*Türey Köse
Akademisyen - yazar İsmail Beşikçi, Halkların Demokratik Partisi'nin "Seni başkan yaptırmayacağız' anlayışı yanlıştı" Halkların Demokratik Partisi'nin başkanlık sistemiyle ilgili siyasetini eleştirdi. Beşikçi "Kürtlerin, parlamentoyu ikna etmeleri zor olabilir. Ama, Başkan'la daha etkili bir pazarlık yürütülebilirdi" ifadelerini kullandı.
Beşikçi, HDP'nin "Türkiyelişme" olarak tanımlanan programını da yanlış bulduğunu vurguladı ve "Türkiyelileşme yanlış bir programdır. Kürtler en azından federasyonu savunmalıdır" diye konuştu.
PKK'yı, HDP'nin 7 Haziran'da TBMM'ye 80 milletvekili göndermesi ardından "geri planda kalmamakla" eleştiren Beşikçi, "HDP’nin, PKK’yı, Kandil’i ikna edememesi de şüphesiz bir zaaftır" yorumunu yaptı.
Röportajlarını yazılı olarak vermeyi tercih eden İsmail Beşikçi, maille gönderilen cevaplarda "Kürtlerin anti-demokratik bir kolisyonla karşı karşıya olduğunu" belirtti.
Çözüm süreci bitmiş görünüyor. Anayasa değişikliğiyle mevcut fezlekelerle ilgili dokunulmazlıklar kaldırıldı. Dokunulmazlıklarla ilgili süreç Kürt siyasi hareketini -ve elbette Türkiye’yi-nereye götürür?
İsmail Beşikçi: Kanımca, görüşmeler yine olacaktır. Devlet/hükümet kendi elini güçlendirmek, Kürtleri güçsüzleştirmek için, operasyonları daha da tımandırabilir. Devlet, hükümet, yeterli güce ulaştığını düşündüğü zaman, başka bir formatta, HDP’den, PKK’den farklı Kürt gruplarını da sürece katan bir formatta, görüşmeler gündeme gelebilir.
"Diyarbakır’da parlamento kurulabilir” açıklamaları yapılıyor. Siz de“Kürtler, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır” diyorsunuz. HDP, nasıl bir strateji izlemeli? Parlamentodan çekilir mi?
İsmail Beşikçi: HDP’nin, Diyarbakır’da, parlamento kuracağını, HDP’nin TBMM’den çekileceğini düşünmüyorum. 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 genel seçimlerini hatırlayalım. Bu parlamentoya girmek için Kürtlerin ne kadar yoğun, yaygın bir yarış içinde oldukları biliniyor. TBMM’ye girmek bir statü kabul ediliyor. Bu anlayışta olanların, TBMM’den çekilmeleri, Diyarbakır’da meclis kurmaları mümkün değildir. Türk kimlikli milletvekilerinin de bu durumu uygun göreceklerini sanmıyorum. Kürtler, elbette, TBMM’de değil, Kürdistan’da güç olmalıdır. Ama, bu da fizikteki birleşik kaplar kuralına göre tutum sergilemeyi gerektirir. Türkiyelileşmeyi değil, Kürdistanileşmeyi gerektirir.
Özyönetim ilanları, hendek ve şehir savaşları hakkında ne düşünüyorsunuz?
İsmail Beşikçi: 7 Haziran seçimlerinde, TBMM’ye HDP 80 milletvekili ile geldi. Kürdistan’da yüze yakın belediyeyi yönetiyordu. Radyoları, televizyonları, gazeteleri vardı. Bunun yanında, etkili sivil toplum örgütleri vardı. Bu koşullarda, gerilla artık geri planda kalmalıydı. Siyasal mücadele yürütmek daha önemli ve etkili olurdu. Sivil itaatsiziği geliştirmek etkili olabilirdi.
Örneğin, 80 milletvekilinin 80'inin de, parlamentoda yemin etmediğini düşünelim. “Ben/biz Kürdüz/Ermeniyiz/Süryaniyiz, Türk milliyetçiliği için neden kendimizi feda edelim” dense süreç nasıl gelirdi? Bu yönde bir tutum sergilense süreç nasıl gelişirdi?
Kürt-Kürdistan sorunu, artık uluslararası bir sorundur. Kürtlerin, Avrupa’nın demokratik kamuoyunun, bazı devletlerin desteğini alması önemlidir.
O dönemde, Varto, Silvan, Hizan gibi alanlarda, daha sonra, Sur, Nusaybin, Cizre, Yüksekova, Silopi, İdil gibi alanlarda, özyönetim ilanları yapılıyordu. Bu ilanlardan dolayı partinin eş başkanları gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlardı. Bunların emniyette, savcılıkta, mahkemede, daha sonra cezaevinde, Kürtçe konuştuklarını, duygularını düşüncelerini ısrarla Kürtçe diliyle açıklamaya çalıştıklarını düşünelim.
Yeminden veya, emniyetteki, savcılıktaki, mahkemedeki, cezaevindeki Kürtçe ısrarından dolayı, devletle, hükümetle bir gerginlik yaşandığını, geniş kitlererin de meydanlarda veya mahkeme önlerinde, milletvekilerinin tutumunu, veya eş başkanların tutumunu destekleyici yürüyüşler, mitingler vesaire yaptığını düşünelim. Süreç nasıl gelişirdi? Bence çok daha sağlıklı olurdu. Kaldı ki, özyönetimle iligili düşüncelerini kendi ana dilinle ifade edemiyorsan, o özyönetim zaten sağlıklı bir özyönetim değildir.
'HDP’nin, PKK’yı, Kandil’i ikna edememesi zaaftır'
HDP barajı geçip parlamentoya girerken şehir savaşlarının tırmandırılması “Türkiyelileşme” mesajlarını açığa mı düşürdü? PKK’nın HDP’ye büyük zarar verdiği yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsmail Beşikçi: TBMM’deki 80 milletvekili karşısında, PKK/Kandil artık geri planda kalmalıydı. PKK/Kandil bu bilinçte olmalıydı. HDP’nin, PKK’yı, Kandil’i ikna edememesi de şüphesiz bir zaaftır. Ama, PKK’nın, Kandil’in bunun bilincinde olması gerekirdi. Sonuçta bu tutum elbette HDP’ye büyük zarar vermiştir.
Türkiyelileşme yanlış bir programdır. Kürtlerin her koşul altında Kürdistani kalması, Kürdistanileşmeyi geliştirmeleri gerekir.
'Görüşmelerin Öcalan'la yapılması sakıncalıdır'
Sizinle birkaç yıl önce yaptığımız söyleşide “PKK lideri Abdullah Öcalan’ın AKP ile söyleminin örtüştüğü” eleştirisini dile getirmiştiniz. “Tutsak Öcalan’ın görüşmeleri yapmasının yanlış olduğunu, o dönemki adıyla BDP’nin aktör olması gerektiğini” vurgulamıştınız. Çözüm sürecinin tıkanmasında Kürt tarafındaki “çok başlılık”, “muhatap” karmaşası da bir etken mi? Bundan sonra tekrar masaya oturulabilir mi?
İsmail Beşikçi: Görüşmelerin Abdullah Öcalan’la yapılması sakıncalıdır. Görüşmeler, HDP ile yapılmalıdır. HDP, görüşmeler sürecinde, Kandil ile irtibatlı olur.
Cezaevlerinde, Mektup Okuma Komiyonu diye ifade edilen bir kurum vardır. Mektuplarınız bu komisyon tarafından okunduktan, incelendikten sonra gönderilir. Mektupta, devletin, hükümetin istemediği, devleti, hükümeti hedef alan bir ifade, eleştiri vesaire varsa, komisyon onu karalar. Bazen bir kelime, bazen iki-üç kelime, bazen bir satır bazen bir paragraf karalanabilir. Bazen ilgili kişi hakkında, ifadelerinden dolayı disiplin soruşturması da açılır.
Abdullah Öcalan’ın çok daha yoğun bir baskı ve kuşatma altında olduğu biliniyor. Bu koşullar altında, milletvekilleri tarafından Kandil’e ulaştırılan mektupların içeriğinde, devletin/hükümetin istediklerini dışında bir ifade olabilir mi?
Siz hep federasyonu savundunuz. Gerek Türkiye’nin Güneydoğu’sunda, gerekse bölgede yaşananlara baktığınızda nasıl bir öngörüde bulunursunuz?
İsmail Beşikçi: Elbette. Kürtler en azından federasyonu savunmalıdır. Kürtleri, Kürdistan’ı sadece Türkiye ile düşünemeyiz. Güney Kürdistan’da, referandum, bağımsızlık süreci gelişmektedir. Güneybatı Kürdistan’da, Kürdistan'da, Rojava’da federasyon anlayışı güç kazanmaktadır. Statü önemlidir. Statü en azından federasyon olmalıdır.
Kuzeybatı Kürdistan’da, Doğu Kürdistan’da, statüyü, federasyonu hedef alan bir süreç izlenmelidir. Şu önemlidir; Kürtler, Yakın Doğu’da, Orta Doğu’da en az 50 milyon nüfusa sahiptir. Ama Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı gibi uluslarararası örgütlerde bir statü sahibi değildir. Halbuki, dünyada, nüfusu bir milyonun altında olan pek çok devlet vardır. Nüfusları binlerle ifade edilen, 10 bin, 30 bin gibi devletler de vardır. Uluslararası anti-Kürt nizam bu yönden eleştirilmelidir.
'Peşmerge'nin IŞİD'le mücadelesi ABD'nin Kürtlere bakışını değiştirdi’
Kürtlerin IŞİD’e karşı savaşması Batı’nın, ABD’nin bakışını nasıl etkiledi? Bu gelişmeler bölgenin haritasının değişimini ne ölçüde etkiler?
İsmail Beşikçi: Kürtlerin, IŞİD’e karşı savaşması, Kürdistan sorununu yeni bir aşamaya getirdi. IŞİD, Haziran 2014'te Musul’u ele geçirdi. Daha doğrusu, Irak ordusu, IŞİD’e karşı, savaşmadan Musul’dan çekildi. Irak Ordusu, Musul’la birlikte Kerkük’ten de çekildi. Ordunun silahları, silah depoları vesaire IŞİD’in eline geçti.
Irak ordusunun ikinci büyük karargahı Musul’daydı. Irak ordusu, Kerkük’ten çekilince, Peşmerge kısa bir zaman içinde, Irak ordusundan boşalan Kerkük’ü denetim altına aldı. IŞİD Kürdistan’dan koparılan bazı alanları da işgal etmişti. Peşmerge IŞİD’le savaşarak o alanları da denetim altına aldı. Kanımca, Güney Kürdistan’ın yüzde 97-98’i denetim altına alınmıştır. Bu oran IŞİD’den önce yüzde 65 kadardı. Hewler, Dühok ve Süleymaniye illerini kapsıyordu. Şimdi, Kürdistan’dan koparılan alanlar fiili olarak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin denetimi altındadır.
2005 tarihli Irak Anayasası’nın 140. maddesi, Kerkük konusu ile ilgiliydi. Sayım yapılacak, sayım sonuçlarına göre, Kerkük, Kürdistan’a veya, Bağdat’a bağlanacaktı. Irak, Kürtlerin bölgede çoğunluğu oluşturduğunu bildiği için sayıma yanaşmadı. Kürtleri çok gösteren resmi bir bilgiye sahip olmamak için sayım yapmadı. Peşmerge, bunu fiili olarak savaşarak, IŞİD’i Kürt bölgelerinden çıkararak gerçekleştirdi. Artık, Peşmergenin savaşarak ele geçirdiği bu alanlardan çekilmesi mümkün değil. Çünkü buralar zaten Kürt topraklarıydı. Onun için Kürdistan’dan koparılan alanlar deniyordu.
Güney Kürdistan’da Peşmerge'nin, Kürdistan’a Rojava’da YPG’nin, IŞİD’le etkili bir şekilde, kararlı bir şekilde savaşması ve IŞİD’i işgal ettiği Kürt bölgelerinden çıkarması, Batı’nın, ABD’nin Kürtlere karşı, Kürdistan’a karşı bakışını değiştirdi. Çünkü, IŞİD’in, sadece Kürtler için değil, bütün dünya için tehdit olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. IŞİD’le en iyi, en etkili savaşanlar da Irak’ta Peşmerge ve Suriye’de YPG idi. Bu süreçte, referendum yapma, bağımsızlığın yolunu açma, daha yoğun bir şekilde gündeme geldi.
'Seni başkan yaptırmayacağız anlayışı yanlıştı’
Kürt siyasi hareketine bir dönem yöneltilen en büyük eleştiri, "al çözümü, ver başkanlığı" pazarlığı iddialarıydı. Gelinen noktayı Erdoğan’ın “başkanlık sistemi” hedefi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsmail Beşikçi: Kanımca, "Seni başkan yaptırmayacağız" anlayışı yanlıştı. Kürt-Kürdistan sorunlarında siyasal mücadeleyi yürütmek önemlidir. Kürtler siyasal mücadele yürüterek bazı kazanımlar elde edeceklerdir. Kürtlerin, parlamentoyu ikna etmeleri zor olabilir. Ama, Başkan’la daha etkili bir pazarlık yürütülebilirdi.
Bir sosyolog olarak 7 Haziran seçimleriyle 1 Kasım seçimleri arasındaki farkı nasıl okuyorsunuz? Türkiye’de giderek derinleşen kutuplaşma ve ayrışmayı nasıl görüyorsunuz? Barış hayali giderek uzaklaşıyor mu?
İsmail Beşikçi: 1960’ların sonlarında, Başbakan Süleyman Demirel birkaç defa, “benden Tunceli kanunları istemeyin”, “Benden, Mustafa Muğlalı yaptırımları istemeyin…” demişti.
Başbakan Süleyman Demirel, bu isteklerin, kimlerden geldiğini belirtmiyordu. Ama ordudan geldiği açıktı. Bu isteklerin içeriği açıktır. “Yakalım, yıkalım, ezelim… Her türlü operasyonu yapalım ama hiçbir soruşturma ile karşılaşmayalım…”
Neden böyle söyleniyor. Çünkü, Org. Mustafa Muğlalı, Özalp Van’da, 1943 yılında 33 masum Kürdü, Kürtlere gözdağı olsun diye kurşuna dizmiş, 1949-1950 yıllarında, Demokrat Parti döneminde soruşturmaya uğramış, tutuklanmış, cezaevine konulmuştu. Ama 1943 yılında, Org. Mustafa Muğlalı’nın her hukuksuz eylemine destek verenler, 1950’lerde, ona sahip çıkmamışlardı. “Yakalım, yıkalım, ezelim, her türlü operasyonu yapalım, ama hiçbir soruşturma ile karşılaşmayalım” diyenler, aynı sürecin tekrar yaşanmasından endişe ediyorlar.
'Tüm askeri darbelerin temelinde Kürt sorunu vardır'
1970’lerin sonlarında, Başbakan, yine Süleyman Demirel’dir. Başbakan Süleyman Demirel o dönemde de, “Benden Tunceli kanunları istemeyin”, “Benden Mustafa Muğlalı yaptırımları istemeyin” sözlerini söylemiştir.
Her iki dönemin sonunda da bir askeri darbenin yaşandığı biliniyor. 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980. Türkiye’de bütün askeri darbelerin temelinde, Kürt-Kürdistan sorunu vardır…27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997… Ama bu durumu Türkiye’de, üniversite, sosyal bilimler, basın açıklamamıştır, daha doğrusu açıklayamamıştır. Bir etnik, toplumsal kategoriyi inkar ederseniz, yok sayarsınız, bunlarla ilgili gelişmeleri de izlemekten uzak kalırsınız. İki örnek de bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Kanımca, 1960’ların sonlarında, 1970’lerin sonlarında, Başbakan Süleyman Demirel’in vermeye yanaşmadığı, vermek istemediği imtiyazları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vermiş. Bu bakımdan Sur, Cizre, Silopi, Nusaybin, Yüksekova, Silvan, İdil, Şırnak gibi Kürt şehirleri yakıldı, yıkıldı tarumar edildi. Devlet terörünün tırmandırıldığı açık bir gerçekliktir. Bu süreçte, PKK-KCK’nin, savaşı şehirlere taşıma anlayışı elbette dikkatlerden uzak tutulamaz.
'Türkiye bugün anti-demokratik bir koalisyonla karşı karşıyadır'
Bugün, Türkiye, anti-demokratik bir koalisyonla karşı karşıyadır. AKP artı İslamcılar artı ordu artı Ergenekon artı ulusalcılar… Anti-demokratik bir kolisyon.
Şu da gelişmeleri belirleyen bir unsur olabilir. Normal bir demokratik rejim söz konusu olsa, basın özgürlüğünün, bağımsız yargının, hukukun üstünlüğünün, kuvvetler ayrılığının hayat bulduğu demokratik bir rejim olsa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bazı soruşturmalarla karşı kaşıya kalabilir. Bunu önlemenin bir yolu da devlet terörünü tırmandırmaktır, hukuksuz rejimi sürdürmektir.
Buna karşı demokratik siyasal mücadeleyi geliştirmek önemli olmalıdır. Sivi itaatsizlık eylemlerini geliştirmek önemlidir.