Söyleşi

İstisnalar hariç, sanatçılar arasında politik yavşaklık var!

1990'lı yıllarda dünya ölçülerinde konserlere imza atan Mustafa Oğuz, T24'e konuştu.

22 Ağustos 2010 03:00



SELİN ONGUN - T24
songun@t24.com.tr




Memleketin “magazin manzaraları”ndan bir potpori ile başlayalım. Şarkıcı Nihat Doğan referanduma yönelik olarak “Menderes'in ruhu için, Özal'ımın hatrı için, demokrasi aşkı için evet” diyen bir türkü yapıyor. Bambaşka bir kulvarda piyanist Fazıl Say, referanduma neden “hayır” diyeceğini twitliyor. Gülben Ergen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün oğlu Emre Gül arasında “Türkiye’ye dair korkular” temalı bir twitleşme olabiliyor. Öte yandan ajanslara “Sanatçılardan referanduma hayır yürüyüşü” içerikli bir haber düşüyor. Aman unutmayalım; sabah programına Atatürk’ün mumyasını da konuk eden Seda Sayan hâlâ referendum kararını açıklamadı! Ama CHP’li anayasa hukukçusu Süheyl Batum, Sezen Aksu “Evet” dediği için “Sezen sazan çıktı” diye küplere bindi…


Rutin magazin gündeminin eşliğinde sahici değerlendirmeleri hak eden sorular da mevcut: AKP iktidarıyla sanat dünyası gerçekten siyasallaştı mı, yoksa yarar umulan “politik” davranışlar mı sahneye çıktı? Eğlence hayatında kutuplaşma var mı, toplum sanatçıların oylarını ne kadar ciddiye alıyor, hükümete sempati duyduğu için “mahalle baskısı” hissedenler var mı? Yoksa her şey vitrinden mi ibaret?


“Aslında ne olduğunu”nun fotoğrafını çekebilmek için 1970'li yıllardan bu yana popüler gösteri ve sanat dünyasının içinde yer alan, 3 binin üzerinde konser organize eden ve her seferinde “titizlik abidesi” olarak alkışlanan Most Production Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Oğuz'un kapısını çaldık.


“Mustafa Oğuz” deyip iki noktayı üst üste koyunca çok şey yazabilirsiniz, ama yetmez. Gösteri dünyasında gösterişi sevmeyen bir duayenden, alkışı sadece “sahnedekiler”e ikram eden bir görgüden söz ediyoruz.


Mustafa Oğuz, meslek hayatına ortaokul yıllarında organize etttiği Moğollar konserleri ile “VIP” kapısından giriş yaptı. Üniversitede “Fransız dili ve edebiyatı” okuduğu yıllarda sahne organizasyonlarını profesyonelleştirdi, 1980 darbesinin sıkıyönetimli yıllarında bile çıtayı düşürmedi.


1990'lı yıllarda dünya ölçülerinde konserlere imza atan Oğuz'dan “popüler sanat dünyasının arşivdeki politik kayıtlarını ve güncel tutumunu resmetmesini” istedik. www.t24.com.tr okurları için anlattı, geçmişten bugüne uzanan sorularımızı yanıtladı:


'Hayır oyu vereceğim, çünkü...'


- O ünlü soruyla başlayalım; referandum kararınız?

Hayır oyu vereceğim.

- Tercihinizi ne belirledi?

Yargıyla ilgili maddeleri sakıncalı buluyorum. Paketteki maddeler, Başbakan’ın ve hükümetin tavırları ile birleştiğinde, “daha kucaklayıcı olabilirlerdi” diyorum. Sürtüşerek, kavga ederek, dayatarak iş yapmalarını kabul edemiyorum. Hem toplumdaki kutuplaşmadan şikâyetçi olup, hem de buna neden olacak bir söylem geliştirmelerini tutarlı bulmuyorum.




Sanatçılar arasında hiçbir politik tavır görmüyorum’

 

- Referandum mitinglerinde, 40 derece sıcakta, sahnedeki lideri dinlemek için toplanan kalabalıkları gördükçe aklımıza düşüyor: “Politik tavır-sanatçı ve kalabalık” başlığı için hafızanızın çekmecesinden bir konser seçecek olsanız, hangi tarihte dururdunuz?


Ben mesleğe 1970’lerde başladım. O tarihlerde, üniversite yıllarımda, yoğun olarak Timur Selçuk ile çalışıyordum. Tabii bambaşka bir dönemdi o. Sanat, sanatçı, izleyici, her şey politikanın çok içindeydi. Bugün sanatçılar arasında hiçbir politik tavır görmüyorum ben. Oysa o zaman bir konser yapardık, etkinlik “slogan konser”e dönüşürdü. Hiç unutmam; Kızıldere olayının bir yıldönümüydü, (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi lideri Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının 30 Mart 1972’de Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kuşatılarak öldürülmesi) şimdi Lütfi Kırdar Sergi Salonu olan Spor Sergi Sarayı’nda Timur Selçuk konser verecekti. Timur repertuarındaki şarkıları söyleyemedi bile. Hazırlandığı bir şarkıya başlıyor, koca salon hep bir ağızdan başka bir şarkı söylüyor, Timur’un sesi de duyulmaz oluyordu. Doğal olarak, sanatçı da salondakilerin seçtiği şarkıyı seslendiriyordu. Bütün konser böyle geçmişti. Çok konser yaptık böyle, bambaşka bir dönemdi.


Darbeden sonra, biletleri niye pahalı satıyorsunuz, dediler’


- Ya 12 Eylül darbesinden sonra?


Bir kere darbeden sonra tüm bildiklerimiz sıfırlandı, her şey karmakarışık oldu. Eskiden konser yapmak için, halkı koruma adına, belediyeden konser biletini kaç liraya satacağımızın tarifesini alırdık. Bu usul, Özal döneminde kalktı. Darbeden sonra, 4. Ordu (Ege Ordusu) Komutanı İsmail Hakkı Akansel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu. Belediye başkanı asker olunca, tarife uygulaması daha da katılaşmıştı. Darbeden önceki dönemde tarife isterken, “Bileti şu kadar liraya satacağız” diyerek bir dilekçe verirdik. Darbeden sonra işler değişti; hesap işleri müdürlüğü gibi birimler oluşturuldu. Mesela tarife için başvuruyoruz, soruyorlar: “Niye bu kadar pahalıya satıyorsunuz?” “Orkestraya bu kadar ödeyeceğiz, şu kadar reklam masrafımız var” filan diyerek tekrar dilekçe yazıyoruz. Bu kez hesap işleri müdürlüğü inceleyip, “uygun görülen” tarifeyi veriyor ya da vermiyor!

~

Sıkıyönetim kararı: Bu kadar kalabalık orkestraya gerek yok!


- O halde hemen soralım; darbenin “halkı koruma adına” konser bileti fiyatlarının aşağı çekilmesi gibi sürpriz bir yararı da mı olmuştu?

Aslında pek bir faydası olmadı, ama komik şeyler oldu. Şöyle bir görüşmeyi çok net hatırlıyorum; Timur Selçuk’un senfoni orkestrası yöneteceği, Erol Evgin’in de solist olacağı

bir konser planlamıştık. Tabii senfoni orkestrası filan, epey bir maliyet. İzin için gittik, “Bu orkestra çok kalabalık, masrafı çok olur, biraz küçültün” dediler. Açıklama yapıyoruz; “Bu konserin konsepti bu.” Cevap belli; “Bu kadar kalabalık orkestraya gerek yok.”

- Diyen kim?

Belediyedeki hesap işleri müdürü.

- Ne yaptınız?

Maliyeti karşılayacak tarifeyi alamadık, konseri de yapamadık. Bu tarifenin dışında konser yapabilmek için ayrıca sıkıyönetimden de izin alıyorduk. İçerik, şarkılar, organizasyonun niteliği v.s., belirli başlıklar vardı. Konser izni alabilmek için Selimiye’ye gidiyoruz, epey sıkıntılı günler yani. Tabii arşivimizde darbe öncesinde askeri çevreleri rahatsız etmesi muhtemel onlarca konser mevcut. Yine Timur’la yapacağımız bir konser için uğraşıyoruz. Selimiye’ye gittim; bir şekilde izin alabilmek için İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Başsavcısı Albay Süleyman Takkeci’ye ulaştım. (Adını önce DİSK davasında yürüttüğü soruşturmayla duyuran Takkeci,12 Eylül’ün en sert savcılarından biri olarak tanındı. Darbe döneminde adı İstanbul’daki gazetecilere yönelik açtığı davalarla anıldı. Hürriyet gazetesinde yar alan ve “İğneden ipliğe zam geliyor” başlıklı haber için hortum karikatürü çizen karikatüriste de soruşturma açmasıyla biliniyor). Konserin içeriğini anlattım, programdan bahsettim, adam Münir Nurettin Selçuk hayranıymış, küt diye izin verdi.

Timur Selçuk’un “Soranın da anasını…” dediği sıkıyönetim savcısı kim?

Geleceğini tahmin etmiyorum, ama konsere davet ettim. Kalktı geldi, en ön sıraya da oturdu. Beni aldı bir telaş; Timur’a “Sıkıyönetim Başsavcısı burada, repertuarını yumuşat” desem, inadına sertleştirecek, biliyorum. Diğer yandan böyle bir şey söylemeyi kendime yediremiyorum. Hiçbir şey söylemedim. Konser başladı; Timur, “Hürriyete doğru”yu söyledi, “Mehmet”i söyledi. Sıra geldi finale, kapanışı Kazak Abdal ile yapacak. Kazak Abdal'ın dörtlüklerini okumaya başladı: “Eşeği saldım çayıra / Otlaya karnını doyura / Gördüğü düşü hayıra yoranın / Anasını da anasını!” Salon coştu, Timur devam ediyor: “Kazak Abdal söz söyledi / cümle halkı ta'neyledi / Sorarlarsa kim söyledi / Soranın da anasını anasını...” Aman Allahım tam bu sırada, savcıya bakarak tekrarladı: “Soranın da soranın da anasını…”

- Tesadüfî bir bakış mı bu?

Tesadüf, o kadar insan içinde Sıkıyönetim Başsavcısı ile göz kontağı yaptı! Renk vermiyorum ama vaziyeteyim şu; konser bitiyor, biz buradan Selimiye’ye gidiyoruz. Timur sahneden indi, savcı huşu içinde kalkıp, bana sarıldı, öptü, “Timur Bey’i de tebrik etmek istiyorum” dedi. Hâlâ da anlamış değilim bu durumu.




Birkaç sanatçı hariç, politiklik konusunda yavşak bir durum var’

 

- Peki şimdi biz size anlam veremediğimiz güncel ve uzun bir başlık sorsak; ama öncesinde “şarkı söyleyen insanlar ve sanatçılar” gibi bir kodlama yapacağımızı belirtsek, itirazınız olur mu?

Elbette olmaz, aksine çok yerinde bulurum. Bu ayrımı not düşmek gerek.

- Mesela mevcut “magazin”den birkaç resim seçelim; şarkıcı Nihat Doğan referanduma yönelik, “Menderes'in ruhu için, Özal'ımın hatrı için, demokrasi aşkı için evet” diyen bir türkü yapıyor. Bambaşka bir kulvarda piyanist Fazıl Say, referanduma neden “hayır” diyeceğini twitliyor. Gülben Ergen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün oğlu Emre Gül arasında “Türkiye’ye dair korkular” temalı bir twitleşme olabiliyor. Öte yandan ajanslara “Sanatçılardan referanduma hayır yürüyüşü” içerikli bir haber düşüyor. Aman unutmayalım; sabah programına Atatürk’ün mumyasını konuk alan Seda Sayan hâlâ referendum kararını açıklamadı! Ama CHP’li anayasa hukukçusu Süheyl Batum, Sezen Aksu “Evet” dediği için “Sezen sazan çıktı” diye küplere bindi…

Aslında az önce konuştuk; sanatçı ya da şarkı söyleyen, oyunculuk yapan insanlarla ilgili olarak politik bir tavırdan bahsedeceksek, bu eskidendi. Birkaç müstesna sanatçıyı hariç tutarak söylüyorum bunu. Bugün yavşak bir durum, müthiş bir soytarılık var. Bence ciddiye alınacak bir şey yok. Bunu konuşurken şu ayrımı da yapmak gerek; popüler kültürün oluşturduğu şarkı söyleyen, oyunculuk v.s. yapan bir “popüler insanlar sürüsü” mevcut toplumda. Diğer tarafta popüler olmayan, geniş bir kitle var, onları bu tartışmaya zaten hiç katmıyorum.



Bilgileri, alt yapıları yok, rüzgâr nereden esiyorsa oraya savruluyorlar’



1980 öncesinde, sonrasında darbe ve ardından Özal dönemiyle zaten bu politik tavır eridi. O tarihlerde böyle bir “magazin dünyası” ve onun figürleri de yoktu. Olsun mu, olmasın mı; olsunlar, hiçbir sakıncası yok. Ama bu insanlardan bizim bir beklentimizin olması, işte bu doğru değil. Bilgi ve birikimleri yok, alt yapıları yok, fikirleri yok, o halde biz bunlardan neden bir politik tavır bekleyelim? Rüzgâr nereden esiyorsa, oraya savruluyorlar.



Gülben Ergen AKP’nin şarkıcısı mı; hepsini her yerde görüyorsun’



- Şu okumayı yapanlara itirazınız olur mu; “AKP iktidarı sanatçıları politikleştirdi?”

Ben sanatçılar arasında ne hükümetten yana, ne de hükümete karşı ciddiye alınacak politik bir tavır görüyorum. Ya da belki ben ciddiye almıyorum, inandırıcı gelmiyorlar bana. Bir grup; Lale Mansur, Suavi’ler bu isimler ortaya sürülüyor. (Masanın üzerindeki gazetedeki fotoğrafı işaret ederek) Diğer taraftaki örnek şu; sanatçılar Beyoğlu’nda anayasayla ilgili bir yürüyüş yapmışlar. Fotoğrafa bakalım; CHP İstanbul İl Başkanı, eski oyuncu Berhan Şimşek, hadi o partideki görevi nedeniyle orada. Başka kimler var; Rutkay Aziz, Genco Erkal… Hep aynı isimler. Hani kim, nerede o politikleştiği söylenen isimler?

O gruptan, bu gruptan diye kimleri ayırabiliyorsunuz? O da belli değil. Misal; Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldiği ilk günlerde Adnan Şenses, “Beraber yürüdük biz bu yollarda” diyerek AKP’nin açılışlarında, gecelerindeydi. Sonra MHP’nin ortamlarında görünmeye başladı. Bir baktık; bu kez Cindoruk’un yanında. Yani AKP’nin şarkıcıları ya da CHP’nin şarkıcıları var mı; bence yok. Şimdi Gülben Ergen mesela AKP’nin şarkıcısı mı? AKP’nin organizasyonunda da görüyordun, Tuncay Özkan’ın gecesinde de. Her yerde, hepsini görüyorsun.

~

Magazin dünyasından bir insanı bir günde AKP’li ya da AKP karşıtı yapabilirim’


- Sizce bunda bir anormallik var mı?

Daha anormal olan şu; ben bu çevreden bir insanla konuşayım, onu bir gün içinde AK Partili ya da AK Parti karşıtı yapabilirim rahatlıkla. Düzey bu ve işte bu çok fena. Popüler dünyanın içinde olanların bilgi ve birikimleri çok az. Temel sorun bu. Beslendikleri tek alan, gazetelerin magazin sayfaları. Bu dünyadan 100 isme, “Referendumda oylanacak maddelerde ne var?” diye sorsanız, sonuç ne çıkar acaba?

- Aslında biz en çok Bülent Ersoy’un kararını merak ediyoruz ! Başbakan’ın deyimiyle soracak olursak; darbenin yasakladığı Ersoy, “12 Eylül ile hesaplaşmak” için “evet” der mi acaba?

(Gülerek) Bülent Ersoy’un Kenan Evren’in karşısında defalarca şarkı söylediği hesaba katılırsa, bu denklem oldukça yanıltıcı olabilir.




Zülfü Livaneli, evet oyu vereceğim, dese sonuçları Sezen’den etkili olur’

 

- Politikacılar hangi sanatçının “evet”, hangisinin “hayır” dediğini ciddiye alıyor mu acaba?


Zannetmiyorum, çünkü sanatçıların kararlarının, referandum sonucuna bir etkisi olacağını

sanmıyorum. Türkiye’nin çok önemli bir starı Sezen Aksu, neden “Evet” diyeceğini açıkladı. Sezen’in açıklaması “Evet” oylarının oranını etkileyecek mi; zannetmiyorum. Sezen Aksu “firma” olduğu günden bu yana bir ideoloji ile star olmadı. Ama burada şöyle bir çizgi var tabii; mesela Zülfü Livaneli “Evet oyu vereceğim” dese, sonuçları çok daha farklı olur. Çünkü, Zülfü, zaman zaman sapmalarıyla birlikte, politik bir ideoloji üzerine inşa etti kimliğini.



3 bin kişilik salon ayağa kalktı ve Kenan Evren’i alkışladı’


- O halde sembolik bir soru: Sezen Aksu “Evet” dediği için kızanlar ya da Fazıl Say, “Hayır” dediği için alkışlayanlar eşliğinde tersten bakarak bir hatırlatma yapalım; Emine Erdoğan’ın MFÖ konserine gitmesini “mesele” etmek gibi bir şey değil mi bu?


Niye gitmesin? Hem seyirci, hem sanatçı için güzel bir şey bu. Bir ülkenin Başbakan’ın eşi gidip, konseri seyrediyor. Buna kim karşı çıkıyor? Bakın ben şunu çok net hatırlıyorum; 1992 yılında İzmir'de Emel Sayın ve Şener Şen ile “Muhabbet 92” adında bir müzikal yapıyorduk. Gösteriyi izlemek için Kenan Evren geldiğinde, 3 bin kişilik salon ayağa kalktı ve Evren’i alkışladı. Hani darbenin yapıldığı yıl olsa, millet korkuyor ya da ne olduğunun farkında değil, diyeceğim. Aradan 12 yıl geçmiş, Kenan Evren ayakta alkışlanıyor.




Emine Erdoğan’ı mesele edenler, İlyas Salman’ı da aralarına almıyor’

 


Sembolik dediğiniz için, bir sembolik örnek daha vereyim; 1981 yılı, Arı Sineması’nda Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı oynuyoruz. Evren ve dönemin kuvvet komutanları gösteriyi izlemeye geldi. Oyun bitti, tüm salon sanatçıları alkışladı. Sıra protokol tarafından tebrik edilmeye gelince, İlyas Salman huzura çıkmadı. İlyas Salman’ın o tavrı bugün de devam ediyor. “Deli” diyorlar ya da ciddiye almıyorlar söylediklerini. Yani Emine Erdoğan’ın MFÖ konserini mesele eden kesim, İlyas Salman’ı da arasına almıyor.

- İsmi bizde saklı, Türkiye’nin en önemli aydınlarından biri, referandum üzerine yaptığımız bir sohbet esnasında, 12 Mart’tan, 12 Eylül’den sonra cezaevinde birlikte yattığı solcu arkadaşlarıyla şimdi “ayrı düşmelerini” şöyle yorumlamıştı: “Aramıza Atatürk girdi. Atatürk eskiden de vardı, ama o zaman AKP yoktu!” Buradan hareketle, “Sezenlerin Fazılların arasına AKP girdi” diyenlere hak verir misiniz?


Sezen, oldum olası, hep içinden geleni söyledi, yazdı. Fikrini sormuşlar, o da söylemiş. Bir kere bunu abartanlara anlam veremiyorum. Diğer yandan, aslında “ne düşündüğünü” açıklamayan, -miş gibi yapan öyle bir güruh var ki.

~

'Sezen tepişmiyor, ama Fazıl medyanın tuzağına düşüyor'



- Nasıl somutlaştırsınız bunu?

Mesela Başbakan’ın sanatçılarla buluştuğu kahvaltıya davetlidir, ama kendi özgür iradesi ile gidip gitmemeye karar veremez. Kimlerin gideceğini, kimlerin davetli olduğunu soruşturur; orada bulunup, söylenenleri dinleyip, kendi fikrini beyan etmek, katılmadığı noktaları söylemek yerine, “Bana davetiye ulaşmadı” der. Kaçak göçek tavırlar. AKP’ye olan sempatisini ya da verdiği oyu, farklı bir çevrede bulunuyorsa, örtbas eder. Dolayısıyla böyle bir ortam mevcutken, Sezen’in de, Fazıl’ın da özgürce düşüncelerini açıklamalarını çok olumlu buluyorum. Burada bir tepişme görmüyorum ben. Hatta Fazıl’ın çoğu yerde söylediklerini onayladım. Mesela Kültür Bakanlığı ile ilgili çıkışı çok doğruydu. Ama damarına basıldığı zaman da abuk sabuk konuştuğu oluyor. O cümleyi sahiden kurdu mu; bilmiyorum ama Sezen için söylediği, “10 notanın yedisini detone söyleyen bir insan bana duygu olarak bir şey geçiremez” lafı mesela. Duygunun entonasyonla alakası yok bir kere. Örneğin Çingene müziğinde tonalite aranmaz, ki bana göre en duygulu, coşkulu müziktir. Sezen tepişmiyor ama Fazıl medyanın tuzağına düşüyor biraz.

Fazıl Say İstanbul 2010'da neden yok?


- “Patlıcan yemeği yapmıyoruz, müzik yapıyoruz”ları okuyunca birçok akıldan geçmesi muhtemel: “Sezen Aksu’dan da cevap gelse ortalık Demet Akalın-Hande Yener monologlarına dönebilirdi?”


Fazıl’ın tatmin olamadığı bir şey var bir şekilde ki durup durup bir laf atıyor meydana.

- Bir izlenim: Fazıl Say görüşleri nedeniyle “alerji” duyduğu tribünlere nişan almak yerine, açıkça “Ben dünyanın takdir ettiği bir Türk piyanistim. Peki ama neden İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin hiçbirinde yer bulamadım” deseydi?

2010 Avrupa Kültür Başkenti hadisesi zaten başlı başına bir olay. Ben, 2008 yılının sonunda bu işin başında Nuri Çolakoğlu varken, sitemimi söylemiştim. “Madem siz bir kurul oluşturdunuz, bu kurul neden varlığını kanıtlamış kuruluşlara müracaat edip, şu projeyi geliştirin demiyor mesela?”

- Çolakoğlu’nun yanıtı ne oldu?

“Biz niye böyle bir şey yapalım, siz öneri getirin” dedi. Hiç kimseden böyle bir talepleri olmadı zaten. O kurullar, artık hangi ölçülere göre hareket etti; orası meçhul. Dolayısıyla Fazıl da eline projesini alıp, oradaki kurula “Benim böyle bir projem var” diyemezdi. Dünyanın her yerinde olduğu gibi kendilerinin sanatçıya, “Bizim şöyle bir projemiz var” demeleri gerekirdi.

- Mustafa Bey, şimdiye dek yaptığınız konserlerin sayısını, “3 binin üzerinde” diyerek rakama çevirsek, doğru olur mu?

Olur.


'Konser izleyicisi politikacılar arasında Özallar birinci gelir'



- Peki bunca etkinliğe politikacıların katılımı ne kadardır?

Türkiye’de her dönemde politikacıların konser organizasyonuna katılımları hep düşük olmuştur.

- En çok konsere giden siyasetçiler için bir “top beş” listesi istesek?

Özallar birinci sırada yer alır. Fikri Sağlar da (49. 50. 52. Hükümetlerin Kültür Bakanı) bu tip organizasyonlara meraklıydı. Sanırım bir top beş çıkaramayacağım.

- AKP’liler için top beş istesek?

Sanırım en meraklıları Egemen Bağış. Gerçi o da bir kez Sezen Aksu konserine gelmişti. Bu konuda CHP’nin de, AKP’nin de, aslında tüm partilerin birbirinden farkı yok.

- Davetiye gönderdiğinizde de gelmiyorlar mı?

Siyasi partilere davetiye göndermiyorum.


- Beleşçiler ya daha nazik söylersek “davetiyeciler” ile biletini satın alıp gelen seyirciler; hangisinin çok olduğu konser daha eğlenceli geçer?

Ben davetli seyirciyi sevmiyorum, aktif izleyici olmuyorlar. Konsere gelmek için, bilet alan kişi, orada olmayı sahiden istiyor. Dolayısıyla o seyircinin reaksiyonu farklı oluyor. Davetli gelen izleyici bir bedel ödemediği için isterse sıkılıp gidiyor ya da izlerken pasif oluyor.


'30 yıldır gönderdiğim davetiyeleri paraya çevirsem servetim olurdu'


- Bir konserde davetli sayısı yüzde kaç olur?

Benim yaptığım konserlerde davetli oranı yüzde 10. Bu dehşet bir rakam. Önüne geçilmez bir şey. Size bir şey söyleyeceğim; 30 yıldır yaptığım konserlerde verdiğim davetiyeleri paraya çevirsem servetim olurdu.

- Bu yüzde 10 davetlinin ne kadarını “basın” oluşturuyor?

Medya çok önemli bir oran değil, bürokrasi çevreleri daha fazla. Acayip bir alışkanlık bu, önüne geçemiyorsunuz. Rumeli Hisarı konserlerine ilk başladığımız yıllarda, mesela bir polis gelirdi yanında tüm mahallesi var. Söylerdik, “Bizden davetiye isteyin verelim. Ama davetiyesi olmayan onlarca insanı kapıdan nasıl alalım; nereye oturtalım?” Bu durumu değiştirmek inanın üç, dört yılımı aldı. Bir insanın kendisi için davetiye talep etmesi kabul edilebilir bir şey. Ama bir başkası için davetiye alması benim kabulleneceğim bir şey değil. Meslek hayatım boyunca en sinirlendiğim şey o oldu; bir başkasına benim biletimle “kıyak” yapmak için bilet isteyenler. Hiçbir meslek dalında olmadığı gibi bizim işimiz de “bedava”ya var olmuyor. Bu zihniyette sizin üretim maliyetiniz yok sayılıyor.

 

- Harbiye Açık Hava Tiyatrosu kaç kişi alıyor?

4 bin dörtyüz.

- Diyelim ki bir bilet?
~



'100 liralık biletten bize kalıyor 57 lira'


- Sanatçıya, orkestraya, ışıkçıya, güvenlik görevlisine, salon kirasına o 100 liradan nasıl bir pay düşüyor; tüm bu hengâmenin ardında nasıl bir “ekonomi” var?

Bakın ben bu sene önce , “ticari olarak riskli olabilir ama benim yapmaktan keyif alacağım bir proje var mı?” diye baktım. Öyle bir organizasyon yoktu, ticari olarak da çok risk vardı; bu yıl Açık Hava Konserleri'ne ara verdim. Peki daha önceki yıllarda ne yapıyordum; konserler için bir paket hazırlıyorum. Diyelim ki Sezen Aksu var, Candan var, Goran Bregoviç var. Bu isimler 4 bin kişi doldurur. Bir de Bulutsuzluk Özlemi var. O kaç bilet satar; bin. Ama bu konser önemli, grup 20’inci yılını kutluyor, bizim bu konseri yapmamız lazım. Yani bir farklılık koyuyuyoruz ve resmin bütününe bakıyoruz. 15 günlük konser takvimini sonunda artıyla bitirir miyiz? Ekonomiyi bu “bakış” ayakta tutuyor. Yoksa tek tek konser üzerinden hesap yapmak olacak bir iş değil. Zaten dikkat ederseniz, artık hep sponsor konserleri var. İş buna döndü. Şimdi gelelim 100 liralık biletten kim ne alıyor kısmına...


100 liralık bir biletin yüzde 18’i katma değer vergisi olarak devlete gidiyor. Yüzde 10’u eğlence vergisi olarak belediyeye gidiyor. Yüzde 5’i MESAM ve MSG gibi yerlere telif bedeli olarak veriliyor. Bilet satış payını da katarsak yüzde 10 da Biletix’e gidiyor. Yani o 100 liradan size 57 lira kalıyor.

- Kalan 57 lirayı kimler bölüşüyor?

Salon kirası, sanatçı, sahne masrafları, teknik, güvenlik, temizlik, reklam tanıtım giderleri, artık aklınıza ne gelirse.

- Hesap kitap zor işler, biz işin eğlence kısmına dönelim yeniden; mesela kulisler?

O da zor! (Gülüyor)



'Neşet Ertaş elektro bağlama ile çıktığı için bence kötü bir konser oldu'



- İsim isim gidelim; Neşet Ertaş?

Neşet Ertaş’la tek konser yaptım. Çok fazla tanımadım. Neşet Ertaş’la yaşadığım en büyük sorun elektro bağlama oldu. Ben her konserde, henüz o konseri yapmaya karar verdiğim andan itibaren, en ince ayrıntısına kadar dahil olurum. “Sanatçı istediği gibi çıksın, istediğini yapsın” demem. Her şeyin nasıl olacağı beni ilgilendirir. Neşet Ertaş, konsere elektro bağlama ile çıkmak istedi, ben de karşı çıktım. Önce elektro bağlamada niye ısrar ettiğini anlamaya çalıştım. Feci bir sesi var çünkü. Sonra fark ettim ki, son birkaç yılını hep Almanya’da ağlıklı olarak düğün salonlarında, kötü ses düzenleri ile sahneye çıktığı için bağlamasını duyurmak niyetiyle elektro bağlama kullanmaya alışmış. Buradaki ses düzeninin, bağlamasındaki her nüansı aktarabilecek derecede mükemmel olduğuna ikna etmeye çalıştım. Ve provalarda bunu duydu, anladı. Ama yine de elektro bağlama ile çıktı. O yüzden bana göre kötü bir konser oldu. Ama millet bayılmış.



'Candan da, Ajda da çok profesyonel'



- Candan Erçetin?

Çok profesyonel bir sanatçı. Zaten kendi bünyesinde bir ofisi var. Candan Erçetin, ismini bir firma gibi yönetiyor. Benim çok rahat çalıştığım, her detaya önem veren, etrafındakileri hiç yormayan çok disiplinli bir sanatçı.

- Ajda Pekkan?

Ajda da iyi profesyoneldir; sahne performansı için bir sporcu gibi antreman yapar, elbisesi, dekoru hep çok planlıdır. Ama onca provaya rağmen konser anına kadar her zaman bir tedirginlik olur.


'Sezen'in kulusine ne içki, ne de sandviç yeter'


- Sezen Aksu?

Sezen’in kulisi ana baba günü olur. Elbisesi mutlaka son anda yetişir. İçinden geleni yaptığı için, bir anda, karar verilen kostümü değiştirebilir. Hiçbir şey yapmazsa, eteğini söker. Ya da bambaşka bir elbiseye karar verir, o elbisenin de fermuarı patlar, bir şey gelir başına illaki. Bu koşturmanın içinde etrafı şöyledir; terzi, köpek, kuaför, makyajcı, arkadaşlar. Biz konserlerde sanatçılar için kulis ikramı hazırlarız. Sezen’de ne kadar fazla hazırlarsak hazırlayalım; ne içki, ne de sandviç yeter. Salon kadar adam olur arkada.

Sezen besleniyor bundan, hoşuna gidiyor etrafını cıvıl cıvıl görmek.

- Konser öncesi özellikle yalnız kalmak isteyen olmaz mı?

Timur Selçuk, yanına ben bile giremem. Kimseyi istemez, konsere konsantre olur.


'MFÖ stres konusunda fena değildir'


- Sorumluluk, stres ve gerginliğin had safhada yaşandığı ama konser sonrası kahkahanın en bol olduğu?

Sezen. Zaten en uzun çalıştığım sanatçı o. 16 yıl menajerliğini yaptım. Dolayısıyla en gergin dakikaları da, en güzel konserleri de onunla yaşadım. MFÖ de stres konusunda fena değildir (Gülüyor). Ama duruldular artık, sakinleştiler.

- Nasıl bir stres?

Üç ayrı karakter, bir kere olaydır onlar.

- Konser öncesi kavga filan?

Küslükleri, dargınlıkları olur ama kavgaları olmaz.

- Ve konser bitti. Ertesi gün gazeteleri açtınız?

Hâlâ sakladığım çok kıymetli, emek verilmiş çok özel konser yazıları var. Ama üzülerek söylüyorum ki, arşive yeni yazılar ekleyemiyorum. Çünkü konser yazıları uzun süredir, sanatçının ve davetlilerin kılık kıyafetleri, ünlülerin kiminle konsere geldiği gibi başlıklarla sınırlı.