T24 - Sabancı Holding yönetim kurulu başkanı Güler Sabancı 2010 için değerlendirmelerini açıkladığı yazısında istikrar için liderlerin gerginliği azaltması gerektiğini belirtti.
Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Sabancı Topluluğu çalışanlarına yönelik olarak yeni yıl mesajı yayımladı.
Sabancı, 2010 yılına ilişkin olarak beklentilerini dile getirdi. Güler Sabancı’nın mesajında yaşanan ekonomik kriz birçok ülkede ciddi tahribata yol açtığını, bu nedenle gelişmiş ülkeler ve uluslararası kurumlar dünyada istikrarı temin etmek için yoğun çaba sarfettiklerini belirtti.
Sabancı, mesajında 2009 yılını değerlendirirken,Türkiye'de son dönemde yaşanan gelişmeler de değindi.
Mesajda; "Ülkemizde özellikle siyasi alanda yaşanan gelişmeler istikrarı tehdit eden boyutlara yaklaşmaktadır. Demokratik açılım çerçevesinde yaşanan diyalogsuzluk ortamı, beraberinde toplumsal gerginliği de getirmektedir. Bu noktada hiç şüphesiz fikir önderlerine ve siyasi liderlere önemli görevler düşmektedir. Toplumun artan gerginliğini azaltacak bir tavır alınması, demokratik yarışmanın yapıcı ve hoş görülü bir çerçeve içinde yürütülmesi, ülke ekonomimizin yaratmak zorunda olduğu istihdam ve büyüme için çok değerli bir istikrar ortamı oluşturacaktır" denildi.
Güler Sabancı yayımladığı mesajda dünya ekonomisine de değindi.
2009 yılında krizin etkilerini hissetmeye edileceğine değinen Sabancı, "ABD’de yeni yönetimin iktidara gelmesinin piyasalara güven vereceğini ve reel sektörde 2009 yılının sonlarına doğru bir rahatlamanın yaşanabileceğini belirtmiştim. Esasen 2009 yılına girilirken bütün dünya krizle baş etmek için neler yapılması gerektiğini nispeten daha iyi biliyordu ve gereken yapıldı. Bu alanda kritik olan, mali sektörü çöküşten kurtarmak, piyasalara gereken likiditeyi sağlamak ve yardım paketleri ile reel sektör talebini ayakta tutmaktı. Bu alanda ülkeler tarafından hayata geçirilen önlemler faydalı oldu ve çok daha derin bir resesyon önlendi" dedi.
2010 ve 2011 krizden çıkış yolları
Güler Sabancı 2010 ve 2011’in en hassas konuların, krizden çıkmak için alınan önlemlerin yan etkisi olan üç ana problemi çözmek olacağını belirtti.
Bunların artan bütçe açıkları, işsizlik ve büyüyen likidite fazlasını kontrollü azaltmak olacağını kaydeden Güler Sabancı şöyle devam etti:
"Her ne kadar uluslararası bir koordinasyon gerekse de bu konularda her ülkenin alacağı tedbirlerin zamanlaması ve dozu kendi şartlarına bağlı olmalıdır. Bu konuda tek bir reçeteden bahsetmek uygun olmayacaktır.
Bir yandan ülkeler ekonomik politikalarını belirlemeye çalışırken, bir yandan da uluslararası kurumlar rollerini yeniden tarif ediyorlar. Bu süreçte G-20’nin daha ağırlıklı bir rol üstlendiğini görmek sevindiricidir. Gerek merkez bankalarının gerek uluslararası kuruluşların, devletlerin ekonomik politikalarının paylaşılması ve uyumlu hale getirilmesi için gösterdiği çabalar ilerisi için ümit vericidir."
Sabancı mesajına şöyle devam etti:
Kronik işsizlik
Yukarıda değindiğim gibi, bu kriz döneminin ortaya çıkardığı en önemli sorunlardan birisi de kronik işsizlik olmuştur. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanan büyüme düşüşleri önemli oranda işsizlik meydana getirmiştir. Ancak işsizliğin nedenlerini sadece krize bağlamak da önemli bir hata olur. Bizim ülkemizde de olduğu gibi birçok ülkede de bu sorun yapısaldır. Yaşanan kriz neticesinde, faizlerin düştüğü ve yatırıma çeşitli yardımların yapıldığı bir dönem yaşadık. Bu şartların bir müddet daha süreceği de çok muhtemeldir. İşgücünün toplam maliyetini düşürecek önlemler alınmadığı takdirde, büyümenin artmasıyla işsizlik çok azalmayacak sermaye derinliği artacaktır.
Bu yeni dönem iş modellerinin ve iş yapış şekillerinin de yeniden sorgulandığı bir dönem olacaktır. Enerji ve sürdürülebilir çevre alanları ise yükselen sektörler olarak öne çıkacaktır.
Enerjide belirsizlik
Dünyanın önündeki önemli bir sorun da büyümenin tekrar başlaması ile enerji fiyatlarında görülen yükselmenin devam etmesi olacaktır. Yükselmenin hangi boyutta ve ne kadar süreceği konusundaki belirsizlik ise endişe vericidir.
Bilindiği gibi Aralık ayının başında Kopenhag’da iklim değişikliği konusu görüşüldü. Sevindirici olan şudur ki, ilk kez 120’ye yakın ülkenin liderleri bir konuyu görüşmek için biraraya geldi. Her ne kadar katılım seviyesi memnuniyet verici ise de ne yazık ki Kopenhag’da gerçekleştirilen global “iklim değişikliği zirvesi”nin, müzakerelerin içeriği, ilerleyişi ve sonuçları açısından hedeflerine tam olarak ulaşabildiğini ve beklentileri karşıladığını söylemek zor.
2009 Türkiye'si
Türkiye’de krizin büyük bölümünü maalesef reel sektör yaşamıştır. 2008 yılı sonu ve 2009 yılının büyük bölümü sıkıntılı geçmiştir. 2009 yılı sonu itibarıyla Türkiye ekonomisinin yüzde 6 civarında bir küçülme yaşayacağı görülmektedir. Bu öngörülenden çok daha önemli ve derin bir düşüştü. Ancak, bu yılın başında verdiğim mesajda belirttiğim gibi, yıl sonuna doğru reel sektörde de bir toparlanma başlamış, sanayi üretimi geçtiğimiz Ekim ayında, 2008 Ekim’ine kıyasla yüzde 6.5 büyümüştür.
Kuvvetli sermaye yapısı ve sağlıklı bir finans kesimi olan ülkemizin en zor dönemi geride bıraktığını söyleyebiliriz. Ancak 2010 yılı, yüzde 3.5 civarında öngörülen büyümeye rağmen, çok da kolay bir yıl olmayacaktır. Krizin gerektirdiği önlemler devletin bütçesinde önemli açıklar meydana getirmiş kazanılan makro dengeleri bozmuştur. Bunların zaman içinde tekrar tesis edilmesi gerekecektir. Yukarıda dünya çapında bahsettiğim ince “krizden çıkış” dengeleri Türkiye için de çok önemlidir.
Hükümet tarafından geçtiğimiz aylarda açıklanan orta vadeli programın, belirsizliğin azaltılması açısından faydalarının süreç içinde görüleceğine inanıyorum. Programda yer alan, ekonominin sorunlarının tespiti ve getirilen çözüm önerileri yerindedir. Program, belirlenmiş ve ulaşılabilir hedefleri içerse de alt detayları ve uygulamaları, en az ortaya konan irade kadar önemli olacaktır.
Türkiye ve AB
Ülke ekonomisi için önemli güven çıpalarından biri olan AB ile ilişkilerin, yine içe dönük siyasi kaygıların ağırlık kazanması nedeniyle, gündemin üst sıralarında olması gereken yerini kaybettiğini görüyoruz. Bu alandaki çalışmalara 2010 yılında hız verilmelidir. AB’ye katılım süreci çerçevesinde Çevre Faslı’nın müzakereye açılmış olması sevindiricidir. AB çevre mevzuatının, iklim değişikliği sürecinde entegre bir yaklaşımla değerlendirilmesi, özel sektörün öncelikli sorumluluğudur. Bu görüşlerin yerinde ve zamanında değerlendirilerek özel sektörün sürece aktif katılımını sağlamak da Türk rekabet gücünün korunması açısından devletin önceliği olmalıdır.
2010 Türkiye’si
Mesajımın başında belirttiğim gibi sosyal ve ekonomik kalkınmanın kilit kelimesi istikrardır. Gerek ekonomik gerekse de sosyal olarak yaşanan dalgalanmaların, toplumun her kesimini etkilediği aşikardır.
Ekonomik açıdan baktığımızda, alınacak tedbirler mutlaka işgücü maaliyetini aşağı çekecek ve verimlilik artışını özendirecek yapısal önlemleri içermelidir. 2010 yılında bu ve bunun gibi önemli yapısal reformlara odaklanmalıyız.
Ülkemizin Kyoto Protokolü’ne taraf olmasından sonra, önümüzdeki dönem muhtemelen iş yapma biçimlerimizi de etkileyecek bazı düzenlemelerle karşılaşacağız. Öte yandan, Türkiye’nin Kyoto’da kendisini konumlandırdığı durumun değişmesi gerekiyor. Türkiye treni kaçırmadı, Kyoto Protokolü’nü imzaladı, trene atladı. Ancak, yanlış ve bilet parasını ödeyemeyeceği bir vagona bindi. Mutlaka konumunu değiştirmeli ve bütçesine uygun bir vagona geçmenin yollarını bulmalıdır. Bunun için 2010 yılı kritik bir yıl olacaktır.
Şunu da memnuniyetle söylemeliyim ki; bu yeni duruma Türkiye’de en hazır kurum Sabancı Topluluğu’dur. Çevre konusunda geldiğimiz nokta hem devlet bürokrasisine hem de özel sektör kuruluşlarına örnek olacak konumdadır.