Gündem

Iraklı Kürtler Bağdat karşısında neden hezimet yaşandı?

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ndeki referandumla ortaya çıkan zafer havası, Irak güçlerinin tartışmalı bölgelerin kontrolünü geri almasıyla sona erdi. Peki, Peşmerge güçlerinin geri çekilmesiyle ortaya çıkan hezimetin arkasındaki siyasi nedenler neler?

29 Nisan 2018 20:30

Çok değil, bir hafta öncesine kadar görüşü ne olursa olsun Irak'taki Kürtlerde son üç yıldaki kazanımlarla Kürt coğrafyasının neredeyse tamamlandığına dair gururlu bir bakış vardı.

Bütün tartışma "Hangi yol bu fiili durumu kalıcı bir statüye kavuşturur" sorusu etrafındaydı.

25 Eylül'deki bağımsızlık referandumuyla ilgili bölünmenin temelinde de bu soru yatıyordu.

Doğuda Hanekin ve batıda Şengal gibi yerler 2003'te Baas rejimini çökerten Amerikan işgalinden beri Peşmerge'nin fiilen kontrolü altındaydı.

Kerkük gibi yerlerin yanı sıra stratejik enerji sahaları da 2014'te Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) Musul'u düşürmesi ve Irak ordusunun çekilmesinin ardından Kürtlerin kontrolüne geçmişti.

Irak Kürdistan Bölgsel Yönetimi'nin (IKBY) son süreçte kontrolünde tuttuğu alanın yüzde 40'ını oluşturan bu topraklar, 15 Ekim'de Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerinin müdahalesiyle 24 saat içinde merkezi hükümetin kontrolüne geçti.

Barzani yönetiminin Kerkük'e müdahaleyi savaş ilanı saymasına ve binlerce Peşmerge'yi bölgeye yığıp halka seferberlik çağrısı yapmasına rağmen bu bölgeler bir iki yerdeki kısa süreli çatışmalar dışında direniş olmaksızın teslim edildi.

Resmi olmayan bilgilere göre 25 Peşmergenin öldüğü bir iki çatışma da, IŞİD'le mücadele eden uluslararası koalisyona (yani Amerikalılara) göre 'yanlış anlamadan' kaynaklandı.

Yerel kaynaklara göre Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), İran'ın baskısı altında Irak Başbakanı Haydar el İbadi'yle çekilme konusunda anlaştı ama karar, bütün cephelere zamanında iletilemediği için bazı birlikler direnç gösterdi.

Bu bir çöküş hikâyesi. Referandumla alınan risklerin ne olduğunu somut olarak Kürtlere yaşatan bir hezimet. Sadece Bağdat ile Erbil arasında statüsü tartışmalı olan bölgeleri kaybettiren değil Kürt siyasetini, ilişkilerin iki partisi arasındaki çatışmalarla şekillendiği 1990'ların koşullarına geri götüren bir sonuç.

Bu hezimeti getiren iç ve dış faktörler önemli:

Referandum kararı için Mesud Barzani kişisel ağırlığını ve bütün kredisini ortaya koydu.

Ancak Irak Kürdistan'da önemli kararlar için meclis kararının gerektiğini savunan partiler buna itiraz etti.

Muhalefete göre bu kararı meclis vermeliydi. Meclis ise Barzani'nin iki yıl önce dolan görev süresiyle ilgili tartışmaların önüne geçmek için kapatılmıştı.

İkinci parti pozisyonundaki Goran Hareketi'nin şartı ise meclisin, önce başkanlık krizine son verecek tasarıları görüştükten sonra referanduma gidilmesiydi.

Barzani'nin desteğini önemsediği KYB de kamuoyunun önünde referanduma karşı çıkan bir pozisyona düşmekten kaçınsa da kendi içinde bölünmüştü.

Bu partilerin hepsinin günün sonunda 'Evet' demesi referandumla ilgili tartışmaları geçersiz kılmıyordu.

Kürdistan ekonomisi büyük bir oranda petrol gelirlerine bağımlı. Bağdat'ın bütçe payını kesmesiyle maaşlar düzenli ödenemiyordu. Olası bir ablukaya karşı ekonomik olarak sürdürülebilir bir altyapı kurulamadı. Bunun yanı sıra kamu bütçesi şeffaf değildi. Petrol ve gümrüklerden gelen paranın nereye gittiğini denetleyecek bir mekanizma yoktu. Halk bundan mustaripti. Türkiye ve İran'ın ekonomik abluka dayatması halinde bir çıkış yolu da gösterilemedi.

Referandumun ertesi günü için yol haritası ortaya konulamadı. Referandumdan sonra hemen bağımsızlık ilanına gidilmeyeceği ve Bağdat'ta müzakereye geçileceği bir el yükseltme harekâtı ve Barzani'nin içerdeki sıkışmışlıktan kurtulma manevrası olarak algılandı.

Sözlü vaatler ve tartışmalar dışında Kürdistan'ın nasıl bir anayasaya ya da modele kavuşacağına dair bir proje ya da perspektif ortaya çıkmadı. Kerkük'teki Arap ve Türkmenlerin yanı sıra Şengal'deki Ezidilere ve diğer dini veya mezhebi azınlıklara somut anayasal güvenceler sunulmadı.

2014'te 7 bin kadar Peşmerge'nin Şengal'den çekilerek Ezidileri IŞİD'in insafına terk ettiği büyük hezimetten sonra Peşmerge güçleri, Musul vilayetindeki savaşla güven kazansa da Kürdistan güvenlik şemsiyesi kırılgandı.

Kürt iç barışını sağlayan 1999'daki anlaşmadan bu yana geçen onca zamana rağmen biri KYB'ye, diğeri KDP'ye bağlı iki Peşmergeli yapı değişmedi.

Peşmerge Bakanlığı ile oluşturulan ortak birlikler sembolik kaldı.

İki partiye bağlı istihbarat birimleri ya da Asayiş de tek çatı altında toplanamadı.

Yani işleyen ortak bir komuta ve kontrol mekanizması kurulamadı. Siyasallaşmış aşiret liderlerine bağlı Peşmerge geleneği, kurumsallaşmış entegre güvenlik yapısına transfer edilemedi.

Bağımsızlık sürecinin birincil muhatabı Bağdat.

Tartışmalı bölgeler ve enerji kaynaklarının paylaşımı gibi kritik meseleler ciddi bir müzakere sürecini gerektiriyor.

Fakat IKBY Bağdat'ta pazarlığa dayalı bir boşanma sürecine girmedi.

Bu tür bir müzakere sürecini atlayarak tek taraflı referandum savaş dahil bütün risklerin göze alındığı anlamına da geliyordu.

Ama savaş göze alınmış da değildi.

Kosova örneğindeki gibi anlaşma olmadan merkezden kopuşun BM'de tanınma garantisi yok.

Halka ne pahasına olursa olsun bağımsızlık, uluslararası topluma referandumdan sonra müzakere mesajı verildi. Irak Kürdistan yönetimi neyi tercih ettiği konusunda net olamadı.

Her iki ülkenin ortak hassasiyeti bölünme sendromuna.

Buna ilaveten Türkiye de son zamanlarda İran'ın 'ikinci İsrail kuruluyor' iddiasını paylaşır hale geldi.

Bunun büyük bir komplo ve ihanet olduğu tezi Ankara'da karşılık buldu.

Referandum kampanyalarında dalgalanan İsrail bayrakları, Kürdistan'a karşı sert retoriğin malzemesi yapıldı.

Ankara ve Tahran'ın bağımsız Kürdistan konusundaki pozisyonu "Coğrafya kaderdir" sözünün ağırlığını artıran bir durum.

Eğer Bağdat'la anlaşmalı boşanma olmayacaksa Kürdistan'ın yaşayabilmesi bu iki ülkeden birinin rızasına bağlı.

Bu kader zincirinin, Suriye'nin kuzeyinde Rojava üzerinden kırılacağına dair iyimser senaryoları dillendirenler de oldu. Ama bu reel bir alternatif değil sadece bir gelecek tahayyülü.

Sonuçta bu iki ülke abluka tehdidiyle Kürdistan projesini nasıl akamete uğratabileceklerini gösterdi.

Hava trafiğinin kesilmesine ilaveten Türkiye, Habur Sınır Kapısı'nı merkezi hükümete bırakma, alternatif olarak Ovaköy'den yeni kapı açma ve Musul üzerinden gelen Kerkük boru hattını yeniden devreye sokma planlarını gündemine aldı.

İki ülke Irak'ın sembolik katılımıyla ayrı ayrı düzenledikleri askeri tatbikatlarla kas gücünü de göstermeyi ihmal etmedi.

Daha da önemlisi İran, hem KYB ile geçmişten gelen bağlarını çok iyi kullandı hem de Irak'ın alacağı askeri ve siyasi önlemlerde yönlendirici oldu.

ABD'nin referanduma destek çıkmaması ve ardından Bağdat, Tahran ve Ankara ekseninde gelişen cezalandırıcı önlemler karşısında sessiz kalması tartışmalı bölgeleri hükümetin kontrolüne geçiren süreci kolaylaştırdı.

ABD'nin referandumun ertelenmesini isterken iki gerekçesi vardı: IŞİD'le mücadele süreci etkilenebilir. 2018'de Irak'ta yapılacak seçimlerde İran'la bağlantılı siyasi kanatları dengeleyecek lider olarak görülen Haydar el İbadi'nin kazanma şansı azalır. Her iki durumda da İran'ın Irak'taki nüfuzu artar.

Kerkük'ü kaybetmiş bir liderin Irak'ta tekrar seçim kazanması pek olası değildi. O yüzden ABD'ye göre referandum zamansızdı.

Yine de Barzani ABD'nin referandumun ertelenmesi konusundaki telkinlerini göz ardı etti.

Beyaz Saray'ın IŞİD'le mücadele koordinatörü Brett McGurk'un temaslarına ilaveten ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Barzani'ye yazdığı bir mektupla referandumun ertelenmesi karşılığında Irak'la bir yıllık müzakere ve müzakerelerin başarısızlığa uğraması halinde düzenlenecek referanduma destek taahhüdünde bulundu.

Bunun Erbil'in Irak'ta Washington'ın çıkarlarını gözetmediğine dair bir hayal kırıklığı yaratmış olması muhtemel.

Zaten Amerikan yönetimi, Erbil'in Türkiye ve Rusya ile yaptığı uzun vadeli petrol anlaşmalarından rahatsızdı.

IŞİD'le mücadelede gerekli ortaklık bu rahatsızlığı arka plana atıyordu.

Ayrıca Kürtlerin yeni Irak'ın inşasına ortak eden ve Erbil ile Bağdat arasındaki tartışmalı bölgeler meselesinin çözümüne dair yol haritasını belirleyen Irak anayasası da ABD'nin eseriydi.

Bağdat "Anayasal düzeni tesis için harekete geçiyorum" dediğinde ABD'nin itiraz etme lüksü yoktu. ABD'nin önceliği evvela kendi başarısı olarak gördüğü bu anayasanın hükümlerinin uygulanmasıydı. Eğer bu süreç işlemezse alternatif bir yol haritası düşünülebilirdi.

Uluslar sahnesine hazırlanan Kürdistan uluslararası alanda bir diplomatik hazırlık yürütmedi.

Barzani'nin son günlere bırakılmış birkaç teması bunun için yeterli değildi.

En azından BM'nin referandum için gözlemci göndermesi sağlanamadı.

BM Irak'a Yardım Misyonu'nun (UNAMI) referandum sürecine hiçbir şekilde dahil olmayacakları açıklaması uluslararası desteğin olmadığına dair olabildiğince açık bir ifadeydi.

BM Güvenlik Konseyi üyeleri arasından da açık çek yazan olmadı.

Kürdistan'ı yeni bir fırsat penceresi olarak gören Rusya da yaptırımlara sıcak bakmasa da merkezi hükümetleri önceleyen klasik dış politikasından sapma gereği duymadı. İsrail'in verdiği destek ise esasen bu coğrafyada 'köstek' işlevi gördü.