AKP'li Abdurrahim Boynukalın, organize suç örgütü elebaşı hükümlüsü Sedat Peker’in “2015 yılında Hürriyet gazetesine düzenlenen baskını bir AKP milletvekilinin ricasıyla yaptırdığı” açıklaması üzerine “Umarım isim verir” dedi ve saldırıyla ilgisi olmadığını savundu.
Boynukalın o gün sadece açıklama yapmak için orada olduğunu söylese de Hürriyet gazetesi 16 Eylül 2015 tarihinde internet sitesinde “Mafyaya özenen AK Partili vekilin şok kaydı: “Hatamız bunlara zamanında dayak atmamak oldu” haberi yayımlamıştı. Bu haberde Boynukalın’ın saldırıdan sonra çekilen ve Youtube’a sızan bir videoda “Bunlar dayak yememişler hiç. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak oldu!” dediği belirtilmişti.
Saldırının meydana geldiği günlerde Hürriyet’in Okur Temsilcisi olan Faruk Bildirici, bir süre önce yayımlanan “Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası” kitabında bu saldırının öyküsüne de yer vermişti. Bildirici’nin kitabında saldırıyla ilgili gelişmelerin anlatıldığı ve Boynukalın’ın Youtube’a sızan videosuyla ilgili habere de yer verilen bölüm özetle şöyle:
Hürriyet’e Taşlı Sopalı İki Saldırı
Kamyonet ve otomobillere doluşmuş AKP Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın’ın başlarında olduğu bir güruh, 6 Eylül 2015’te Hürriyet binasına taşlı sopalı saldırı düzenledi. Gerekçeleri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir TV programındaki sözlerinin Hürriyet İnternet’te “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Dağlıca açıklaması: ‘400 milletvekili alınsaydı bunlar olmazdı” başlığıyla verilmesiydi.
Kamyon ve araçlarla, binanın önüne gelen yaklaşık 200 kişilik eylemci grup, sloganlar atıp binanın girişindeki güvenlik kulübesine saldırarak Hürriyet bayrağını yaktı. Polis müdahale etmeden seyrediyordu bütün bunlar olup biterken. Derken bahçe kapısını aşan 20 saldırgan, taş ve sopalarla binaya yöneldi.
Camları kıran saldırganların binaya girmesini gazetenin güvenlik görevlileri son anda kapıları kapatarak engelleyebildi. Polisler bir süre sonra araya girip saldırganları yeniden binanın önüne çıkardı.
Bu sırada saldırganların yanına gelen AKP Gençlik Kolları Başkanı ve İstanbul Milletvekili Abdurrahim Boynukalın, bir araç üzerine çıkarak, sloganlar atan saldırgan kalabalığa seslendi. Hürriyet’e tehditler yağdırdı konuşmasında. “Sizler bugün buraya gelerek, sadece AK Parti Gençlik Kolları’nın bireyleri değil, AK Parti İstanbul’un bireyleri değil, bütün mazlum insanların tamamının kardeşi olduğunuzu söylüyorsunuz” diyerek saldırıyı düzenleyenlerin kimliğini de açık etti. Gizlenmek gibi bir kaygıları da yoktu zaten.
Sonra da geldikleri gibi ellerini kollarını sallaya sallaya ayrıldılar. Militanlarının gazete binasına böylesine bir saldırıda bulunması, iktidar partisinin demokrasiden ne kadar uzaklaştığını, medya özgürlüğünü baskı altına almak için şiddet kullanmaktan çekinmediğini göstermişti. Artık Hürriyet’in karşısında gözü dönmüş bir iktidar vardı.
İlk saldırının yankıları sürerken iki gün sonra yeni bir saldırı oldu Hürriyet’e. Akşam saatlerinde gazetenin önünde toplanan yaklaşık 200 kişilik bir grup, tekbir getirerek binaya yürüdü. Bu sırada dört el de silah sesi duyuldu.
Kalabalık, binanın önünde toplandıktan 20 dakika kadar sonra az sayıda çevik kuvvet polisi gelmişti. Saldırganlar, sert karşılık vermeyen polis engelini rahatlıkla aşıp bahçeye girdiler. Girişteki bariyeri, kameraları, binanın döner kapısı ile camlarını taş ve sopalarla kırdılar.
Grubun binaya girmesinden endişe eden Sedat Ergin, koşarak yan taraftaki televizyon binasına gitti, CNN TÜRK’teki canlı yayına çıktı. Telaş içindeydi. “İtiraf edeyim kaçmak zorunda kaldık. 40 yıllık gazeteciyim, ilk kez can güvenliğimin olmadığını hissettim ve ilk kez korkup kaçtım” dedi. İki gün önce yapılan ilk saldırıyı anımsattı: “Bize yapılan saldırı kınansaydı bugün bu saldırganlar tekrar gelip basma cesaretini bulamazlardı. Polis bariyeri yetersiz kaldı. Burası Hürriyet gazetesinin merkezi. Pazar günü saldırıya uğramış. Hükümet, İçişleri Bakanı son derece kusurludur.”
Bu yayınla birlikte bütün Türkiye, Hürriyet’e yönelik ikinci saldırıyı öğrenmiş oldu. Polis de hareketlendi ve saldırganların binaya girmesini gazetenin güvenlik görevlileri ile birlikte engellediler. Sonra da polis, saldırganları binadan uzaklaştırdı.
Beklendiği gibi polis, 8 Eylül 2015’teki bu saldırıda da hiç kimseyi gözaltına almadı. Hatta ilk grubun gazete önünden ayrılmasının ardından bir saat kadar sonra yeni bir grup Hürriyet’in önüne geldi. 50-60 kişilik partili grup, polisin müdahalesiyle karşılaşmadan, bir süre slogan attıktan sonra ayrıldı.
Abdurrahim Boynukalın, bu saldırılardan sonra çekildiği anlaşılan ve Youtube’a sızan bir video görüntüsünde Ahmet Hakan ve Sedat Ergin’i korkaklıkla suçluyor, “Bunlar dayak yememişler hiç. Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak oldu” diyecek kadar pervasızdı.
Nitekim saldırı yargıya yansıdığında, “Haber alınca sakinleştirmek için oraya gittim” savunması yapıp sıyrılacaktı. Boynukalın ile birlikte 30 şüpheli hakkında takipsizlik kararı verilecek, sadece 26 kişi hakkında göstermelik bir dava açılacaktı. Üç yıl süren yargılama sonucunda yalnız bir sanık “mala zarar vermek”ten 120 gün adli para cezası karşılığı olarak 2 bin TL para cezasına ve “geceleyin işyeri dokunulmazlığını ihlal”den 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılacak, o ceza da ertelenecekti. 2
Kısacası, siyasi iktidar temsilcilerinin de karıştığı bu saldırılar cezasız kalacak, hatta saldırganların elebaşıları zamanla yine iktidar tarafından ödüllendirilecekti.
Okur Temsilcimiz İnceledi
İşler böyle kriz düzeyine çıkınca, bu haberi ve başlıkları incelememi istedi Sedat Ergin. Ben de inceledim, arkadaşlarla da konuşarak, değerlendirmelerimi hemen yazdım. 9 Eylül 2015’te yayımlanan yazım şöyle başlıyordu: “Hiçbir haber, hiçbir başlık, ‘Madımak gibi yakacağız’ nidaları eşliğinde bir gazeteye saldırıp, kırıp dökmenin gerekçesi olamaz. Ama maalesef Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözleriyle ilgili olarak internette atılan bir başlık ve bir tweet gerekçe gösterilerek Hürriyet’e saldırıldı. Hem de iktidar partisinden bir milletvekilinin içinde bulunduğu AKP yanlısı bir grup tarafından…”
Her şeye rağmen “durum muhasebesi” yapmak gerektiğini vurguladıktan sonra da başlıkla ilgili vardığım sonucu aktarıyordum.
Erdoğan, gerçekten de “400 milletvekili alınsaydı bunlar olmazdı” cümlesiyle Hürriyet’teki başlıkta olduğu gibi Dağlıca’da 16 askerin şehit olduğu saldırıyı kastetmemişti. Aslında bu sözleri daha geniş anlamda kullanmış, “7 Haziran seçimlerinde 400 milletvekili alınsaydı bu kaos ve terör ortamının olmayacağı”nı ifade etmişti. Ama internette iki ayrı soruya verilen yanıt birleştirilince bu sözleri Dağlıca saldırısıyla ilintili gibi sunulmuş, başlık hatalı olmuştu.
Elbette bu kasıtlı bir hata değildi. Sadece 10 dakika yayında kalan o başlık, internet gazeteciliğinin hızlı hareket etme çabasından kaynaklanmıştı.
Benim yazımın yayımlanmasının ardından Hürriyet adına da bir açıklama yapıldı. Açıklamada “Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici de tartışma yaratan bu haberi her zamanki titizliğiyle inceledi” deniliyor, başlığın hatalı olduğu kabul ediliyordu: “Kuşkusuz kasıt taşımasa da böyle bir hatanın yapılmış olmasını üzüntüyle karşılıyoruz. Ancak bunu kayda geçirirken, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Pazar akşamı bu hadise nedeniyle Doğan Grubu hakkında kullandığı bazı ağır ifadeleri kabul edilemez bulduğumuzu da belirtmeliyiz.
Pazar akşamı bu haber bahane edilerek gazetemizin İstanbul’daki merkezine taşlı sopalı bir saldırı düzenlenmesi ve bu olayda başrolde iktidar partisinden bir milletvekilinin yer alması meselenin bir diğer düşündürücü boyutudur.
Hiçbir medeni demokratik ülkede şiddet içeren protesto gösterilerine yer yoktur.
Sayın Cumhurbaşkanı –sıkça vurguladığı üzere– ‘Herkesin Cumhurbaşkanı’ olduğuna göre, kendisinden şiddet içeren bu eylem karşısında net bir tavır almasını bekliyoruz. Bu beklentimiz benzer şekilde iktidar partisinin genel başkanı ve Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu açısından da geçerlidir.”
Hürriyet’in maruz kaldığı taşlı sopalı saldırılar ve tehditler, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Doğan Grubu ile ilgili sert sözlerinden sonra gerçekleşmişti. Saldırganların başında AKP’li bir milletvekili vardı ve saldırganların partili olduğu belliydi. Saldırı doğrudan iktidar partisinden gelmişti.
Hürriyet açıklamasında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin “kabul edilemez olduğu” vurgulanıyor, sonra da Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’ndan eyleme karşı net bir tavır almaları isteniyordu. Tabii ki ne Erdoğan’dan ne de Davutoğlu’ndan saldırıları kınayan bir açıklama geldi.
Vuslat Doğan’ın Açıklaması
Hürriyet’in ikinci kez saldırıya uğraması, Aydın Doğan’ı çok kızdırmıştı. Onun talimatıyla Vuslat Doğan Sabancı, kardeşleri Arzuhan Doğan Yalçındağ, Hanzade Doğan Boyner ve Begümhan Doğan Faralyalı ile birlikte Hürriyet binasının önünde açıklama yaptı. Sedat Ergin ile Hürriyet yönetici, yazar, muhabir ve çalışanları da arkasında sıralanıp destek verdiler.
Vuslat Doğan Sabancı, 10 Eylül 2015 tarihindeki bu açıklama sırasında iktidarı açıkça suçlamadı ama “ikinci saldırının göz göre geldiğini” de vurguladı: “Doğan Grubu olarak... Son sekiz senedir büyük bir mücadele veriyoruz. Önce, emsali hiç görülmemiş bir vergi cezası kumpası ile karşılaştık. Yargı önünde kazanmış olduğumuz davalar tekrar tekrar açılmak için zorlanıyor. Bizi mahkûm ettirmek için özel bir çaba gösteriliyor.
Ben bugün, tüm baskılara, hedef göstermelere ve şiddete rağmen her sabah iyi gazetecilik yapmak için uyanan arkadaşlarımla karşınızdayım. Korkmuyoruz çünkü korkarak gazetecilik yapılmaz. Gazetecilik yapmazsak sizlerden 67 yıllık Hürriyet’inizi almış oluruz.
Şiddetin tuzla buz yaptığı işte bu kapının önündeyiz. Birlikteliğimize, kardeşliğimize kasteden, huzurumuzun ve hürriyetlerimizin kapısını paramparça eden şiddeti sonuna kadar kınıyoruz.”
Vuslat Doğan’ın konuşmasını “İlkelerimizden ödün vermeden doğru ve objektif biçimde gazetecilik yapmaya devam edeceğimizi de bir kez daha kararlılıkla belirtiyorum” demesi, üstü örtük bir meydan okumaydı. Aynı zamanda okura da gazetecilik çizgisini koruma sözü veriyordu.
Erdoğan’dan Aydın Doğan’a Salvolar
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerilimi düşürmeye hiç niyeti yoktu. 22 Eylül 2015’te, Kanal 7 televizyonundaki programda yine doğrudan Aydın Doğan’ı hedef aldı, ağır dille suçladı: “Yıllar önce İstanbul Conrad Otelinde görüştük. Bana Turgut Özal, Süleyman Demirel ile Tansu Çiller’i kastederek, ‘Öyle dönemler oldu ki, biz hükümet getirdik, hükümet götürdük’ dedi. Ben de ‘Kusura bakma. Ben doğma büyüme Kasımpaşalıyım. Hak bildiğimiz şeyden taviz vermeyiz’ cevabı verdim.”
Aydın Doğan, Erdoğan’a açık bir mektupla yanıt verdi. 26 Eylül 2015 günlü Hürriyet’in birinci sayfasında yayımlandı mektup. “Ben kimseye öyle bir şey demedim” başlığını taşıyordu: “..Sayın Cumhurbaşkanı, Eğer doğup büyüdüğümüz yerler hepimizin söyledikleri için bir referans ise ben de doğma büyüme Kelkitliyim. Ben de doğup büyüdüğüm Anadolu yaylasının yiğit delikanlılarının yetiştiği Kelkit’ten geliyorum.
Hayatım boyunca seçilmiş hiçbir lidere, hiçbir devlet insanına böyle veya bu manaya gelecek bir şey söylemedim. Asla söylemem.
…Bu mektubu size sadece mağdur bir vatandaş olarak yazıyorum. Çünkü son zamanlarda sizi destekleyen medya kuruluşlarının da insafsızca ve vicdansızca yürüttükleri bir saldırı karşısındayım. Bunlarla mücadelemi hukuki sınırlar içinde sonuna kadar, yılmadan yürütüyorum ve yürütmeye devam edeceğim.
Ama siz Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanısınız. Sizden gelecek bir suçlama karşısında kendimi size ifade etmenin ve hissiyatımı anlatmanın bir vatandaşlık hakkı olduğuna inanıyorum.”
Bekleneceği gibi, Erdoğan bu sözleri de karşılıksız bırakmadı. Birkaç gün sonra Ankara’daki Muhtarlar Toplantısı’nda “Senin o gönderdiğin mektupların kıymeti harbiyesi yok” dedi. Sözlerini de “Kimin nerede, niçin çalıştığı bellidir. Vatanı için çalışanlar da bellidir. Kendi saltanatı için çalışanlar bellidir” diye noktaladı.
Aydın Doğan da 1 Ekim 2015’te ikinci bir mektupla yanıtladı bu sözleri. “Ben siyasetçi değilim. Dolayısıyla kimsenin siyasi rakibi veya hasmı da olamam. Ülkemin Cumhurbaşkanı ile polemik yapmak ne görevimdir, ne de böyle bir şeye tevessül ederim. Verdiğim cevap, onurumu korumak amacıyla yaptığım bir nefsi müdafaadır.”
Aydın Doğan, “Öyle dönemler oldu ki, biz hükümet getirdik, hükümet götürdük” sözlerini söylemediğini tekrarladığı mektubun sonunda okurlara sesleniyor, “bağımsız yayıncılık” sözü veriyordu: “Siyasiler gibi dokunulmazlık zırhım da yok. Bugüne kadar atılan iftiralara karşı sadece hukuki yollardan mücadele ettim. Hepsinden alnımın akıyla çıktım, vicdanım rahat.
Yaptığım iş yayıncılık ve bunu da uluslararası standartlarda yapmaya azami gayret sarf ediyorum. Okuyucularımıza verdiğim bağımsız yayıncılık taahhüdüme sonuna kadar bağlı kalacağımı bir kere daha ifade etmek isterim.
Son günlerde şahsıma ve grubuma karşı yapılan saldırıların takdirini de okurlarımıza ve kamuoyuna bırakıyorum.”
Aydın Doğan’ın ikinci mektubunun okurlara seslendiği bu finali, iktidar ve yandaşlarının ağır saldırısı karşısında ilkeli, eleştirel ve evrensel standartlarda gazeteciliğe sığınmanın çare olarak görülmesiydi.
Saldırıların böyle bir sonuç doğurması bir an beni umutlandırsa da gelişmeler o yönde olmadı.
Ahmet Hakan’a Saldırı
Erdoğan’ın salvoları devam edince yeni fiili saldırıların gelmesi kaçınılmazdı. Nitekim saldırılar Ahmet Hakan’ı 30 Eylül 2015 akşamı CNN TÜRK’teki programdan çıktıktan sonra evinin önünde sıkıştırıp dövmeye kadar uzanacaktı. Ahmet Hakan’ın burnu ve kaburgaları dört saldırganın yumruk ve tekmeleriyle kırılmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ahmet Hakan’a yönelik saldırıyı kınamadı bile. Olaydan tam dört gün sonra konuştu. O zaman da sadece saldırıyı tasvip etmediğini söylemekle yetindi. Yine bir yandan da Ahmet Hakan ve Doğan Grubu’na dolaylı suçlamalar yöneltti.
Yakalanan dört saldırgan kimden talimat aldıklarını açıklamadılar, Ahmet Hakan’ın televizyondaki konuşmalarına kızdıklarını söylediler. Elbette bu kadar basit bir olay değildi, birileri talimat vermişti bu güruha. Nitekim bu açıklamaları inandırıcı bulmayan Aydın Doğan, Ahmet Hakan’ı evinde ziyaret ettikten sonra “Kim yönlendirdi? Bunu yönlendirenin ortaya çıkmasını ben arzu ediyorum. Tek istediğim budur” diye konuştu.
Bu sorunun yanıtı hiç öğrenilemese de saldırının iktidar kanadından gelen son açıklamalar doğrultusunda yapıldığı belliydi. Okur Temsilcisi köşesinde bu saldırıdan açıkça siyasi iktidarın sorumlu olduğunu, iktidar çevrelerinden gelen “kınama” açıklamalarının da görüntüyü kurtarmaya yetmediğini yazdım. Bir bölümde de aslında bizzat Erdoğan’ın hedef gösterdiğini vurguladım:
“Hürriyet ve Doğan Grubu’na yönelik iktidar odaklı baskılar, zorlamalar, suçlamalar da yeni başlamadı. Bu grup, yıllardır iktidarın nişan tahtası konumunda. Tayyip Erdoğan’ın sadece meydanlarda, kürsülerde yönelttiği suçlamaları, damgalamaları, hakaretamiz ifadeleri toplasak kalın bir kitap olur. Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da bu tutumundan vazgeçmedi. Son günlerde Hürriyet ve Doğan Grubu’na yönelik ağır suçlamaların kaynağı da bizzat Erdoğan’ın konuşmaları.”
5 Ekim 2015 tarihli bu yazım, “Yarın öbür gün yeni saldırılar da olabilir, maalesef böyle bir tehlike mevcut” diye noktalanıyordu. Bereket o günden sonra benzer fiili saldırılar yaşanmadı.