Gündem
İtaatten fecaate
Umur Talu, 'İsim versem mi vermesem mi... Epey düşünüyorum. Versem, kişiye özel olacak...'
13 Aralık 2010 02:00
İsim versem mi vermesem mi... Epey düşünüyorum. Versem, kişiye özel olacak. Halbuki derdim hem ara bulmak, hem genel icmal yapmak. Şu satırda bilmiyorum. Bakalım yazı nereye varacak.
Bir gazetede, temsilci ve yazar olan kıdemli bir meslektaşın yazısı konulmamış.
Kendin koymazsan otosansür, yönetim atarsa sansür, iktidar veya bir güç koydurtmazsa "basında sansürün kaldırılışının yıldönümü" oluyor. Tabii ki, açık hakaret, aşağılama, şiddet kışkırtıcılığı, taammüden yanlış ve yalan; bir yazıya taş koydurtabilir.
Ama, farklı (belki sert) ifade edilmiş bir görüş, (maalesef) kendileri de her gün yazan yöneticilere (fikri) tavır sebebiyle; ya da şirketin işini bozar, yok Başbakan bozulur, yok Genelkurmay kızar diye konulmuyorsa...
Yumurtadan beter leke bırakır; sansür edenin de gık demeyenin de kaderinde.
Okur unutsa dahi, bir gün tarih kusabilir.
Yazıları dört yıl sansürlenmiş cesur köşe yazarları gördü bu gözler. Görmedi de, yıllar sonra sansürcü kovunca, kendileri söyledi.
Onca zaman neden sustuklarını, hatta niye "Sansür yok" beyanında bulunduklarını asla söylemediler! Sevgili Yetkin kardeş... Bence öyle yapma! Laf ve tavır, zamanında, yerinde ağırdır!
Yoksa üfürükten tayyare.
Fakat hep şu sorun var: Genelkurmay telkini, sansürüyle yıllarca haber yapmış yapmamış, yazı yazmış ya da yazmamız gerekeni yazmamışsak; Genel yayın yönetmeni sansüründe nasıl dimdik duracağız?
Hangi Genel daha özel? Çünkü dimdik duruş başka, dandik vuruş başka.
Abi dik durur diye bilinmek başka; abidik gubidik tafra başka! Çoğumuz için geçerli.
Başka başbakanlar için kaleminizi şeydip nice yazı ve haber öldürmüş, susmuş, susturmuş, gizlemiş ya da imalat yapmışsanız... Bambaşka başbakan da katmerlisinden, kaymaklısından istiyor! Kimilerine danışmanlık yapıyorsan; o hain ilişkiye girmişsen bir kere; "yazının namusu"nu zaten kendin katlediyorsun! Sansür zaten açık pencereden dalıyor.
Başkasıyla alışverişler yapmışsan; biri de geliyor, sadece vergi değil, Can'ını da malını da istiyor! "Hayatta yapmam" de; canımı ye!
Şimdi özgürlük, sansür diye efelenene bakıyorum, Çakırcalı'nın kemikleri sızlıyor.
Eskiden epey efelenmiş olan kiminin güncel terbiyesine bakıyorum; kim bilir kaç "Yumurta Ak'ı" çırpılmış! "Hamile kadının orada ne işi vardı?" diyen terbiyeli sorgulayıcı gazeteciliğin sonraki adımı, "O bebeğin orada ne işi vardı" diye araştırmak herhalde!
Nasıl oluyorsa, oluyor tabii bunlar!
"Majestelerinin gazeteciliği" ruhlara işlemişse... Majeste değişiyor; bazen ruhlar yer (bazı ruhiler de saf) değiştiriyor; bu hortlak filminde "hayalet-i ruhiye" değişmiyor.
Bugünkü Başbakan'ın kapısında saatlerce bekleyip avuçlarını hazır olda bile açarak "şefaat" dilenen arkadaş da; bir zamanlar en küfürbaz manşetlerle saldırdığı patronun küffar ordusunda şimdi kılıç sallayan da. Yazdıklarına bayılıyorum!
Tabii haddim olmayarak, ne diyebilirim?
Belki şu: Şefaatten, cemaatten, itaatten fecaate sürüklenen ruhlarınıza yazık etmeyin! Bilirsiniz; biz gitsek de onlar lekeli mekeli kalıverecek, acı çekecek! Gülme; inan öyle! Şimdi nereden bileceksin!
Elle oynama
PASCAL Nouma, Beşiktaş'a ikinci gelişinde bir "elle oynama" yüzünden, hem kulüpte hem ülkede hem federasyonda lanetlenmişti. Tamam!
Ama o "yaramazlığa" rağmen, yüreğiyle oynayan, takım ruhuna adanmış bir "yabancı"ydı. O yüzden, "Fransa'da doğdu, Beşiktaşlı oldu".
Guti, diyorlar ya, "daha kariyerli". Diyorlar ya, "takımın beyni".
Lakin, Nouma'nın bir sevinç anındaki kontrolsüz, serseri eli yanında, Guti'nin çok kontrollü, çok efendi elleri; erken tatile deplase olmak için, aynı biçimde iki sarı kart görmek isteyerek kalkan iki eli daha ruhsuz!
Bazen yürek, beyinden daha çok hitap edebiliyor insana!
Kimi iktidar veya güç sahibi ille "beyin" sevse de!
(Umur Talu /12 Aralık 2010 / Habertürk)