Siyaset bilimci İranlı Sosyolog Dr. Amir Ahmad Fekri, ‘Yeşil Kuşak ve Arap Baharı Projelerinin’, birbirinin devamı niteliğinde olduğunu ve bu projelerin laik-seküler -ulus devletlerin yeniden İslamileştirilmesi projesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Her toplumun bir kez devrim yapma şansına sahip olduğunu ifade eden Fekri, İran’da son yaşanan kitle hareketlerini, 'kültürel dinamiklerin kurumsal İslam'a karşı harekete geçişi' olarak değerlendirdi ve iddialı bir cümle kurarak, “Biz İran’da artık kurumsal İslam'ın sönmesi sürecine tanıklık ediyoruz” dedi.
İranlı sosyolog Fekri'nin T24'ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
‘Yeşil Kuşak’ ve ‘Arap Baharı’ projelerinin benzerliği ve ayrıştığı noktalar nedir? Bu projeler hala yürürlükte midir? Yoksa evrilip başka biçim ve şekillerde mi Orta Doğu'nun karşısına çıkarılacak, çıkarılmaya devam edecek?
Her iki projeyi de ayrıksı konjonktürel ve ekonomi-politik amaçlara yönelik gelişen sosyal kerteler olarak değerlendirilebilir. Yalnız, eylemsel ve uygulama aşaması sürecinde, kitlelerin sosyal ve bireysel dinamiklerinin etkisi doğrultusunda şekil alarak ilerlediği göz ardı edilemez. 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyılın başından başlayarak hız kazanan Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, parçalanan bir Orta Doğu'yu miras bıraktı.
"Yeşil Kuşak, İslam etkenlerini etniksel yapılara karşı güçlendirmeyi hedeflemiştir"
Zengin petrol yatakları sahibi Orta Doğu coğrafyası, Büyük Britanya ve Fransa'nın politikaları sonucu; Din birliği eksenli Osmanlı Ümmet topluluğunu, etnik eksenli ulus devletlere dönüştürülmüştür. Bu parçalanma sürecinde cetvelle çizilen sınırlarla ulus devletlerin oluşumu Sykes-Picot anlaşmasıyla somutluk kazanmıştır. Bu proje, II. Dünya Savaş sonrası dönemde, Amerika'nın İslam coğrafyasındaki enerji kaynaklarını Sovyetler'e karşı koruma eksenli "Yeşil Kuşak" projesiyle yeni boyutlara taşınmıştır.
Yeşil Kuşak projesi, İslami ulus devletlerinde, İslam ve mezhepsel etkenleri etniksel yapılara karşı güçlendirmeyi hedeflemiştir. Bu projeyle İslam anlayışı, siyasal partiler yapısına sirayet etmiş, Siyasal İslam'ın gelişimine zemin hazırlamıştır. Bu proje, ilk etapta Sovyetler Birliği'nin Afganistan'da İslam ile imtihanı ve sonra Ziyaülhak'ın Pakistan'ı, İran Devrimin'den İran İslam Cumhuriyeti'ne, İran-Irak savaşı, Hizbullah-Lübnan'ın (Şi'a) destanıyla, birinci perde kapanmıştır. İkinci perdede, yine Şi'a-Sünni karşıtlığı bağlamında "Arap Baharı" projesiyle Libya, Tunus, Mısır, Yemen ve Suriye'de sosyal hareketliliklerin başlamasını sağlamış ve bunun sonucunda Şi'a Hizbullah'a alternatif DAEŞ(Sünni) kartını öne sürmüştür. Tabii ki bu arada sünniyi sünnileştirmeyi ve Şi'ayi Şi'aleştirme ve hatta Müslümanı da müslümanlaştırma, bu perdenin diğer parçalarıdır.
Yeşil Kuşak-Arap Baharı projeleri birbirleriyle bağlantılı ve süreklilik arzediyorlar. Her ikisi de Laik-Seküler ulus devletlerinin yeniden İslamileştirmeleri projesidir desek yanlış olmaz sanki. Ortadoğu'nun Sykes-Picot sonucu kurulan ulus devletler, kurulma aşamasındaki kazandıkları etniksel kimliklerini, İslam mezheplerinin çatışmacı yaklaşımları doğrultusunda farklı bir konjonktüre taşınmış oldular. Artık Ortadoğu'daki ulus devletler, Şialık', 'İhvan', 'Selefi', 'Vahabi' ... mezhep kimliklerine bürünme eğiliminde görünüyorlar. Ayrıca, aynı Mezhep içerisinde çekişme ve çatışmalar bu sürecin çıktılarından olacaktır. Bu projelerin sayesinde "Ortadoğu'da Ulus Devletler'in sonu mu hazırlanıyor?", "Din ve dinsel/mezhep protestanlaşıyor mu? " sorularının yanıtını vermek pek zor olmasa gerek.
“İflas koşulları hazırlandı”
İran'da yaşanan veya bundan sonra yaşanacak olanlar bir başka "Bahar" projesinin habercisi midir?
İran'daki gelişmeler, ulus devletlerdeki gelişmelerden farklı bir yönde gelişmektedir. İran Devrimi gerçekleştikten sonra, devrim ve siyasal iktidarın dinsel kesime devri gerçekleştirilmiştir. Tarihsel din ve devlet birlikteliği sürecinin son bulmasıyla, tarihsel ve kültürel özdeşliği olan bu iki kurumdan "Şahlık kurumu" toplumun kültürel yapısından çekilmekle yerini Dinsel'e terk etmiştir. Şi'a dinseli devlet iktidarını ele geçirerek 'Kurumsal İslam' yapısı içerisinde varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Toplumun kültürel yapısı, bireyi özel yaşam ve özlük hakları dinselin geleneği ve dogmaları etkisinde kalarak Kurumsal İslam'ın uygulamaları sonucu ihlal edilmiştir. Toplumun dinsel kuruma karşı tepkisini, kültürel yapıya yönelmek ve bu yapı içinden dinsele direnmeyi seçmiştir. İslami rejim, kültürel yapının temel taşlarından Yıl başı Nevruz ritüelini sürekli olarak yermeye çalışmıştır. Toplum, kültürel yapıyla dinsele direnmekle, dinsel kurumunu da Şahlık kurumu gibi geri püskürtmeyi başarabilmiştir. İran'daki kitle hareketliliklerin dinamiği, kültürel yapının 'Kurumsal İslam'a karşı harekete geçmesidir. Kültürel yapı Şi'a dinselin tüm "İslamileştirme" çabalarına karşın, kültürel yapının aslı unsuru kadınların yetiştirdikleri jenerasyonlarla, yaklaşık her 10 yılda, bir kitlesel hareketliliklerle, rejimin/Kurumsal İslam paradigmasının iflas koşullarını hazırlamışlardır. Bu hareketlilikler, sosyal bağlamda dönüşümler ve sosyal kolektif bilincin gelişmesini gereken zemini hazırlamışlardır.
Bu süreç bir anlamda, kurumsal İslam/rejimin paradigmal varlığına karşı, toplumsal dönüşümün ve toplumsal direnişin evriliş kertesi olma özelliğini taşımıştır. İran toplumunun yerleşik kültürel yapısına özgü sosyal evriliş ve dönüşümler bir "Bahar" olmaktan çok, kurumsal İslam olguları için bir "Güz" belirtisi ve İran'daki kurumsal dinsel için sert geçecek bir "Kış"ın belirtisi ve anlamını taşıyordur kanımca.
“Kurumsal İslam sönme sürecinde”
İran'da bundan sonra 1979 devrimine benzer bir devrim mi yoksa daha ılımlı bir reform hareketi mi yaşanır?
Her toplum bir kez devrim yapma şansına haizdir. Devrim bir günde olur fakat toplumun evrimi, evrilişi ve dönüşmesi uzun bir süreçtir. 1979 devrimiyle kültürel bir yapı olan Şahlık düzeni ortadan kalkmıştır. Devrim sonrası dönemde, Şahlığını en yakın ortağı ve meşrulaştırıcısı Din ve Dinsel; siyasal iktidara sahip olmakla, kültürel yapı içerisinde iflasa uğrama süreci sağlanmıştır. Bu aşamada ve yaşanmış olan gerçeklikler sonucu yeniden devrim yaşamak değil, yapılmış olan devrimin son evrimleşme kertesi olarak Kurumsal İslam'ın sönmesi sürecine tanıklık ediyoruz ve edeceğiz.
"Yeni jenerasyon, devrimi hatırlamıyor ama..."
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "Biri; gelecek nesillere birinin hayat tarzını dayatamaz. Problem; İki kuşak sonramızın bizim istediğimiz şekilde yaşamalarını istememizdir" dedi. Bu beyanat bireysel özgürlükler ve demokratik haklar konusunda İran'da bir reform sürecinin artık kaçınılmaz hale geldiğinin işareti sayılabilir mi?
Devrimin evrimleşme sürecinde toplum; kültürel yapıdaki yozlaşmış Şahlık ve Dinsel kurumla yüzleşti. İlk etapta Şahlık ortadan kaldırıldı. İkinci aşamada, devletleşen din ve dinseli yaşayan toplum, devrimin evrimleşme sürecinde din ve dinselle yüzleşti ve kültürel yapıda şahlık kurumunun beslemesini protesto etmeye başladı. Son sosyal hareketlilikteki protestocu jenerasyon, devrimi hatırlamıyor fakat kendi kültürel kapasitesini ve diğer yandan din ve dinselin yetersizliği, baskıcı, dogma anlayışı ve dar toplum algısını yaşadıkları doğrultusunda tanımlayabilir. Dinselin temsilcisi Cumhurbaşkanı Dr. Ruhani, bu gerçekliği kabul eder ve dile getirir. İran'ın kültürel toplum ve kültürel birey, İslam'ın geleneksel ve dinsel/mezhebi yapısıyla yüzleşmesinde, dinselin paradigmasını red ediyor.
Zira kurumsal İslam'ın tekrarlanan retoriği ve sabitleri üzerinden, yeni jenerasyonların düşünce gücü, kültürel ve sosyal bilici, zekası ve aklıyla alay ediliyor. Ruhani, zorunlu olarak bu gerçekliği çıplak bir şekilde dile getiriyor ve aradaki farklılıkların inkar edilemez olduğunu hatırlatıyor din ve dinsele. Bireyleşen insanın, toplumun öznesi olduğunu ve dinselin özne insanı nesne olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmeye çalışıyor. Bu süreç bir reform süreci değil, topyekun bir toplumsal dönüşüm ve sosyal evrilmedir. Din ve dinselin reformu, dogmalar edebiyatının dramatik, terajik-komik söylemlerle tarz değişmesinden başka birşey değildir.
“İçsel bilinç toplumsal bilinci oluşturur”
Dini lider Ali Hamaney de İran İsna Haber Ajansına yaptığı açıklamada, halkın meşru haklarını dile getirme hakkı olduğunu söyledi. "Bu endişeleri ele almalı, dinlemeliyiz, duymalıyız" dedi. Bu temkinli açıklamaları nasıl yorumluyorsunuz?
Toplumsal dinamiklerin harekete geçmesi, siyasal iki parti üyelerinin meclis konuşmaları, hitabeler, meydan okumalar, algılar veya borsanın spekülasyonun oluşturacağı dinamikler gibi değil. Toplumsal dinamikler, bireyin yaşadıklarından algıladıkları sonucu bireyleşmesi ve özneye dönüşmesini sağlar. Bireyin toplumsallaşması sonucu edindiği bireysel/içsel bilinç, toplumun kolektif bilincini oluşturur. İran toplumunda, devrim sonrası dönemde ve savaşın dramatik getirileri karşısında yeniden canlana sanatın insanlarla doğrudan ilişkisi(Resim, kitap kültürü, yeni akım edebiyat, müzik, tiyatro, sinema ve..), birey ve sosyal bilincini, yönetilemez bir seviyeye çıkartmıştır. Devrimin bir evrimleşme kertesidir sanatla gelişen kolektif sosyal bilinçlenme. Dini lider, bu bilinç düzeyin ile Kurumsal İslam'ın toplum ve bireye zorladığı şartla ve sabitler arasındaki çatışmalı düzey farkı çok iyi bilmektedir. Bu bilinçlenme, sistemin karşı atak ve yasaklarına rağmen gerçekleşmiştir. Aradaki düzey farkını "Meşru Haklar" olarak demektense, sosyal ve birey bilincinin dönüşümü olarak belirlemek isabetli olur. Dini lider, Kurumsal İslam ve İslami bir "Cumhuriyet" paradigmasının geçersizleştiğinin kabulünü bu cümlelerle ifade etmeye çalıştığı inkar edilemez. Nitekim 2009 Yeşil hareketi sırasında " Nizam'ın hürmeti halk edilmiştir" sözü bu günlerin habercisiydi sanki.
Dr. Amir Ahmad Fekri kimdir?
Siyaset Bilimci-Sosyolog. İran uyruklu, 1976’den beri Türkiye. ODTÜ Siyaset Bilimi(Lisans), Ankara SBF Siyaset Bilimi. Lisans ve Doktora)mezunu, Konya Selçuk Üniversitesi Sosyoloji(İkinci Doktora). Araştırmacı-Akdemisyen. Tarihsel gelişim sürecinde İran devrimi kitabı var. Arap Baharı ile , İran Devrimi(1979), İran-Irak savaşı sürecine bizzat katılan isim.