Osman İkiz
Stokholm
İsveç Televizyonu’nda haftada bir yayınlanan Uppdrag Granskning (Görevimiz Denetlemek) adlı bir saatlik programı izliyoruz.
İyice kapalı iki kadın akıl danışmak için bir imama gidiyor.
Biri kocasının şiddetine maruz kalmış, diğeri de akrabası olarak ona yardımcı olmak için yanında.
Kadın, İslami kurallara göre, gördüğü şiddet yüzünden kocasını polise şikayet etmesinin doğru olup olmadığını merak ediyor.
İmamın yanıtı çok net. Kocanın karısını dövme hakkı olduğunu, onun için polise gitmemesi gerektiğini söylüyor.
Kadınlar biraz daha aydınlanmak istiyorlar. Kocası cinsel ilişkiye zorladığı takdirde ne yapmalı, başka kadınlarla ilişkisini nasıl karşılamalı vs.
İmam, hikmetinden sual olunmaz edasıyla kadınları aydınlatıyor: İslami kurallara göre koca karısını cinsel ilişkiye zorlayabilir, hatta birden fazla kadınla da evlenebilir.
İki kadın uysal uysal dinliyor.
Niyetleri tabii ki tartışmak değil. İnançlı müslüman kadınlar olarak nasıl davranacaklarını öğreniyorlar.
Takiyyecilik belgeseli
İsveç Televizyonunda yayınlanan bir programda izlediğimiz görüntüler aynen böyle.
Görüntüler gizli kamerayla kaydedilmiş.
Üstelik tek bir imamla da değil. İsveç’teki belli başlı on caminin imamıyla konuşarak ve görüşmeleri gizli kamerayla kaydederek.
İki kadın gazeteci medya dilinde Walrafçılık yapıyorlar.
Hani şu Türk adıyla Almanya’da kömür madeninde çalışan gazeteci Gunter Wallraf’ın yaptığı gibi gerçeği ortaya çıkarmak için karşısındakiyle başka bir kimlikle konuşarak gerçekleri belgeliyorlar.
Kadın gazetecilerin görüştüğü on imamdan sadece biri, yaşanılan ülkedeki kurallar gereği çok eşli evlilik olamayacağını söylüyor.
İmamların çoğunluğu, kadınlara nasihat edercesine, kocanın dayak atabileceğini, karısını cinsel ilişkiye zorlayabileceğini hatırlatıyor.
Sadece iki imam kocalarının şiddetine maruz kalmaları halinde polise gitmelerini tavsiye ediyor.
Bir saatlik program sadece bu gizli çekilmiş video kayıtlarından oluşmuyordu.
Diğer görüntülerde imamlar bu kez karşılarında oturan gazetecilere, kameraya bakarak gene aynı konulardaki görüşlerini açıklıyorlardı.
Kendisine danışmaya gelen kadınlara, erkeğin birden fazla kadınla evlenebileceğini söyleyen imamlar bu kez gazetecilerin karşısında sanki kişilik değiştirmiş gibiydiler.
Çok eşli evliliğe karşıydılar ve İslam’da çok eşli evliliğin İslamı karalamak isteyenler tarafından uydurulmuş bir efsane olduğunu iddia ediyorlardı.
Program büyük yankı yarattı.
Gazetelerin başyazılarında, camide çifte standarttan tutun, devletten maddi yardım alan İslam derneklerinin kuralları çiğnediğine ve mütedeyyin müslümanların istismar edildiğine kadar, olay bütün boyutlarıyla ele alındı.
İlginç bir nokta da, program İslam’da takiyye diye tanımlanan çifte standardı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarırken, İslam derneklerinin bazılarının, programın ırkçıların değirmenine su taşıdığını ileri sürerek televizyonu suçlamalarıydı.
Aşırı İslamcılar arttıkça, ırkçılar da güçleniyor
Tabii ki programın ırkçıların eline malzeme verdiğinden kuşku yok.
Zaten, Avrupa’daki müslümanlar arasında, aşırı İslamcı hareketlerin göze batar şekilde öne çıkması ve taleplerde bulunmaya başlamasının ırkçıların son yıllarda güçlenmesine yolaçtığı yolundaki görüşler oldukça yaygın.
Bugüne kadar Avrupa’da hep İslamofobi’den söz edildi. İslamofobi’nin yaygınlaşmasının nedeni olarak da hep yabancı düşmanları gösterildi.
Son olay bu konu üzerinde etraflıca düşünmenin gerektiğini gösteriyor.
İsveç gazetelerinin başyazılarında da işaret edildiği gibi programda konuşan Arap ve Somalili imamların İslam anlayışı, toplumda bütün müslümanların aynı şekilde düşündüğü algısına yol açıyor.
Bu yanlış algı yüzünden aslında kendi halinde, topluma uyumlu müslümanlara karşı olmayanlar arasında da İslamofobi yaygınlaşıyor.
Bazı yorumculara göre, aslında söz konusu kişiler İslam’dan değil, 'İslamcılardan' korkuyor.
Bu yüzden de günümüzdeki durumu İslamofobi değil ama 'İslamcı fobisi' daha iyi açıklıyor.
Bu görüşte olanlar, '20. yüzyılda Avrupa’da İslamofobi güçlü olsaydı 1960’lardan sonra Avrupa’ya müslüman ülkelerden acaba bu kadar işçi alırlar mıydı' sorusunu gündeme getiriyor.
Dahası Avrupa’nın birçok şehrine cami yapılmasına izin verirler miydi?
Bu gözlemcilere göre, Avrupa’da İslamofobi’nin güçlenmesinin asıl sorumluları, yaşadıkları topluma kıyafetiyle, davranışıyla ters düşen şeriat özlemi içindeki İslamcılar.
Çağdaş İslamofobi de bunların yarattığı İslamcı fobisinden başka bir şey değil.
(BBC Türkçe)