Son bir haftadır Mersin’de uğradığı vahşi saldırı sonucu hayatını yitiren üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın katillerinin idam cezasıyla cezalandırılması gerektiği konusunda en yetkili ağızlardan yapılan beyanları gördük; okuduk.
Hatırlanacağı üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, “Bir bakan olarak değil ama bir anne ve kadın olarak, şahsa karşı işlenen suçların cezasının idam olabileceği ve bunun tartışılacağını düşünüyorum. Bunu gündemimize alabiliriz” derken Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, ‘’Şayet benim kızımın başına böyle bir olay gelseydi ben elime silahı alır bunun cezasını kendim verirdim’’ açıklamasını yaptı. Bugün sokaktan geçenleri durdurup idam cezası hakkında ne düşündüklerini soracak olsanız ezici çoğunluğu idamı onaylayan bir topluma dönüştüğümüzü rahatlıkla görmek mümkün artık…
Devletin yetkili ağızları idam veya hadım cezası gibi bir topluma ancak ve ancak yeni katiller ve psikopatlar katılmasına yol açacak yöntemlerden söz ederken bu türden vahşi cinayetlerin nasıl olup da işlenebildiğini; kadına yönelen erkek nefreti ve şiddetinin nedenlerini serinkanlılıkla ve samimiyetle tartışabileceğimiz bir toplumsal alan açmak her zamankinden daha elzem görünüyor.
Bu çerçevede görüşlerine başvurduğumuz akademisyen Nazan Üstündağ, kadının var olma mücadelesini ‘’düşük yoğunluklu bir sivil savaş’’ olarak tanımlarken akademisyen Şemsa Özar ise kadına yönelen erkek şiddetinin erkeklere bahşedilmiş ‘’ kontrol ve denetim’’ hakkı ile yakından ilişkili olduğuna dikkat çekiyor ve bu hakkın devlet, yargı, toplumsal ilişkiler düzeyinde şiddete başvurarak kullanıldığını söylüyor.
Kadına yönelik şiddetin günümüzde geldiği noktayı; şiddeti tırmandıran nedenleri ve çözüm önerilerini akademisyenler Şemsa Özar, Nazan Üstündağ ve Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nden (BÜKAK) Ronay Bakan ile konuştuk.
Kadınları ‘’koruma’’ ve ‘’sevme’’ kisvesi altında şiddet körükleniyor
Şemsa Özar (Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi)
Özgecan Aslan'ın üç erkek tarafından tecavüze uğraması ve katli münferit bir olay değil tabii. Sapıklar tarafından da işlenmedi. Bu konuda yapılan araştırmalar, toplanan istatistikler ve biz kadınların her gün yaşadıklarımız kadınlara karşı erkek şiddetinin, taciz ve tecavüzün yaygınlığını görmek isteyen gözlere, duymak isteyen kulaklara gayet açık bir şekilde anlatıyor.
Kadınlara karşı erkek şiddetinin bu denli yaygın olmasının kaynağı, erkeklere bahşedilmiş olan kadınları kontrol ve denetim altında tutma hakkı. Bu hakkın pervasızca kullanılması devlet katında da, yargıda da, en basit toplumsal ilişkilerde de karşılığını buluyor. Üstelik bu hak çoğunlukla kadınları "koruma" ve "sevme" kisvesi altında şiddete dönüşüyor. Bu şiddete karşı oluşturulan önlemler ise kadınların bedenlerini örtme ve yaşam alanlarını kapatma üzerinden tartışılıyor. Oysa erkek şiddeti ancak erkeklerin şiddet uygulamasını engelleyerek, kadınları da şiddete karşı durmaları için güçlendirerek yok edilebilir. Erkekleri engellemek, kadınları güçlendirmek çok boyutlu değişimleri gerektiriyor. Yasal uygulamalar kadar, günlük yaşam pratiklerimizi sorgulamayı ve dönüştürmeyi de. Bunu yaparken de son derece "basit" olduğunu düşündüğümüz, ancak arkasında yüklü anlamlar barındıran sözcüklerden başlayabiliriz. Örneğin, öğretim üyesi bir kadına, öğretim üyesi erkekler niye "kızcağız" diye hitap eder? Bu "kızcağız"ın altında kadınları aşağılamanın yattığını kabul ediyor muyuz? Aşağılanmanın şiddeti meşrulaştırdığının farkında mıyız?
Türkiye'de ve dünyada kadın hareketleri erkek egemenliğine ve şiddetine karşı yüzyılı aşan bir mücadele sürdürüyorlar. Özgecan Aslan ve erkekler tarafından katledilen kadınlar için içimiz yanıyor, ancak bu şiddete yol açan kaynağı kurutmadığımız takdirde içimizi yakan felaketlerle karşılaşmaya devam edeceğiz.
Siyasi rejim erkekleri cesaretlendiriyor
Nazan Üstündağ (Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi)
Kadınlara karşı şiddetin ulaştığı durumun sebeplerini aslında değişen cinsiyet rejiminde aramamız gerekir. Kadınlar sokakta, iş yerinde, okulda, siyasette görünür oldukça ve güçlendikçe, eskisine nazaran çok daha fazla erkeklerin kurdukları düzeni zorlayacak, bozacak şekilde davranıyor ve mücadele ediyorlar. Kocalarından ayrılıyor, sözlerini dinlemiyor, istediklerini yapmaya çalışıyorlar. Ancak siyasi rejim kadınlara sadece aile içinde bir rol biçiyor, kendi siyasi ve toplumsal tahayyülüne uymayan kadınları hedef gösteriyor, kadınlıkları cezalandırıyor. Böylelikle erkekleri cesaretlendiriyor.
Erkeklerin kadınları cezalandırma arzusunu kışkırtıyor. Böyle bir durumda kadınların şiddet karşısında devletten bir şey bekleyebileceklerini düşünmüyorum. Esas olan kadın dayanışması, kadınların kendilerini ortak olarak savunmasıdır. Bunu bir çeşit düşük yoğunluklu sivil savaş olarak görüyorum. Kadın örgütlenmesinin yaygınlaşması gerektiğini, mahalleden, kente, ülke ve küresel satıhlara kadar oluşturulacak kadın öz savunma biçimlerinin oluşması gerektiğini düşünüyorum.
Kadınlar artık kendi mücadele alanlarını örgütlemek istiyor
Ronay Bakan (Boğaziçi Kadın Araştırmaları Kulübü)
Kadın cinayetleri öteden beri Türkiye’de feminist hareketin gündeminde olan bir konu. Çünkü yaşamsal bir boyut taşıyan bir konu bu. Taciz, tecavüz, kadın cinayetleri artık bugün varoluşumuzu etkileyen hayati unsurlar haline geliyor. Özgecan Aslan için yapılan yürüyüşlerde yaşlı bir teyzenin kalkıp ‘’Bu devleti yöneten erkekler yapmıyorsa gerekirse biz silahlanırız’’ dediğini duyduk. Bu inanılmaz bir kırılma noktası. Kadınlar artık kendi mücadele alanlarını kendileri örgütlemeye başlıyor.
Kadına yönelik şiddetle mücadele en önemli adım herhangi bir kadın cinayetinde alınacak tüm kararların takipçisi olmak ve aynı zamanda alanlara çıkmaya devam etmekle mümkün. Bu mücadele aslında çok zor bir mücadele. Bakanlıklara bakıyorsunuz hiç bir tepki yok. Ataerkil bir hukuk sistemiyle yaşıyoruz. Sürekli kadınlara bir şey öğreten ve sakınmalarını söyleyeni ahlakçı, korumacı bir bakış açısı geliştiriliyor. Bizler hukuk sistemini sorgulamaya devam edebiliriz ama asıl önemli olanın kadın dayanışmasını güçlendirmek olduğunu düşünüyoruz. Kadınların içe kapanmasından, eve kapanmasından ziyade sokaklara çıkıp haykırabileceği bir kadın dayanışması örgütlenmesinin çözüm açısından önemli olduğuna inanıyoruz.
Sokaklar kadınlara aittir. Mini etekli bir kadının da, kapalı bir kadının sokakta olmasını savunuyoruz. Sokaklardan geri çekilmeyeceğiz. Şu anda yapmamız gereken de bu. Özgecan Aslan’ın öldürülmesi bir öfke patlaması yaşattı hepimize. Ancak bu öfkeyi diğer tüm kadın cinayetlerine ve kadına yönelik baskıyla mücadeleye doğru evriltmemiz gerekiyor.
Özgür Duygu Durgun