Gündem

İran'ın camileri ve Türkiye'deki camiler

İran’daki tarihi camilerin ve tarihi mekânların içindeki işlemeler, çiniler, motifler renkler anlatılabilir gibi değil, gerçekten görmek lazım

24 Nisan 2012 21:21

İsmail Küçükakyüz

 

Şiraz’dan Yezd’e

 

Şiraz’dan Yezd’e geçiyoruz. Tarihi İpek Yolu üzerinde kurulmuş, bütün eski binalar çöl kumundan yapılmış bir şehir Yezd. Şehrin çöl kumundan yapılmış tarihi dokusunu gezerken sanki bugünden birden koparılmış ve tarih öncesi bir zamana aktarılmış duygusuna kapılıyor insan. Çok dar ve yılan gibi kıvrılan yollarda yürüyerek başka bir atmosfer soluyorsunuz.

Yezd, tam çölün ortasında olduğu için su burada kutsal bir içecek kabul ediliyor. Suyun önemine atfen Yezd’de de bir su müzesi bulunuyor. Suyu israf etmek veya sağa sola dökmek burada hoş karşılanmıyor. Yezd’liler bu çetin koşullara uyum sağlamışlar, hem su, hem de aşırı sıcağa karşı yaratıcı çözümler geliştirmişler.

“Qanat” denilen kendi buluşları yeraltı su sistemiyle Şir Kuh Dağları'ndan şehrin su ve sulama ihtiyacını karşılamışlar. (Acaba Selahaddin Eyyubi’nin amcası ünlü komutan Şirkuh ile bu dağların isminin bir alakası olabilir mi?)

Yezd şehrindeki su kümbetlerinin faklı bir mimarisi ve işlevi var. Bu kümbetlere merdivenle yaklaşık 10-20 metre yer yüzeyinden aşağıya iniliyor. Buralarda bulunan sular bozulmasın, kokmasın diye kümbetin etrafında bulunan dört adet havalandırma kuleleriyle su havalandırılıyor.

Yezd’de bu havalandırma sistemi evleri ve sarayları havalandırmak, sıcaktan korumak için de kullanılmış. Yukardan rüzgâr kuleleriyle oluşturulan hava akımı içerde su havuzlarından geçirilerek nemlendirilmek suretiyle mekânlar serinletilmiş veya soğutulmuş. Mükemmel bir buluş!

Zendli Kerim Han tarafından yaptırılmış Bağ-ı Devlet Abad’da da bu klima sistemine şahit olmanız mümkün. Modern klima sistemlerinin temelini bu yöntemler oluşturuyor olmalı.

İran’da İslamiyetin gelmesiyle Zerdüştlüğe inananların sayısı çok azalmış, hatta bir kısmı Hindistan’a göç etmişler. Yezd’de, halen az da olsa Zerdüştlük inancına sahip insanlar yaşıyor. Zerdüştlük İran’ın İslamiyet’ten önceki dini inancıdır. Sasaniler Zerdüştlüğü resmi din olarak kabul ettiler. Sanıldığı gibi Zerdüştlükte ateşe tapılmıyor. Ateş kutsal ama, Zerdüştlük tek tanrılı bir din.

Yezd’de Zerdüştlük açısından görülecek yerler arasında Zerdüşt Tapınağı (Ateşgede) ve Sessizler Kulesi önemli yerler.

Zerdüşt Tapınağı’nın çatıya yakın ön yüzünde Zerdüştlüğün sembolü “Fravahar” isimli kanatlı adam sembolü dikkate çekiyor. Zerdüştlükte iyilik ve kötülük eşit kuvvette. İyilik kadar kötülüğü simgeleyen şeytan da güçlüdür.  Kanatların, Fravhar’ın baktığı yönde olan kısmı iyiliği temsil ederken, arkada kalan kısmı kötülüğü temsil ediyor. Ayaklar, vücuttaki halka ve kuyruğun Mısır'ın alınmasından sonra sembole eklendiği söyleniyor. Zerdüşt inancının temelini oluşturan ‘’iyi düşün, iyi konuş, iyi davran’’ felsefesi kanatların üç katmanında temsil edilmiş.

Tapınağın içinde yanan ateşin yüzyıllardır söndürülmeden yanmaya devam ettiği söyleniyor. Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Avesta’dan bazı ayetler de bu tapınakta sergileniyor.

Zerdüştlerin, kuşların yemesi için ölülerini bıraktıkları yüksek tepelere yaptıkları kulelere “Sessizler Kulesi” deniyor. Bunların içinde kadın, erkek ve çocuklar ayrı ayrı yerlere bırakılıyormuş Zerdüşt inancına göre insan bedeninde günah olduğu ve beden çürüyerek kutsal olan toprağı kirleteceği için ölüler gömülmezlermiş.

Artık ölülerin bu şekilde sessizler kulesine bırakılmasına izin verilmiyor ve Zerdüştler de ölen insanlarını artık kendilerine tahsis edilen bir mezarlığa defnediyorlarmış.

Yezd’de görülecek diğer yerler Emir Çakmak Meydanı, Emir Çakmak Camii,  İmam Hüseyin’i sembolize eden ahşaptan yapılmış ‘’Nakhl’’ ve Cami Mescidi.

Cami Mescidi’nin minareleri İran’daki en yüksek minareler.

Bir diğer görülecek yer de Zendli Kerim Han tarafından yaptırılmış Bağ-ı Devlet Abad. Binanın içindeki kafes işi kaplamalar ve renkli camlarla yapılmış dekorlar gerçekten çok büyüleyici.

İran’da geleneksel pehlivan kültürü ve destanları olduğu için bir de burada bulunan Zurhane’yi görmek ilginç olabilir. Burada insanlar pehlivanların güç gösterilerini izliyorlar.

Bir diğer hususa daha işaret etmeliyim: İran deprem ülkesi ve depremlerde çok sayıda insan hayatını kaybediyor. Ancak ölümlere karşı, yeni inşa edilen az ya da çok katlı binaların çok önemli bir çoğunluğunun çelik konstrüksiyonla yapıldığını görüyorsunuz. Biz de deprem kuşağındayız, Türkiye’de neden binalar çelik konstrüksiyonla yapılmaz, pahalı olduğu için mi, yoksa usta ve mühendislerimiz bu işin uygulamasını bilmediği için mi?

 

Harika camiler, mimari eserler ve tarihi mekânlar

 

İsfahan’da bulunan hem şeyh Lütfullah Cami, hem Mescid-i Şah,  hem de Cuma camii gerçekten mükemmel camiler. Şiraz’da bulunan Vekil Camii ile Yezd’de bulunan Cami Mescid de öyle.

İran’daki tarihi camilerin ve tarihi mekânların içindeki işlemeler, çiniler, motifler renkler anlatılabilir gibi değil, gerçekten görmek lazım. Çok ince bir işçilik ve estetik zevk her yerde insanı hayran bırakıyor.

İran’daki camileri, tarihi mekânları işlemeleri görünce insan mimar, sanat tarihi uzmanı veya İran ve İslam sanatı uzmanı olmadığına hayıflanıyor. Elbette bu uzmanlar daha teknik, daha ayrıntılı ve daha kapsamlı değerlendirme ve karşılaştırmalar yapabilirler. Değerlendirme karşılaştırmaların bir uzman tarafından yapılmadığının hatırda tutulmasında fayda var.

Camilerdeki işlemeler açısından bizdeki tarihi camilerden daha üstün oldukları anlaşılıyor. İstanbul’daki, Edirne’deki, Bursa’daki, Trabzon’daki ve Manisa’daki tarihi camilerle kıyaslandığında bunu söyleyebilirim.

Ne Rüstem Paşa camiindeki çiniler, ne Sultanahmet Camiindeki çiniler, ne de Hamidiye camiindeki çini ve işlemeler (gerçekten muhteşem ve büyüleyici olmalarına rağmen yine de) İran’daki camilerin çini ve işlemeleri ile karşılaştırılamaz gibi geliyor insana. Bunu insan ancak görünce idrak edebilir. Zaten bizim Padişahlarımız da Tebrizli çini ustalarını getirmedi mi camileri süslemeleri için.

Ama camilerin teknik imkânları; yüksekliği, kubbe genişliği, yaratılan olağanüstü geniş mekânlar ve bunun sağladığı dinginlik açısından da bizim camilerin daha ilerde olduğunu söyleyebilirim. Gerçekten Ayasofya ve onu geçmek için büyük (gerçekten büyük mimar) Mimar Sinan yaptığı camilerin teknik üstünlükleri, yükseklikleri ve kubbeleriyle İran’daki camiler karşılaştırılabilir görünmüyor. Mimar Sinan’ın yaptığı küçük camilerin (mesela Sultanahmet meydanın arkasından Marmara denizine bakan Sokullu Camii) de teknik olarak daha üstün oldukları söylenebilir. 19. yüzyılda Balyan Kardeşler tarafından yapılan muhteşem camilerin (Nusretiye Camii, Valide Camii, Mecidiye Camileri, Hamidiye Camii, Hırka-ı Şerif Camii gibi) iç mekan genişliklerinin, yüksekliklerinin ve kubbelerinin de bu anlamda kıyas kabul etmeyeceğini düşünüyorum.

Camilerde mihrabın önünde imamın namaz kılacağı yer yüzeyden yarım metre kadar düşük yapılıyor. Hz. Ali camide namaz kılarken öldürüldüğü için, cemaat ya da başkaları tarafından imam görülmesin diye böyle yapılıyormuş.

İsfahan’dan Fars eyaletinde bulunan Şiraz’a doğru giderken Ahameniş’lerden kalma bütün ihtişamıyla Pasargad, Nakş-ı Rüstem ve Taht-ı Cemşid (Persepolis) karşınıza çıkıyor.

Onlarında bizden öğreneceği çok şey olduğu gibi bizim de İran’dan öğreneceğimiz çok şey var. Devamlılığı sağlamak, geçmişi unutturmamak için tarihsel yerlere ulusal/ tarihsel efsane kahramanlarının isimlerini vermişler. İran halkı tarihi ile efsane kahramanları üzerinden bağlantı kuruyor ve bu şekilde kendi içinde tarihsel devamlılığı yaşatıyor.

Tarihsel devamlılık açısından bir başka dikkate değer husus tarihleriyle çok barışık olmaları ve bütün dönemlere, kim ya da hangi hanedan yönetirse yönetsin İran tarihi olarak sahip çıkmaları. Türkler(Selçuklular, bir anlamda Safeviler, Afşarlar, Kaçarlar), Medler, Persler, Sasaniler, Partlar veya Pehleviler gibi kim yönetirse yönetsin tarihin her dönemine İran tarihi diye sahip çıkıp müthiş bir devamlılık bilinci yaratıyorlar.

Pasargad kentinde Ahamenişlerin kurucusu Büyük Kuroş’un mezarı bulunuyor.

Nakş-ı Rüstem’de dağa oyulmuş dört büyük kral mezarı ve bir Zerdüşt tapınağı var. Bunlar Erdeşir (Xerkes), Büyük Daryuş (Darius), Kaşayarşa (Artaxerkes) ve II. Daryuş’un kaya mezarları. Amasya’da yer alan kral mezarlarına benziyorlar.

Taht-ı Cemşid Pers imparatorluğunun merkeziydi. Persepolis kentinde Ahameniş’lerin azametini gösteren saraylar, tören alanları, basamaklar ve ‘’Tüm Milletler Kapısı’’ inşa edilmişti. Bugün bunların kalıntıları orada yer alıyor.

Büyük İskender M.Ö. 330 yılında Persleri yenerek şehri ele geçirmiş ve daha sonra şehri yaktırmış. Binaların çatıları ahşap olduğu için şehrin neredeyse tamamı yanmış. Büyük İskender, malum, daha sonra sınırları Hindistan’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurdu.

Ama onun kurduğu imparatorluktan daha da büyüğünü (bütün Anadolu, Makedonya, Hindistan, Mısır ve Kuzey Afrika dahil) yaklaşık 250 – 300 sene önce Ahameniş imparatorları kurmuştu. Nedense hep batı gözüyle büyük İskender anlatılır, ama Büyük Kuroş, Büyük Daryuş, Erdeşir ve Kaşayarşa ve kurdukları büyük imparatorluk anlatılmaz!

 

Bugünün aksine tarihte Yahudilerle yakın ilişki

 

Uygulanan uluslararası ambargo İran ekonomisini olumsuz etkiliyor. İran’ın nükleer tesislerinin vurulabileceğinin İsrail ve Amerika tarafından ifade edilmesi, saldırıya uğrayacakları hususunda İran toplumunda bir tedirginlik yaratıyor. Ama saldırıya uğrarlarsa ülkelerinin buna misliyle karşılık vereceğine inanıyorlar. İsrail ile savaşın eşiğinde bulunan İran’ın acaba tarihte Yahudilerle ilişkileri nasıldı?

Babil Kralı Nabukadnozor, M.Ö 586'daki savaş sonucunda Kudüs'ü ele geçirmeyi başardı. Musevi tapınağını ve Yehuda krallığını yıktı. O zamanki geleneklere göre, esir aldığı halkı Babil'e sürgün gönderdi. Sürgün dönemi, M.Ö. 538'de Babil'in Persler tarafından fethedilmesiyle resmen sona erdi. Pers Kralı Büyük Kuroş, M.Ö. 538 yılında Yahudilerin Kudüs'e geri dönerek şehri ve kutsal tapınağı yeniden inşa etmelerine izin verdi. Fethedilmiş halklar arasındaki Yahudilerle, fethedenlerin inançlarında aynı Allaha inanmak gibi bir benzerlik olduğu görüldü. 

Kuroş, Yahudilerin İsrail topraklarına geri dönmelerine izin verdiği gibi Kudüs'teki tapınağın yapılması için de kaynak ayırdı. Bu yüzden Tevrat'ta Kuroş'a Yahudi olmayan başka hiçbir hükümdara gösterilmeyen ölçüde büyük bir saygı gösterilmiştir.

Babil'deki esaret ve esaretten dönüş sonrası dönem arasında yazılan Tevrat kitaplarında İran'ın ve Mezopotamya’nın dini düşünce yaşamından hiç olmazsa belli ölçüde etkilenilmiş olduğu dile getiriliyor. Bunlar; insanların da bir rolünün bulunduğu iyilik ve kötülük güçlerinin mücadelesi inancı, Tanrı ile Şeytan arasındaki mücadele düşüncesi, ölümden sonra yargılanmaya ilişkin düşünce, ödüllendirme ve cezalandırma aracı olarak cennet ve cehennem inancı, iyiliğin kötülük üzerindeki son zaferini sağlayacak bir kurtarıcının geleceği inancıdır.

Tüm bu düşünce ve inançların Yahudiliği, sonrasında da Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı etkilediği açıktır. Daha da özelde, “Sırat-ı Müstakim” inanışının kaynağının da Zerdüştlük olduğu söyleniyor.

Tarihte iç içe yaşamış, birbirini kültürel ve dini inanış açısından etkilemiş, birbirine destek olmuş iki milletin devletlerinin şimdi savaş halinde olmaları bir bakıma tarihle büyük bir çelişki oluşturuyor? Ülkeleri yönetenlerin (devletlerin) sadece tarihlerine bakarak bile bölgemizin ve insanlığın barışı için çok fazla malzeme bulacaklarını düşünüyorum.

 

Sonuç yerine...

 

İran, görülmeye değer tarihsel, kültürel, mimari ve estetik zenginlikleri bünyesinde fazlasıyla barındıran bir ülke. Özellikle İsfahan muhteşem bir şehir ve Şiraz’ın da ondan aşağı kalır yanı yok. Kısaca bu şehirleri gezmek ve sevecen, sıcakkanlı, sakin, samimi İran halkını tanımak ve onlarla ortak yanlarımızı görmek için mutlaka bu ülkeyi ziyaret edin derim.

 

 

B İ T T İ