Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir; feministler anneliği kabul etmezler" sözlerinin neden olduğu tartışmalar eşliğinde geçti.
Dominik Cumhuriyeti'nde Trojillo diktatörlüğüne karşı direnişi sergileyen Mirabel Kardeşlerin, cezaevinde bulunan eşlerini ziyaret ettikten sonra tecavüz edilerek öldürülmelerinin tarihi olan 25 Kasım 1960 tüm dünyada Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele günü olarak anılıyor.
Türkiye'de kadına yönelik şiddetle mücadele kampanyalar artmış ve kamuoyunda geçmiş yıllara oranlara bir farkındalık yaratılmış olsa da kadına yönelik şiddet artmaya devam ediyor. Peki kadına yönelik şiddet nedir? Önlemek için neler yapılmalı? Hükümetin bu konudaki tutumu ne?
İşte kadına yönelik şiddet ve Türkiye'nin tavrı:
Mirabel kardeşlerin ölümünün ardından tüm dünyada kadına yönelik şiddete karşı kampanyalar düzenlenmiş, 1981 yılında da Kolombiya’nın başkenti Bogota’da toplanan 1. Latin Amerika ve Karayip Kadınlar Kongresi’nde Mirabel kardeşlerin durumu ele alındı. BM de bu toplantının ardından Mirabel kardeşlerin öldürüldüğü gün olan 25 Kasım’ı “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan etti.
Kadına yönelik şiddetin tanımı
BM Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi, kadını hedef alan şiddetin “kadınlara yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı ve bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen bir şiddet olduğunu” belirtiyor. BM belgesinde kadına yönelik şiddet “kamusal veya özel yaşamda kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı, ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem, tehdit, zorlama, keyfi olarak özgürlükten, ekonomik gereksinimlerden yoksun bırakma” olarak tanımlanıyor.
Kadına yönelik şiddet ilk olarak Viyana’da düzenlenen BM Dünya İnsan Hakları Konferansı’nca “insan hakları ihlali” olarak tanındı. Konferansta kadına yönelik şiddet, “kadınların fiziksel bütünlüğünü, bireysel özgürlüklerini ve temel haklarını tehdit eden davranışlar” olarak tanımlandı.
Türkiye’de kadın hareketi
Dünyada 1970’lerin başında, Türkiye’de ise 1980 sonrası dönemde yükselişe geçen kadın hareketi, kadınların kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarını politika konusu yaptı. Kadınlar tarafından, kadın-erkek arasındaki farklılıkların eşitsizliğin gerekçesi olarak gösterilmesine karşı çıkılmış, yerleşik kadınlık-erkeklik rolleri ve erkek egemen toplumsal yapı sorgulanmaya başlandı. Süreçte, özel alanda yaşanan fiziksel şiddet, taciz, tecavüz gibi konular, kamusal alanda tartışılmaya başlandı, özellikle aile içinde yaşanan şiddet, ezilme ve baskıya, kamusal görünürlük kazandırıldı.
AİHM'den aile içi şiddet cezası alan ilk ülke Türkiye
Bu şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşit olmayan güç ilişkilerinin bir göstergesi, kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın toplumsal mekanizmalarından biri olduğu ve kadını ekonomik ihtiyaçlarından yoksun bırakmayı da içerdiğini eklemek gerekiyor. 2004 yılında yayınlanan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Raporu dayaktan töre cinayetlerine, küçük yaşta evlilikten beşik kertmesine ve intihara varan toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin varlığını belgelendiriyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden (AİHM) aile içi şiddet nedeniyle ceza alan ilk ülke Türkiye. Bu mahkûmiyet, “devlet tarafından korunamamasına bağlı olarak kocası tarafından öldürülen Nahide Opuz” nedeniyle verildi.
Kadın cinayetleri yıllara göre artış gösterdi
Kadın hakları konusunda yasal düzeyde kısmi adımlar atılmış olmakla birlikte “kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddete ilişkin” veriler kadın cinayetlerinin arttığını gösteriyor. Kasım 2009 tarihli Adalet Bakanlığı verilerine göre 2002 yılında 66 olan kadın cinayetleri, 2007 yılında 1077’ye, 2009 yılının ilk 7 ayında 953'e ulaştı. 2014’e gelindiğinde yılın ilk 10 ayında 240 kadın erkek şiddeti sonucu hayatını kaybetti.
İnsan Hakları Derneği'nin 2013 yılı kadına yönelik şiddet raporunda da kadına yönelik şiddet manzarası şöyle:
İktidarın kadın söylemi: Kız mıdır, kadın mıdır!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan olduğu dönemde Konya'da gerçekleştirdiği bir mitingte, Hopa'daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Halkevleri Merkez Yürütme Kurulu üyesi Dilşat Aktaş'a "O kadın, kız mıdır, kadın mıdır bilmem" ifadesini kullanmıştı.
‘Her kürtaj bir Uludere'dir’
- Tayyip Erdoğan, AKP Kadın Kolları toplantısında “Her kürtaj bir Uludere’dir. Kürtajı cinayet olarak görüyorum” sözlerinden sonra kürtajın yasaklanması tartışması yaşanmıştı. Sınırlamaya ilişkin yasa tasarısı Haziran 2012’de Meclis’e gelmişti.
- Dört haftalık ya da daha az süreli hamileliklerde bile kürtajın “ancak annenin sağlık durumunu tehdit eden durumlarda” geçerli olması ve tecavüz sonucu hamileliklerde dahi kürtaj yapılmamasına yönelik hükümleri içeren tasarıya ilişkin olarak eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, “Bebeğin yaşam hakkı anne karnından başlar. Kürtaj da zaten bir aile planlaması yöntemi değildir” demişti.
- Hükümet bu süreçte kadın örgütlerinin yoğun tepkisi ile karşı karşıya kaldı. Pek çok ilde kürtaj hakkı için sokağa çıkan binlerce kadın, “Benim bedenim, benim kararım” diyerek bir kampanya başlattı. “Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu”nu kuran kadınlar, kürtaj hakkına ilişkin bilgilendirme çalışmalarına başladı. Kadınlar hükümete geri adım attırmayı başardı.
- Hükümet kürtaj yasağını 4 haftaya indiremedi, ancak bu tartışmalar sürerken isteğe bağlı sezaryeni yasakladı. Temmuz 2012’de kabul edilen düzenleme ile tıbbi zorunluluk bulunmaması halinde sezaryen yasaklandı.
Gökçek: Çocuğun ne günahı var, anası kendisini öldürsün!
Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek de Samanyolu Haber'de ekrana gelen Günlük programında, kürtaj tartışmalarıyla ilgili olarak "Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün" ifadelerini kullanmıştı.
Erdoğan: Kızlı erkekli aynı evde kalıyorlar
Erdoğan Başbakan olduğu dönemde partisinin Kızılcahamam kampının son gününde, “Kız-erkek öğrenci aynı evde kalamaz. Talimatını verdik, denetimi yapılacak” açıklamalarında bulunmuştu.
Arınç: Kadınlar herkesin içerisinde kahkaha atmayacak
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç kadınlarla ilgili açıklamasında, "İffet çok önemli. Sadece bir isim değil. Kadın için de bir süstür, iffet. Erkek için de bir süstür. İffetli olacak. Erkek de olacak. Zampara olmayacak. Eşine bağlı olacak. Kadın ise o da iffetli olacak. Mahrem- namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacaksın" ifadelerini kullanmıştı.
Recep Akdağ: Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar
Recep Akdağ Sağlık Bakanı olduğu dönemde kürtaj konusunda, "Siyaset burada karar verirken hem bilimi hem de ahlaki tarafı dikkate alacak. 'Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?' gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar" açıklamalarında bulunmuştu.
Erdoğan: Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, fıtrata ters
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) 1. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'ndeki şu sözleriyle de tartışma yarattı:
"Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir. Ben anamın ayağını koklardım, anneciğim çekme ayağını derdim. Bunu feministlere anlatamazsın. Onlar anneliği kabul etmiyor. Ama biz anlayana söylüyoruz."
Kadına şiddeti önlemek için ne yapıldı?
Şiddete Son Platformu’nun bu süre boyunca ortaya koyduğu yoğun çabalar sonucunda 4320 sayılı yasanın geliştirilmiş hali olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa, 8 Mart 2012 tarihinde kabul edildi.
Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan İstanbul Sözleşmesi esas alınarak hazırlanan yasa ile yalnızca şiddete uğrayan kadınların değil şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların da koruma altına alınması kabul edildi. Yasa ile ilk kez "ev içi şiddet" ve "kadına yönelik şiddet" gibi kavramlar hukuki literatüre girdi.
Şiddeti önleme konusunda olumlu adımların atıldığı yasa, kadın örgütleri tarafından genel anlamda memnuniyetle karşılanmakla birlikte cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim konusundaki ayrımcılıkları içermemesi, kadına şiddetin önlenmesinde önemli ayağı oluşturan sığınma evlerine değinmemesi ve mülki amirlerin karar verebileceği bazı konularda hakime karar yetkisi tanımıyor.
Ne yapmalı?
T24’ün kadın örgütleri ve Türkiye Psikiyatri Derneği’nden derlediği taleplere göre, kadına yönelik şiddete karşı yapılması gerekenler şöyle sıralanıyor:
- Kadına yönelik şiddete karşı ciddi ve kapsamlı bir eylem planı hızla hayata geçirilmelidir.
- Kadına yönelik şiddetle, özellikle aile üyelerinden gelen şiddetle mücadele uzun soluklu, sistemli ve tavizsiz olarak gündemde yer almalıdır. Aile içi cinayetler mercek altına alınmalıdır. Bir yakınının şiddetine maruz kalma riski yüksek olan grupların erken devrede saptanması ve müdahale edilmesi sağlanmalıdır.
- İlk adım şiddete karşı bilinç geliştirilmesi ve engellenmesi olmalıdır.
- Bedensel yaraları sarmak için tıbbı tedavi, ruhsal destek yeterli değildir. Şiddet yaşadığını bildirenlere tıbbı rapor, yasal başvuru olanakları ve şiddetsiz bir yaşam sağlamak için önlemler geliştirilmelidir.
- Klinik deneyimlerimiz arasında da görünmez konumda olan namus cinayetleri konuya duyarlı kadın kuruluşlarının (örneğin merkezi Diyarbakır’da olan KA-MER) çabalarıyla ile daha iyi tanınır olmuştur. Bu türü Sivil Toplum Kuruluşlarının talepleri karşılanmalı, çalışmalarına destek verilmelidir.
- Namus cinayetleri, uluslararası hukuk açısından yargısız infaz olarak kabul edilmektedir. Bu cinayetleri engellemek için farklı düzeylerde strateji geliştirilmelidir.
- Sağlık çalışanları bu tür riskli durumlar saptandığında risk altındaki kadının korunması için neler yapılabileceği ve işbirliği yapılacak yerler konusunda bilgi sahibi olmalıdır.
- Ceza Kanunu’ndaki “Haksiz Tahrik” ve kadına karşı şiddet davalarında uygulanan “haksız tahrik indirimleri” kaldırılmalı, TCK’nin 29. maddesi uygulanmamalıdır.
- Kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yazılı ve görsel basına da büyük görev düştüğünü düşmektedir. Medya, kadına yönelik şiddet ve tecavüz haberlerini kamuoyuna aktarırken, haber dilini doğru kullanmalı, etik değerlere uymalı, tecavüzün içerdiği şiddeti arka plana itmemeli ve tecavüzü erotize edici tutumlardan uzak durmalıdır. Basının, suçu işleyen erkeğe değil, mağdur kadının özelliklerine odaklanması şiddetin sorumlusunun mağdur olduğu biçiminde bir yanılsama yaratabilmektedir. Buna dikkat edilmelidir.
- Mağdurların kamusal sağlık ve sosyal destek sistemlerine ulaşmaları sağlanmalıdır.
- Kadın sığınma evleri ile ilgili sorunlar hızla aşılmalı ve risk gruplarına, şiddetle sık karşılaşan meslek gruplarına ve kamuya yönelik eğitim ve bilgilendirme çalışmalarına hız verilmelidir.