Ekonomi

IMF Dünyada Ekonomik Görünüm Raporu: Gözler Arjantin ve Türkiye ekonomilerinin üzerinde

IMF, 2019 yılı için büyüme hızı beklentisini yüzde 3,5'den yüzde 3,2'ye çekti

11 Nisan 2019 11:31
Ergin Yıldızoğlu
İktisatçı

Geçen yıl başlayan, bu yılın ilk aylarında yoğunlaşan "2019 yılında dünya ekonomisinde ne olacak?" tartışmasında belli bir mutabakat giderek oluşuyor. IMF'nin en son "Dünyada Ekonomik Görünüm" raporu da bu mutabakata uygundu,

Bu tartışmalara katılan ekonomistler ve yatırımcılar arasında kabaca üç taraf vardı. Bir, taraf, 2019 yılında "ABD'de ve genel olarak dünya ekonomisinde bir resesyon riski var ve risk artıyor" diyordu. Buna karşılık ikinci taraf, ABD ekonomisinin ve dünya ekonomisinin yavaşladığını kabul ediyor ve "Yavaşladığı doğru ama resesyon riski yok" diyordu. Zayıf da olsa ekonomik toparlanma devam edecek diyen "iyimserler" de vardı.

Yavaşlama kesinleşti

Önce, Dünya Ticaret Örgütü, dünya ticaretinin, 2018 yılının son çeyreğinde belirgin biçimde yavaşlayarak 2009'dan bu yana en düşük düzeyine indiğini açıkladı. Deniz taşımacılığı konteyner fiyatlarını izleyen, bir yüzü geleceğe bakan, Baltık Dry Index de (Talep varsa yükseliyor, yoksa geriliyor), dünya ticaretindeki belirgin yavaşlamaya uygun olarak Temmuz 2018'de 1600 düzeyinden bu yıl başında 600 düzeyine düşmüştü. Halen 800'in altında seyrediyor. Bu verilere bakarak toparlanmanın zayıf da olsa devam ettiğini savunan kesimin tartışmanın dışına düştüğünü söyleyebiliriz

Brooking Institute ve Financial Times'ın birlikte hazırladığı dünya ekonomisinde büyüme momentumunu ölçen izleyici indeksin geçen hafta açıklanan son verileri, gelişmiş ve yükselen piyasa ekonomilerinin büyüme eğilimlerinde hızlı ve senkronize (eş zamanlı) bir momentum kaybının yaşanmakta olduğunu gösteriyordu. Aşağıda değineceğim gibi "senkronize" gözlemi özellikle önemli.

Kapitalizmin tarihi, önde gelen ekonomiler arasında başlayan senkronize yavaşlamalarla mali krizler, resesyonlar arasında yakın bir ilişki olduğunu düşündüren deneylerle dolu. Senkronizasyon demek yatırımcılar için yavaşlayan ekonomilerden kaçarak sığınacak bir limanın, ya da dünya ekonomisini peşinden sürükleyecek bir lokomotifin yokluğu anlamına geliyor. Bu nedenle, senkronizasyon başlayınca, ekonomilerin sorunları birbirini besliyor rekabet sertleşiyor, jeopolitik riskler önem kazanıyor. Bu deneyler içindeki en önemli örnek de şüphesiz 1929 öncesinde güçlenmeye başlayan senkronizasyon, finansal kriz, "Büyük Durgunluk" ve sonra da 2. Dünya Savaşı olsa gerek.

Bir yılda hava değişmiş

IMF'nin Çarşamba günü yayımlanan "Dünyada Ekonomik Durum: Büyüme yavaşlıyor, toparlanma kırılgan" başlıklı raporu "Bir yıl önce bütün bölgelerde ekonomik büyüme hızlanıyordu, dünya ekonomisinin 2018'de yüzde 3.9 büyümesi bekleniyordu. O günden bu yana çok şey değişti" saptamalarıyla başlıyor.

Raporda IMF, dünya ekonomisinde 2019 yılı için büyüme hızı beklentisini yüzde 3,5'den yüzde 3,2'ye çekerek, adeta "Toparlanma mı, yavaşlama mı?" tartışmasına son noktayı koyuyor. IMF raporundan, 6 büyüklerin (ABD, İngiltere, Japonya, Euro Bölgesi, Çin, Hindistan) sanayi üretimi büyüme hızında ve Satın Alma Müdürleri Endeksi'nde 2017 yılının ikinci yarısında başlayan 2018 yılında güçlenen bir yavaşlama eğiliminin egemen olduğu anlaşılıyor.

IMF raporu, ABD ekonomisinde 2018 yılının son çeyreğinde belirginleşen gerileme eğiliminin devam edeceğini gösteriyor. Raporda, Almanya ekonomisinin, yüzde 0,8 ile negatif büyüme sınırındaki zayıflığı, Brexit sürecindeki belirsizliğin Avrupa ve İngiltere ekonomilerine getirdiği yüklerin büyüme beklentileri üzerindeki olumsuz etkileri, Çin ekonomisindeki yüzde 6,5'den yüzde 6'ya gerileyen büyüme hızı, tüm bunlar, en iyi koşullarda, 2019'un sonunda, en fazla "kırılgan bir toparlanmadan" söz edilebileceğini düşündürüyor.

Buna karşılık ABD ile Çin arasındaki, şimdi Avrupa Birliği'ni de içine çekmeye başlayan ticaret savaşının, yükselen piyasalarda Arjantin ve Türkiye'den başlayarak yayılabilecek bir döviz/borç krizi olasılığının, jeopolitik alanında beklenmedik bir risk artışının, "en iyi koşulların" gerçekleşmesini tehlikeye atarak bir küresel resesyonu tetikleme olasılığı var.

IMF de dünya ekonomisinin çok "hassas" bir noktada olduğunu söylerken yüzde 3,2 büyüme oranının 2019'dan bu yana en düşük düzeyi temsil ettiğini de vurguluyor, risklerin bir gerileme olasılığını güçlendirme yönünde olduğuna işaret ediyor.

Dünya ticaretindeki yavaşlama eğilimine IMF'de dikkat çekiyor. IMF, Dünya ticaret hacminde 2018 yılında yüzde 3.8 olarak gerçekleşen büyüme hızının bu yıl yüzde 3.4'e gerilemesini bekliyor. Diğer bir deyişle, ekonomik büyüme hızı ile ticaret hacmi büyüme hızı neredeyse aynı düzeyde ilerliyor.

Geçmişte, dünya ekonomisinin göreli olarak istikrarlı dönemlerinde, dünya ticaret hacminin büyüme oranı, dünya ekonomisinin büyüme oranının iki katına yakın bir düzeyde gerçekleşiyordu. Örneğin, 1990-2008 döneminde küresel büyüme hızı yıllık ortalama 3.2 düzeyinde seyrederken, dünya ticaret hacmi yüzde 6 düzeyinde büyüyordu. Bu ilişki 2007'de bozulmuş, 2009'daki çöküşü izleyen 2010 yılındaki hızlı sıçrama dışında bir daha hiç düzelmemiş. Bu da dünya ekonomisinin 2008 kriziyle girdiği "uzun durgunluk" döneminden henüz çıkamadığını gösteriyor.

Gerçekten de IMF'nin yüzde 3,2 büyüme oranı beklentisi, çok "hassas" bir yere, dünya ekonomisi için resesyon sınırı sayılan yüzde 2,5 - yüzde 3 büyüme hızı bandının kıyısına kadar gelindiğine işaret ediyor. Diğer bir deyişle, şimdi tartışma yavaşlama mı resesyon mu ikilemine dönüşüyor.

Resesyon olasılığı artıyor mu?

Birçok ekonomi yazarı, bir küresel resesyon olasılığının artmakta olduğuna inanıyor. Bu tartışmalarda, küresel ekonominin kaderini belirlemek açısından, dünyanın mali merkezi ve en büyük ekonomisi, ABD ekonomisinin performansı çok önemli; özellikle, yukarda değindiğim, Brooking Institute-Financial Times araştırmasının gösterdiği gibi dünya ekonomisinde senkronize bir yavaşlamanın yaşandığı dönemde…

The Daily Telegraph'ta Ambrose Evans-Pritchard'ın aktardığına göre Citigroup, Amerikan ekonomisine ilişkin resesyon modelinde tüm göstergelerin alarm sinyalleri verdiğini söylüyor. Citigrup şirket karlarında bir resesyon yaşanacağını düşünüyor

Özel olarak ABD ekonomisinde genel olarak da dünya ekonomisinde bir resesyon beklentisinin arkasında, öncelikle iki gözlem ve resesyonu tetikleyebilecek bir mali kriz olasılığı yatıyor.

Gözlem 1: ABD ve Almanya ekonomilerinde, geçen ay hazine bonoları getiri eğrisi (yield curve) tersine döndü. Uzun dönemli, örneğin 10 yıllık, hazine bonolarının getirileri, kısa dönemli, örneğin 3 aylık hazine bonolarının getirilerinin altına inerse getiri eğrisi tersine döndü deniyor. Bu durum, piyasalardaki yatırımcıların, geleceğe ilişkin ekonomik beklentilerinin olumsuz olduğunu gösteriyor.

Tarihsel olarak bugüne kadar, özellikle ABD ekonomisinde böyle durumların ardından sert bir resesyon yaşandı. Getiri eğrisinin geçen ay tersine dönmesi, bugün de benzer bir durumun söz konusu olabileceğini düşündürüyor. Kesin bir gösterge olmamasına karşın, getiri eğrisinin geçmiş deneylerine bakarak, tersine dönmesine önem vermek gerekiyor. Ancak, bugün koşullar farklı diyerek, bu eğrinin açıklama gücünü sorgulayanlar; yatırımcıların bu eğriye bakarak tutum almaya başlaması durumunda bir resesyon olasılığının artacağını, dolayısıyla getiri eğrisinin önceden haber veren bir gösterge değil, resesyonun nedenlerinden bir olabileceğini düşünenler de var.

Gözlem 2: ABD'de Washington'daki Urban Institute araştırmacılarından Eugene Steuerle'nin National Association for Business Economics tarafından geçen ay yayımlanan bir araştırması, ABD'de, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde üçüncü kez bir "servet köpüğünün" oluştuğunu ortaya koyuyordu.

İlk köpük 1999'da, ikincisi de 2006'da oluşmuş. Her iki köpük de patlayarak sert bir mali kriz ve resesyon yaratmıştı. 2000'li yılların başında borsalar şiddetle sarsılmış, başlayan resesyon güçlü bir parasal genişleme ve sıfır faiz oranlarıyla savuşturulmuştu. Böylece bir mali çöküş önlendi, borsalar tekrar tırmanmaya başladı kredi hacmi olağan üstü boyutlara çıktı.

Steuerle, araştırmasında, bu dönemde ABD'de ikinci servet balonunun oluştuğunu verilerle gösteriyor. Bu balon patlayınca, yeni bir mali kriz, sert bir resesyon yaşandı. Steuerle, mali, krizi izleyen "uzun durgunluk" içinde, merkez bankalarının niceliksel genişleme olarak tanımladıkları para politikalarına paralel olarak, yeni bir servet köpüğünün oluşmaya başladığını, bu köpüğün 2018 yılında, öncekilerden çok daha büyük bir boyuta ulaştığını gösteriyor; "Şimdi bu köpük yine patlayarak yeni bir mali krize ve sert bir resesyona yol açabilir" diyor.

Bu iki gözlemi, dünya ekonomisinde borç yükünün mali krizden bu yana geçen 10 yıl içinde azalmadığını, hatta Çin ekonomisinde yedi kat arttığına, en son verilere göre ABD'de konut, öğrenci borçları, otomobil piyasalarında ve Çin'de konut piyasalarında oluşan yeni balonlara ilişkin gözlemlerle birleştirilebiliriz. Bu durumda, bir küresel resesyonu tetikleyebilecek yeni bir mali krize ilişkin senaryolar üzerinde bu kez merkez bankalarının alet çantasında yeterince araç kalmadığına ilişkin kaygıları da anımsayarak, düşünmeye başlayabiliriz.

Bu senaryolardan biri de ne yazık ki Türkiye ekonomisini içeriyor. Dünya ekonomisinin ve mali dengelerinin kırılgan, ya da IMF raporunda kullanılan kavramla, "hassas" olduğu dönemlerde, yükselmekte olan piyasaların birinde patlak veren bir borç ve döviz krizi, uluslararası yatırımcıların risk algısını aniden değiştirebiliyor ve kriz hızla, "bulaşıcılık" tabir edilen bir ilişki içinde diğer yükselen piyasalara sıçrayarak dünya ekonomisinin tamamını etkileyebiliyor.

1980'lerin ve 1990'ların başında, Meksika'da patlak veren borç krizleri, iki kez böyle bir bulaşıcılık dalgasının kaynağı olmuştu. 1997'de Asya krizi olarak anılan olay da Tayland'da başlayan bir döviz krizinin önce bölgeye sonra da Rusya ve Brezilya'ya kadar yayılmasına yol açmıştı.

Bu kez gözler, Arjantin ve Türkiye ekonomilerinin üzerinde. Uluslararası finansa piyasaları, özellikle, ekonomik büyümesi, ihracatı dış kaynak girişine bağımlı, büyük bir borç yükünü taşımaya çalışırken hızla durgunluğa ve resesyona giren, siyasi rejimindeki sorunlardan, liderliğinin kısa dönemli çıkarlar odaklanan bakışından dolayı tutarlı ve etkin ekonomi politikaları üretemeyen, bu sırada parası hızla değer kaybeden Türkiye'nin "dünya ekonomisini ateşe verecek kıvılcım" olmasından korkuyorlar.