Özel Dosya

Kadınları, namazları, en büyük bayramları ve azınlıklarıyla İran

Yönetim tarafından baskılanmalarına ve kısıtlanmalarına rağmen yine de kadının toplumdaki merkezi rolü dikkatlerden kaçmıyor

22 Nisan 2012 20:15

- İsmail Küçükakyüz

 

İran’ı ve tarihini anlamamda ve bu diziyi yazmamda katkıları olan “Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti”nin yazarı Prof Dr Osman Turan’ı,  “Ortadoğu: İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi’”nin yazarı Prof Dr Bernard Lewis’i, “İran Tarihi: Eski Çağlardan İskender’in Asya Seferine Kadar”ın yazarı Prof Dr M. Şemsettin Günaltay’ı, “İran Tarihi: Pers İmparatorluğundan Günümüze”nin yazarı Gene R. Garthwaite'i,  “İran: Ulusal Kimlik İnşası”nın yazarı Hamid Ahmedi’yi, “İran’ın Son İki Yüzyıllık Tarihi”nin yazarları Mohammad-Reza Djalili ve Thierry Kellner’ı, çok güzel bir gezi kitabı olan “İran Gezi Rehberi”nin yazarı Zafer Bozkaya’yı burada öncelikle anmayı borç biliyor ve şükranlarımı ifade ederek yazıya başlamak istiyorum.

En çok etkilendiğimiz ve etkilediğimiz kültürlerden birisi olan İran ve İran tarihine olan merakım, o kültürü ve yeşerdiği toprakları görme isteğimi artırdı. Elamlılardan Medlere, Ahamenişlerden Selefkilere ve Partlara, Sasanilerden Abbasilere, Selçuklulardan Moğollara, Safevilerden Kaçarlara ve sonrasına, binlerce yıldır aktarılan medeniyet, kültür ve mimari – estetik mirası yakından tanımak istedim. 21 Mart – 1 Nisan arasında özel bir tur şirketinin düzenlediği İran gezisine katıldım. Bu sayede Tahran, Rey, Kaşan, İsfahan, Şiraz ve Yezd şehirlerini görme ve komşumuz İran’ın kadim medeniyetini biraz olsun tanıma şansım oldu.

Yukarıda belirttiğim gibi yazımızın konusu, İran gezisiyle ilgili gözlem, anlama, karşılaştırma çabaları ve İran tarihiyle ilgili aldığım notlardan oluşuyor.

 

İlk izlenim: Yönetici ve şehitlerle oluşturulan bir 'kült' kültürü

 

İran’da havaalanına indiğiniz andan itibaren dikkati çeken ilk husus (uluslararası izolasyon olduğu için havaalanının ıssızlığının yanı sıra) her yerde Humeyni ve Hameney’in birlikte yer aldığı resimler oluyor. Bütün kamusal ve özel alanlarda, otellerde, restoranlarda, mağazalarda, sokak ve caddelerde, camilerde bu iki liderin yan yana resim ya da fotoğraflarını görmeden dolaşmanız mümkün değil. Nakş-ı Cihan meydanındaki tarihi Ali Gapu’da ve tarihi camilerde bile bu resimlerden görebiliyorsunuz.

Bu haliyle İran, bütün her yeri devlet büyüklerinin resim, fotoğraf ve heykelleri ile donatan baskıcı rejim karakterini belli ediyor.

İkinci dikkati çeken husus, hemen her yerde karşınıza çıkan İran – Irak savaşıyla ilgili tek veya toplu şehit albümleri. Her yerde o kadar çok var ki, hiçbir şekilde şehitler topluma unutturulmuyor. Bunlar bütün şehirlerde binaların duvarlarına, ilan panolarına, her yüksekçe yere, yolların ortasındaki levhalara resmedilmiş durumda. Hatırlatalım, bu savaşta İran yaklaşık bir milyon şehit vermişti. Kadınları, küçük kız ve erkek çocukları da bu şehit resimleri arasında görmek insanın içini sızlatıyor.

Şehitleri anmak bir ülke için önemli olsa da topluma her zaman bu acıları hatırlatmak ne derece doğrudur bilmiyorum. Yaratılan bu şehit kültünde bir taraftan da iktidarı sağlamlaştırma çabasının yattığı anlaşılıyor.

 

Kadınlar her alanda erkeklerle birlikte hayatın içindeler

 

Havaalanından itibaren İranlı rehberlerimiz tura Türkiye’den katılan kadınları örtünmenin bir zorunluluk olduğu, başörtüsü takmaları gerektiği konusunda uyardılar. Hatta bir şehirden başka bir şehre giderken bu şehirde örtünme kurallarına daha çok dikkat edildiği ve kadınların dikkatle başlarını örtmeleri gerektiğini hatırlattılar. Dini otoriteye bağlı sivil memurlar tarafından başörtüsü ve örtünme kontrolü yapıldığını defalarca söylediler.

Ayrıca uygulama şansının fazla olmadığı belirtilse de yasal düzeyde erkeklerin çok eşlilik hakkı var. Bu da İran’daki İslami hukuk düzeninde kadınla erkeğin eşit olmadığını gösteriyor. Yönetim tarafından baskılanmalarına ve kısıtlanmalarına rağmen yine de kadının toplumdaki merkezi rolü dikkatlerden kaçmıyor.

İran’da, Türkiye’deki genel kanının aksine toplumsal tutuculuğu olmayan, sosyal ilişkiler ve kadının toplumdaki yeri açısından son derece ileri ve her baktığınız yerde estetik bir farkındalık ve incelik yaratan bir medeniyet karşılıyor insanı.

Kadınlar toplumsal hayatın her alanında varlar. Trafikte araç kullanan kadın sayısı bizden çok fazla. Otellerde, restoranlarda, mağazalarda çalışan kadın sayısı hiç de az değil. Bunun nedenlerinden biri kadınların eğitim düzeyinin çok yüksek olması.

Kadının toplumsal hayattaki yeri bakımından bizden çok daha ilerde olduğunu söylemek kesinlikle abartı sayılmamalı. Gece sokaklarda, parklarda, restoranlarda kadın, erkek ve çocuklar hep beraberler. Yani kadın dışlanmış değil, aksine sosyal hayatın ziyadesiyle merkezinde. Gece geç saatlerde parklarda kadınları tek başına görmek mümkün. Güvenlik problemi ve kısıtlama yok gibi. Keşke bizim kadınlarımız da gece geç saatlerde örneğin Taksim Gezi Parkı’nda dolaşabilse, banklarda oturabilse…

Kadın erkek birlikteliğinin bir nedeni de Türkiye’de olduğu gibi tek başına erkeklerin gittiği kahvehanelerin İran’da olmayışı olabilir.

İranlı kadınlar camilerde erkeklerle beraber namaz kılabiliyor. Ancak otobüslerde kadın erkek bir arada oturmaya izin verilmiyor. Kadınların bölümü otobüsün arkasında yer alıyor.

Camilerin kullanımı bizden farklı ve çok daha fazla sosyal bir işlev görüyor. Camilerde kadınlar ve erkekler aynı mekânda peş peşe birlikte namaz kılıyor. Birileri namaz kılarken birileri camide dinlenebiliyor, hatta uyuyabiliyor. Bu durum hiçbir şekilde yadırganmıyor. Camilerin bahçesinde çay servisi yapılıyor, insanlar çaylarını içiyor, çocuklar oyun oynuyor. Bunlara şahit olmanız mümkün.

Camiler tüm ailenin birlikte gidip ibadet edebildiği alanlar, bizdeki gibi kadın ayrıştırılarak arkada bir bölüme konmamış görünüyor.

İnsanların özellikle de kadınların yasaklardan ve hayatlarına doğrudan müdahale edilmesinden çok sıkılmış olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bir mağazadaki kadın satış görevlisine sizde tokalaşmak yasak mı diye sorduğunuzda, ‘’mollalara göre yasak, ama bana göre değil’’ diyebiliyor ve elini tokalaşmak için uzatabiliyor.

Bir kadın ve bir erkek karı-koca  veya akraba değilseler birlikte kafe veya restoran gibi bir mekanda oturmaları yasak.

Uygulanan yasakları göstermesi açısından şunu da anlatmalıyım: Şiraz’da kaldığımız otelin en üst katlarından birinde bir kafede daha çok otel dışından gelen müşteriler için canlı müzik performansı vardı. Hareketli dans müzikleri çalınıyor, insanlar el çırpıyor, ama kalkıp oynamak yasak! Bu yasak kadın erkek ayrımı yapılmadan uygulanıyormuş. İnsanlar hayatlarına bu derece karışılmasından rahatsız olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar.

 

İranlı kadınlar makyaj yapmayı seviyor

 

Bir başka dikkat çeken husus kadınların neredeyse tamamının yüz bakımına çok önem vermesi ve Türkiye’de olduğundan çok daha fazla düzeyde yüzlerin makyajlı olması. Bir diğer husus olarak da burun estetiğinin kadınlar arasında fazla rağbet görüyor olması sayılabilir.

 

İranlı kadınların çoğu başörtüsünü aksesuar gibi kullanıyor

 

Kadınlar sosyal hayatın içinde ama İslami yönetim tarafından kadınlara uygulanan kısıtlamalar da yok değil. Yasal metinlere kadar girmiş bir kılık – kıyafet kısıtlaması var mı bilmiyorum ama kadınların başlarını, kalçalarını ve bacaklarını örtmeleri emrediliyor. Bacaklarını örtmek için neredeyse istisnasız tüm kadınlar pantolon giyiyor. Kalçalarını örtmek içinse bu pantolonla beraber uzun hırka veya elbise giyiyorlar. Saçlarını örtmek için kullandıkları örtüyle saçlarının ancak yarısını veya daha azını kapatıyorlar.

Eğer Asghar Farhadi’nin ”Elly Hakkında’’ ve 2012 yılı en iyi yabancı film Oskar Ödülünü alan ‘’Ayrılık’’ isimli filmlerini izlediyseniz, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

Kadınlar başörtüsünü İran’da aksesuara dönüştürmüş durumda. Yönetim de bu alandaki uygulama konusunda çok katı olamıyor. Gerçekten başını tam kapatan sayısı bizden çok daha az görünüyor. Kadınların çoğu başını örtmekten ve hayatlarına bu kadar direkt müdahale edilmesinden rahatsız ve bunu açıkça ifade ediyorlar.

 

12 yıllık eğitim kız – erkek herkese zorunlu

 

Kadınların bu denli sosyal yaşamın içinde olmasının bir nedeni de eğitim düzeylerinin yüksek olması. İran’da 12 yıllık eğitim kız – erkek herkese zorunlu. Böyle olunca kadın başka şeylerin de etkisiyle birlikte iş ve sosyal yaşamda kendisine daha fazla alan bulabiliyor. Zaten istatistikler de İran’da kadınların fazlasıyla çalışma hayatının içinde olduğunu gösteriyor.

Özetle kadınların sosyal hayattaki etkisi, İran'daki rejimin baskıcı tutumuna rağmen, varsayıldığından çok daha yüksek.

 

İranlılar üç vakit namaz kılıyorlar

 

Bizde tartışıladursun İranlılar namaz sayısını üçe indirmişler bile. Genellikle öğlen ile ikindi, akşam ile yatsı namazları birleştirilerek namaz sayısının moderne hayatın gereklerine uygun olarak üçe indirildiği ifade edildi. Ayrıca Ramazanda teravih namazı da kılınmıyormuş.

 

Her şehirde Cuma namazı bir yerde kılınıyor

 

Cuma namazı bütün camilerde kılınmıyormuş. Her şehirde bir alanda veya bir camide Cuma namazı toplu olarak kılınıyormuş. Tahran’da üniversitede kılınan Cuma namazına yaklaşık iki milyon kişinin katıldığı ifade ediliyor.

 

Halifelik kurumunu kabul etmiyorlar

 

Şiiler halifelik kurumunu ve ilk üç halifeyi kabul etmiyorlar. İlk üç halifenin Hz Muhammed’in vasiyetine uymadığını ve Hz Ali’nin hakkını gasp ettiğini kabul ediyorlar. Onlara göre Allah, peygamber Hz Muhammed ve birincisi Hz Ali olmak üzere12 imam var.

 

Dini terimlerimizin çoğu Farsça kökenli

 

Kullandığımız dinî terimlerin tamamının neredeyse aynı olduğunu görünce şaşırıyorsunuz. Mesela namaz, oruç, abdest gibi pek çok kelime Farsçadan alınmış. Ezan ve minare gibi Arapça kelimeler İran'da da aynen kullanılıyor.

 

Camilerden yüksek sesle ezan okunmuyor

 

İran’da bizdeki kadar fazla cami görmüyorsunuz. Fazla yüksek sesli ezan sesi de duyulmuyor. Duyulan da hem hoparlörden değilmiş izlenimi bırakıyor ve hem de yüksek sesle değil. İnsanda gerçekten çok hoş bir seda bırakıyor.

 

İran halkı Türk dizilerini izliyor

 

Konuştuğunuz insanlardan anlıyorsunuz ki Türkiye’yi çok yakından takip ediyorlar. Kendi televizyonlarını değil, uydular aracılığıyla bizim televizyonlarımızı izliyorlar. Tüm dizileri ve oyuncularını en azından benden daha iyi biliyorlar. Bu sayede Türkçe öğrenme oranın arttığını, kendisini ve kardeşini örnek vererek rehberimiz anlattı. Türk kanalındaki yarışma programında sorulan soruyu on yaşındaki kardeşi birden ‘’balık’’ diye Türkçe cevaplamış, bütün aile Türkçe konuşmasına şaşırmış, sonra sorunun doğru cevabının ‘’balık’’ olduğunu öğrendiklerinde şaşkınlıkları daha da artmış.

Uydular bazen toplatılıyormuş, o zaman halk arasında yeni modelinin piyasaya çıkacağı konusunda şakalar yapılıyormuş. Bu konuda da yönetim fazla kısıtlayıcı olmuyor ya da olamıyor anlaşılan.

 

İran halkı Türkleri çok seviyor

 

Sokaktaki insanlardan ve İranlı rehberlerimizden edindiğimiz izlenime göre İranlılar Türk halkını çok seviyorlar. Türkçe konuştuğunuzda her yerde herkes tarafından sempati ve ilgiyle karşılaşıyorsunuz. Aynı şeyi Araplar için söylemek zor. İran – Irak savaşı ve geçmişte de yapılan savaşlar Araplara olan sempatiyi azaltmış görünüyor.

İran’da Azerbaycan Türkleri dışında da Türkler var. İsfahan’da yaşayan ve 5, 6 ve 7.yüzyıllarda oraya yerleşen Türklerle Şiraz’da yaşayan Kaşkayı Türkleri gibi. Diğer şehirlerde de bu şekilde yerleşmeler söz konusuymuş. Bu yüzden Türklerle bir arada yaşama ve kaynaşma kültürü oluşmuş.

Hem Orta Asya’dan batıya gelirken İran koridorunun kullanılmış olması, hem Orta Asya’nın (özellikle önemli kültür şehirlerinin) tarihte İran egemenliği altında kalmış olması, hem de İran’ın uzun süre Türk Hanedanlar tarafından yönetilmiş olması kültürel olarak birbirimizi çok etkilememize ve ortak paydalar yaratmamıza yol açmış görünüyor.

 

Kendilerine Acem denmesinden hoşlanmıyorlar

 

İranlara söylememeniz gereken bir şey varsa o da “acem’’ kelimesi, kendilerine acem denmesinden hoşlanmıyorlar.  Araplar, İran’ı fethedince, kültürel üstünlük kurmak ve Arapçayı yerleştirmek için İranlılarla sürekli Arapça konuşur, anlamayınca da İranlıları acem diye küçümsermiş. Acem kelimesi anlamayan, konuşamayan, anlaması kıt anlamında kullanılırmış. Bu sebeple rehberimiz bu kelimenin İranlılar tarafından hiç sevilmediğini defalarca anlattı.

 

Nevruz bayramını coşkuyla kutluyorlar

 

Nevruz’un bizdeki gibi sadece yanan ateşin üzerinden valilerin atladığı bir bayramdan ibaret olmadığını, gerçekten halkın içten gelerek kutladığı bir bayram olduğunu İran’ı görünce insan daha iyi anlıyor.

Nevruz 21 Martta başlıyor. Bunun için tüm İran’da 13 gün tatil ilan ediliyor. Kurban ve Ramazan bayramları birer günmüş. Düşünün nevruzun önemini. Bu 13 gün süresince evlerde, otellerde, meydanlarda, mağazalarda bir masa üzerinde adı ‘’S’’ harfiyle başlayan yedi çeşit ürün takdim ediliyor.

Bu bayram süresince tüm toplum mobilize oluyor, İran’ı baştanbaşa dolaşıyor. Bütün toplumun seyahat etmesi halkın çeşitli kesimlerinin birbirini tanımasını, kaynaşmasını ve homojenleşmesini sağlıyor. Bizde ramazan ve kurban bayramlarında aileler ziyaret edilir, İran’da ise aile ziyaretini de aşan bütün şehirleri, tarihi ve dini mekânları,  türbeleri, sosyal mekânları kapsayan topyekûn bir şenlik söz konusu.

Bu bayram süresince bütün şehirlerin parklarında, sokaklarında, caddelerinde ve boş alanlarında çadırlar kuruluyor, insanlar buralarda kalıyor ve yemeklerini burada pişirebiliyor.

Bu alışkanlık toplumun orta ve alt gelir grubunda yer alan insanların seyahat etmesine imkân tanıyor. Yemek konusunda İran bizden çok daha ucuz bir ülke olduğu için bu durum da seyahati kolaylaştırarak şehirleri şenlik havasına büründürüyor.

 

Azınlıkların hakları konusunda bizden çok farklı değiller

 

Büyük Kuroş’un çağına göre gerçek bir laik ve gerçek bir demokrat ülke kurmuş olduğu anlaşılıyor. Çivi yazılarının tamamı üç dilde yazılmış, eski Farsça, Babilce ve Elamice. Bütün dinlere saygı gösterdiği ve hepsine aynı yakınlıkta duran bir sistem kurduğu kabul ediliyor.

Bu anlamda, bugünkü İran’dan ve başka daha çok sayıdaki ülkeden daha demokrat ve insan odaklı bir sistem kurduğu söylenebilir. Bugün İran’da hiçbir milletin kendi dilinde eğitim hakkı yokmuş (başka pek çok ülkede olduğu gibi.) Azınlıkların yalnızca kendi şehirlerindeki (ülke düzeyinde değil)  radyo ve televizyonlarında ancak belli kısıtlı saatlerde kendi dillerinde yayın yapma haklarının olabildiği ifade ediliyor.

 

YARIN: İran'da şairler, İran'da şehirler