Gündem

İsmet İnönü'nün torunu Gülsün Bilgehan: Dersim bizim evde acıyla anılırdı

İsmet İnönü'nün torunu CHP Milletvekili Gülsün Bilgehan "Bizim evde Dersim’de yaşananlar

02 Aralık 2011 02:00
T24 - İsmet İnönü'nün torunu CHP Milletvekili Gülsün Bilgehan Toker, "Bizim evde Dersim’de yaşananlar acı olaylar olarak hatırlanırdı. Dedem dahil kimse o dönemi mutlulukla anmaz, olanlardan sevinç duymazdı” dedi.



Oral Çalışlar Radikal gazetesindeki köşesinde (2 Aralık 2011) CHP'li Bilgehan'la sohbetini yazdı. İşte o yazı: 


İnönü'nün torunu, 'Dersim'de yaşananlar bizim evde acı olaylar olarak hatırlanırdı' diyor.

Gülsüm Bilgehan Toker CHP milletvekili. İsmet İnönü’nün torunu. Dedesinin yaşadığı yılları hatırlayabilecek yaşta. Telefonla konuştuk. Tartışmalara ilk tepkisi, “Bizim evde Dersim’de yaşananlar acı olaylar olarak hatırlanırdı. Dedem dahil kimse o dönemi mutlulukla anmaz, olanlardan sevinç duymazdı” şeklinde oldu...

‘Ortaçağ döneminde yaşayan Tuncelililerin operasyonlarla en eğitimli ve demokrasiye inanan insanlar haline geldiğini’ ifade eden açıklamalarından çok üzgündü. Söylediklerinin maksadını aştığı düşüncesindeydi. ‘Silahla ve bastırmayla uygarlık götürme’ düşüncesini kendi dünya görüşüne aykırı gören biri olmasına rağmen böyle kelimeler seçmiş olmaktan dolayı epey sıkıntılı görünüyordu.

“Meclis Genel Kurulu’nda Tunceli’de neler olduğunun araştırılması için verilen önergeyi CHP milletvekili olarak destekledim. Ama hükümet buna destek vermedi. Peki buna ne demeli?..” şeklinde bir ifade kullandı.


İnönü’nün hatıraları

Gülsün Bilgehan, İsmet İnönü’nün 1969’da Dersim ve Güneydoğu’da olanlarla ilgili Bilgi Yayınevi’nden çıkan ve Sabahattin Selek tarafından hazırlanmış olan ‘İsmet İnönü: Hatıralar’ kitabından bazı bölümleri okumam ve değerlendirmem için gönderdi.

İsmet İnönü’nün ‘Hatıralar’ kitabının 529. sayfasında Dersim’deki durum şöyle değerlendiriliyor: “Ben 1937’de başbakanlıktan ayrılıncaya kadar, Dersim tabii hayat şartlarına kavuşturulmuştur. Ben ayrıldıktan sonra, fazla önemli ve devamlı sayılmamakla beraber, orada bazı hadiseler ve vakalar olmuştur. Ama aslında Dersim meselesi 1937’ye başbakanlıktan ayrıldığım tarihe kadar, halkın iktisadi ve sosyal ihtiyaçlarını öne alan bir idare tarzı kurulmak suretiyle, iyi bir neticeye bağlanmıştır. Biz Dersim’i o halde bıraktık.”

İsmet İnönü’nün 1969’da bile “Biz o halde bıraktık”tan öteye gitmek istemediğini görebiliyoruz. “Benim zamanımda durum normaldi, sonradan olanlara ise bir şey diyemem” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım sergilemiş. O tarihte İnönü 85 yaşındaydı ve CHP’nin başındaydı. Devletin kırmızı çizgilerini aşmadan konuşmaya özen göstermiş olduğu bir gerçek. ‘Kemalist elit’in önemli isimlerinden birisi olarak sorumluluk ve kaygılar taşıyarak hareket ettiği anlaşılıyor.


İnönü ak kaşık değildi

İnönü’nün, Atatürk’ün ve Celal Bayar’ın Dersim’deki durumunu değerlendirmeye yönelik ve dönemin belgelerine ve anılara dayanan bir perspektifle bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Dönemin liderlerini tepeden tırnağa aklamak veya suçlamak gibi bir niyetim yok. Amacım; bir ulus devlet inşa ederken kendi halkına zulmeden, farklı kimlikleri zorla asimile, imha ve inkâra başvuran anlayışı ortaya çıkarabilmek.

İnönü’nün 1938’deki büyük Dersim kırımı öncesi tasfiye edilmesinin onun bu konuda isteksiz olmasına dayandığı iddiasının ciddi olduğu açık. Atatürk ve çevresi ‘bu iş’ için Celal Bayar’ı uygun görmüşler.

Tabii bu ‘tespit’, İsmet İnönü’nün birçok büyük kırım ve baskı döneminin en önemli sorumlularından birisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kaderin garip bir cilvesi olarak, 1925 yılında, dönemin başbakanı Fethi Okyar, Şeyd Said isyanının sert bir şekilde bastırılmasına ve Takrir-i Sükûn Kanunu’na karşı çıktığı için Mustafa Kemal tarafından görevden alınmış ve ‘bu iş’i daha radikal bir şekilde yapacağına inandığı İsmet İnönü’yü başbakan yapmıştı. 12 yıl sonra aynı gerekçelerle İnönü’nün tasfiye edilmesi, devlete egemen olan zihniyetin kişilerin ötesinde olduğunu kanıtlayan bir durum.

Dersim tartışması, yakın tarihimizin ve Cumhuriyet tarihinin yeni baştan değerlendirilmesi, üstü örtülmüş gerçeklerin ortaya çıkarılması sürecinin yeni bir dönemecine işaret ediyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın özür dilemesinin bu dönemeçte oynadığı rolü, ilerleyen zamanlarda daha net bir şekilde analiz edebileceğiz. Dersim’le sınırlı kalması mümkün olmayan bir ‘tarihi yeniden okuma ve anlamlandırma’ döneminin bizi beklediğini artık hepimiz görebiliyoruz.

1915 Ermeni tehcirinden başlayacak yeni bir tarih okuması, ‘daha ileri bir Türkiye’ hedefinin yeterli değil ama zorunlu koşulu.