgisayarları başında oturup çalışan ya da telefonlarına bakan insanlar artık herkesin aşina olduğu bir manzara. Fakat bazı kafe işletmecileri bunu değiştirmeye çalışıyor.
Bir Cuma akşamı Chicago'nun Lincoln Park mahallesindeki kafedeyiz. Farklı masalar, koltuklar, bebek arabaları ve insanlarla dolu. Bir köşesinde kartpostal satılan, bir köşesinde Amerikan bayrağı asılmış bu kafe diğer şehirlerdekine çok benziyor.
Burada tek fark kafede bir tek telefon, tablet ya da bilgisayarın olmaması. İnsanlar oturmuş ya da ayakta sohbet ediyor, birasını, şarabını yudumluyor, çocuklar yerde oturmuş oyun oynuyorlar. İnternet bağlantısı olmayan bu kafe, son zamanlarda yüz yüze sohbeti canlandırmak çabası içinde olan yerlerden biri.
Fakat bu tür kafeler henüz çok az. Normalde kafeler hızlı internet bağlantısı nedeniyle ofisinde ya da evinde değil burada çalışmayı tercih eden insanlarla doluyor. Böylece kafeler semt halkını bir araya getiren yerlerden ziyade kahve içilen ofis işlevi görüyor.
Bu gelişmeye karşı Annie ve Lewis Kostiner, Kibbitznest adıyla açtıkları kafede "elektronik teknoloji ile yüz yüze iletişim arasındaki dengesizliğe dikkat çekmek" istemiş. Müşterilerden de çok olumlu tepki almışlar.
Bu tür kafeler ABD'nin birçok şehrinde olduğu gibi Londra, Vancouver ve başka bölgelerde de hızla artıyor. Günlük yaşantımızın önemli bir bölümünü işgal eden teknoloji cihazlarına ve sosyal etkileşim eksikliğine bir tepki gibi.
2016'da yapılan bir araştırmaya göre, ABD'de yetişkinler lerini telefon, bilgisayar, tablet, televizyon gibi ekranlara bakarak geçiriyor.
Bu trendi tersine çevirmeye çalışan girişimler kafeleri yeniden eski işlevlerini yapar hale getirmeye çalışıyor: Canlı entelektüel tartışmaların yapıldığı, insanların sosyal etkileşimde bulunduğu yerler. Eskiden kafeler ev ve işyerinin ardından insanların arkadaşlarıyla görüşüp sohbet ettiği "üçüncü mekân" durumundaydı.
"Üçüncü mekân" tanımını ilk kez 1989'da yayımlanan adlı kitabında Ray Oldenburg kullanmıştı. Kitapta kafe, pub, meydan, birahane gibi yerlerin bireylerin ve genel olarak toplumun ruh sağlığı açısından ne kadar önemli olduğuna değiniliyordu.
"Bu tür yerlerden mahrum insanlar kendilerini kalabalık içinde yalnız hisseder" diyor Oldenburg. "Teknolojik ilerlemenin öngörülebilir tek sosyal sonucu insanların birbirinden uzaklaşmasıdır."
ABD'nin Vermont eyaletinde kafe açan Jodi Whalen ile kocası Phil Merrick işte bu uzaklaşmayı kendi kafelerinde de görmüş. İnsanlar tek kelime etmeden bilgisayarları başında saatlerce otururmuş.
"Kafeyi açtığımızda sessiz bir yer hayal etmemiştik" diyor Jodi. 2012'de internet bağlantısını kesmiş, iki yıl sonra da içeri bilgisayar sokmayı yasaklamışlar. Başlangıçta itiraz edenler olsa da genel olarak olumlu tepki almışlar. Üstelik satışları da yüzde 20 artmış.
Fakat insanlar kafelere konuşmak için değil çalışmak için gidiyor hala. 'ne göre, ABD'de evinden (ya da ev yerine kafeyi tercih edenler) çalışanların oranı 2005'ten bu yana yüzde 103 artışla 3,7 milyona ulaştı. Üstelik buna serbest meslek sahipleri dahil değil - onların da yüzde 22'si evden çalışıyor.
Bu sadece ABD'ye özgü de değil. Ipsos/Reuters anketine göre, evinden çalışanların oranı dünya çapında yüzde 20'yi buluyor. Bu uygulama özellikle Latin Amerika, Asya ve Orta Doğu'da yaygın iken, Macaristan, Almanya, İsveç, Fransa, İtalya ve Kanada'da fazla göze çarpmıyor.
Oldenburg kitabında halkın rahat toplandığı bu tür yerlerin sağlıklı medeniyetler açısından gerekli olduğunu söylüyor. Aksi halde bir topluma mensup olma duygusu kaybolur. Sosyal varlıklar olarak insan ilişkisine ihtiyacımız var ve internetsiz kafeler ya da "üçüncü mekânlar" bu ihtiyacı karşılıyor.
Önümüzdeki aylarda Kibbitznest'te Chicago Üniversitesi'nden profesörlerle tartışma toplantıları planlanıyor. Ayrıca bir kitap kulübü kurulacak ve kafenin bir bölümü başka etkinlikler için kiralanacak. Bunların tümü teknoloji engelinden uzak bir topluluk ruhu oluşturmak amacıyla yapılıyor ve işe yaradığı görülüyor.
Kızlarını kafeye getiren Raj Chopra "Bana göre burası şehirdeki toplanma noktası" diyor. "Kızlarım masada oturup saatlerce oyun oynadı. Buna paha biçilemez."