T24- İspanya, Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı dönemine damgasını vuran küresel krizle mücadelede Avrupa’da başı çekemedi. Uzmanlara göre Madrid, finans piyasalarında esen fırtına karşısında daha ziyade çaresiz kaldı.
İspanya, dönem başkanlığını devralmadan bir ay önce Lizbon Antlaşması yürürlüğe girmişti. Bu nedenle Madrid'in öncelikle AB'nin yeni kurumlarına, yeni isimler bulmak için çaba göstermesi gerekiyordu. AB Konseyi Başkanı Belçika'nın eski başbakanı Hermann van Rompuy, AB'nin Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi de Catherine Ashton oldu.
İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos, ülkesinin Ortadoğu konusunda da somut sonuçlara ulaşmak istediğini söylemişti. Ancak bu hedef, şimdi olduğu gibi o dönemde de gerçekçi değildi. İspanya Dışişleri Bakanı Moratinos:
“Benim düşüncem, rüyam ve girişimlerim, İsrail ile barış ve güvenlik içerisinde yaşayacak, bağımsız bir Filistin devletinin nihai olarak 2010 yılında kurulması yönündeydi. Niye daha fazla beklenmeliydi ki?”
Başarı yok, kriz var
İspanya’nın dönem başkanlığı sırasında ne Ortadoğu’da ne de diğer kriz bölgelerinde başarı kaydedilebildi. Hatta bazı diplomatik krizler bile yaşandı. Örneğin Amerikan Başkanı Barack Obama, Madrid’te AB ile önceden planlanmış bir zirve buluşmasını erteletmiş, onun yerine kendi önerdiği zirvenin yapılmasına önayak oldu.
Kimilerine göre Washington, Lizbon Antlaşması’nın ardından AB içerisinde muhatabın kim olduğu konusunda çaresizlik içine düşmüştü. AB'nin Daimi Konsey Başkanı Van Rompuy mu, yoksa İspanya Başbakanı Jose Luis Zapatero mu muhatap alınmalıydı?
Ve İspanya Başbakanı Zapatero, Obama’nın düzenlediği zirvede pek varlık gösteremedi. Bu nedenle Zapatero bu kez Madrid’de epeyce harcama yapılarak hazırlanan bir zirvede Latin Amerika ülkelerini bir araya getirdi. Zapetero bu zirveye ilişkin şöyle konuşuyordu:
“İspanya ve Avrupa için, ama özellikle de İspanya için Latin Amerika ülkeleri ile yeni bir ortak ekonomik ve ticaret bölgesi oluşturmak çok önemli.”
Ancak siyasi gözlemcilere göre Madrid Zirvesi, AB’nin diğer ülkelerini pek de ilgilendirmedi. Zaten ilkbahar aylarından bu yana üzerinde konuşulan tek bir konu vardı: Daha sonra genel bir Euro bunalımına dönüşecek olan Yunanistan’ın borç krizi. İspanyollar bu konuda da pek varlık gösteremedi.
AB’nin büyükleri devrede
Yunanistan krizinde rol alan aktörler, daha ziyade AB'nin büyükleri Almanya ile Fransa, ayrıca AB Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası oldu. İspanya’nın geri planda durmasının bir başka nedeni de vardı. Yunanistan’ı kurtarma operasyonun hemen ardından bu defa İspanya, spekülatörlerin ilgi odağı haline geldi. Avrupa Parlamentosu’nda Nisan ayı sonunda bir konuşma yapan Lüksemburg’lu Hrıstiyan Demokrat Frank Engel uyarıda bulunuyordu:
“Şu anda Yunanistan’da olan bitenler, yarın Portekiz’de, öbür gün de İspanya’da yaşanabilir. Ve eğer İspanya’da böyle bir şey olursa, o zaman Avrupa’nın İspanya’yı kurtaracak imkanı olmadığı için tüm Avrupa bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalır.”
İspanya’da böyle bir krizin yaşanmadı, AB’nin de kurtarma paketi hazırlamasına gerek kalmadı.
Ancak euro krizi nedeniyle AB dönem başkanlığında sıkıntılı günler geçiren İspanya, pasif kalmakla eleştirildi. Bunda Lizbon Antlaşması’nın AB Dönem Başkanlığı'nın yetkilerini azaltmasının da etkisi olduğu tahmin ediliyor. Bunun da İspanya’dan dönem başkanlığını devralacak olan ve hükümet krizi yaşayan Belçika için avantaj oluşturacağı, zira Lizbon Antlaşması’nın, Brüksel’in bu zor dönemde rahat nefes almasını sağlayacağı belirtiliyor.