Mehmet Altan*
Geçen hafta, İsrail'in eski Başbakanı Ehud Olmert, hakkındaki 3 yolsuzluk davasının birinden mahkum oldu. Kudüs mahkemesi, Olmert'i, Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı olduğu dönemdeki projelerde yakın arkadaşına öncelik vermekle suçlandığı davada güveni suistimalden suçlu buldu.
Gene geçen hafta İngiltere’nin başkenti Londra’daki lüks evi için aldığı konut kredisi bedelini düşük göstererek yolsuzluk yaptığı iddia edilen Kültür Bakanı Maria Miller de parlamento denetim komitesi tarafından suçlamalardan aklanmış olmasına rağmen halktan ve milletvekillerinden gelen eleştirilerin devam etmesi sonucu istifa etmek zorunda kaldı.
Türkiye’de iktidarda olup aynı suçlamalara muhatap olsalar işleri çok kolaydı, hem yargılanmayı ret edecekler, hem de olup biteni “bal gibi darbe” diye niteleyip suçu kendilerini yakalayanların üstüne yıkacaklardı.
Nitekim, bizim Başbakan olup biteni MİT kendine 18 Nisan’da bildirmemiş, ayakkabı kutularını, kasaları, para sayma makinelerini görmemişiz, bakanlar istifa etmemiş ve kendisi 25 Aralık’ta polislerin mahkeme kararına uymasını engelleyerek anayasal bir suç işlememiş gibi olup bitene rahatça "darbe” diyebiliyor.
Gerçekten bir darbe var ama o 25 Aralık’ta siyasal iktidarın yargıya yaptığı darbe.
Zaten siyasal iktidarın sürekli suç işlemesi ve faşizmden medet umması da yolsuzluklarının yanısıra bir de yargılanmasını zorunlu kılacak böyle anayasal bir suçu işleyerek yargı darbesi yapmasından dolayı…
xxxxxxxxxxxxxxxxxx
Meşruiyet zeminini yitirmiş, yargı darbesi yapmış, hukuku paramparça etmiş bir başbakan söz konusu olmasa, yolsuzluk soruşturmasını “darbe” diye niteleyen böyle akıl dışı lafları da duymamıza neden kalmayacak.
Mahkemeye gidip “yolsuzluk ve rüşvet” iddialarından aklanıp, iddia ettiği gibi “darbe” de var ise onu da mahkemede kanıtlaması gerekirken, hayali bir senaryo üzerinden terör estirmeye, akla ziyan şeyler söylemeye devam ediyor.
Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının soruşturulmasını anayasal suç işleyerek engelleyip, “yürekli” hakim ve savcı arayarak “Allah'a olan sevdanızı ortaya koyun" demesi... Twitteri yolsuzluk iddialarının daha da yaygınlaşmasını engellemek için zorbalıkla kapatıp, temel hak ve özgürleri savunan bir karar alan Anayasa Mahkemesi’ni “gayri milli” bulması... Yargıyı dinamitleyip “yürütmeye” bağlamaya kalktığında, bu girişimi gene bu yüksek mahkemeden dönünce yüksek yargıçlara "cübbenizi çıkarın” diye bağırması.... Bütün bunlar başbakanın hukukla ilişkisini tümden koparttığını gösteren davranışlar.
Mahkemelerde aklanmaktan kaçtıkça, artan bir çaresizlikle içine yuvarlandığı çıkmazdaki debelenmeler bunlar.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Siyasal iktidar ve özellikle de Başbakan herkesin gözü önünde cereyan eden “yolsuzluk ve rüşvet” olayını aynı Deniz Feneri gibi örtmeye çabaladıkça faşizmde de tur atlıyor... Şimdi son umut MİT Yasa Tasarısı.
Halbuki, mutlak sessizliği MİT marifetiyle sağlamaya kalkmak çok daha büyük bir bela getirecek... MİT’i, kendi vatandaşlarını hukuk sınırlarının dışına çıkarak izleyip bastırma yetkisine sahip bir “Gestapo” teşkilatına çevirmek, faşizmi koyulttuğu gibi iktidarın ve onunla işbirliği yapanların işlediği suçları da daha yaygınlaştıracak.
İstihbaratın medyadaki uzantıları, mevcut yasa tasarısının "AB kriterleri” üzerinden propagandasını yapmaya çabalarken eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, MİT’e geniş yetkiler getiren teklifte özellikle “demokratik bir ülkede olması gereken denetlenebilirlik ve hesap verebilirlik mekanizması olmamasına” dikkat çekiyor.
Siyaset unsurları ise MİT’in “parlamento denetimine” tabi olacağı palavrasıyla faşizmi bizleri uyutarak resmileştirme gayretinde… MİT’in suç işlemesini ve bu suçlar için hesap vermemesini yasalaştırdığınızda, yargı denetimini yok ettiğinizde, Parlamento neyi denetleyecek? Yasa zaten suç işleme hakkını veriyor MİT’e... Böyle korkunç yetkilere sahip bir “organizasyonun” nesini soruşturacaksınız, “her suçu yasal olarak işlediğini” söylediğinde ne diyeceksiniz?
MİT Yasası, siyasal iktidarın istediği gibi geçer ise hem “siyasal İslam faşizminin” Nirvana’sı, hem de bu dönemin sonu olacağa benzer.
Bu toplum, 2014 yılında yeni bir Gestapo’nun ağırlığını taşıyamaz.
Xxxxxxxxxxxx
Tayyip Erdoğan çaresizlikten faşizme öyle bir sarıldı ki kendi söylediklerine en ufak bir itirazın olmadığı, kendine biat eden mezarlık sessizliğinde zavallı bir toplum yaratmaya yelteniyor.
Temel hak ve özgürlükler yok, yasa yok, yargısal denetim yok, idari denetim yok, parlamenter denetim yok, sadece başbakanın kendi kişisel çıkarları doğrultusunda çalkalanan tutarsız ve ilkesiz, kendi oyuncağı sandığı bir devlet anlayışı var…
Buna uymayana da küfür kıyamet, zorbalık, yasak, baskı var…
MİT Yasa Tasarısı da böyle bir iklimde, böyle bir zihniyetin ürünü... Yapanı da, yiyeni de zehirleyecek uğursuz bir meyve.
Xxxxxxxxxxxxx
Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi'nde, Avukatlar Haftası Programı ve Hukuk Okulu 2. Sertifika Töreni'ninde yaptığı konuşmada "son çete”den söz ediyordu…
Bu “son çete” kim?
“Yolsuzluk ve rüşveti” ortaya çıkaranlar mı?
Peki ya “yolsuzluklara bulaşıp rüşvet alanlar”, bunların mahkemede yargılanmasını engellemek için “yargı darbesi” yapanlar, Anayasa Mahkemesi’nin son kararlarında da açıkça berraklaştırdığı gibi yargıyı işlemez hale getirerek meşruiyetini yok etmekten çekinmeyenler ne?
Böyle gider ise Başbakan bir iki güne kadar Anayasa Mahkemesi'ni de çok büyük bir rahatlıkla "çete" olarak tanımlayabilir... Başbakana göre hukuku uygulayan herkes “darbeci çete” çünkü... Hukuku çiğneyen, yolsuzluk hırsızlık yapan, mahkeme kararlarını yok sayan herkes de “vatansever”.
Bu nasıl karlı bir “vatanseverlikse” bunlar vatanı sevdikçe ayakkabı kutularındaki milyon dolarları artıyor, onların paraları arttıkça da Türkiye’de hukuk eksiliyor.
Türkiye’de “son çete”den söz edilecek ise “çoğunluğun aldığı kararlar sınırsız ve mutlaktır” sanısıyla ülkeyi kanlı ve karanlık bir sürece doğru sürüklemek isteyenlerden söz etmek gerekir.
Hem soyuyorlar, hem de “hırsız var” diyen herkesi zorbalıkla boğacakları yasalar getiriyorlar.
Çeteleri yakalaması gereken devleti çeteleştirmek için ölesiye uğraşıyorlar.