26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, tüm sanıkların silahlı terör örgütü kurma ve örgüt üyeliği suçlarından beraat ettiği Ergenekon davasıyla ilgili konuştu. Başbuğ, "Gururuna yediremeyip intihar edenler ne olacak?" diye sordu.
26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Habertürk'te Didem Arslan Yılmaz'ın sorularını yanıtladı.
12 Haziran 2007’de ihbar üzerine İstanbul Ümraniye’deki bir gecekonduda 27 el bombasının ele geçirilmesiyle başlayan ve Yargıtay’ın bozma kararının ardından 235 sanık yönünden yeniden görülen ve tüm sanıklar silahlı terör örgütü kurma ve örgüt üyeliği suçlarından beraat ettiği Ergenekon davasıyla ilgili konuştu. Başbuğ, "2007'den bugüne kadarki sürece baktığımızda beraatla sonuçlandı, çeşitli davalar bitti. Bu süreçte hayatlarını kaybeden arkadaşlarımız var. Asker sivil. bu değerli arkadaşlarımız asker sivil bunları ben şehit olarak görüyorum. Bunların acısında özür dilemek hafif kalır. Hayatını kaybedenlere neden olanlar mutlaka cezasını görmeli" dedi.
Çözüm süreciyle ilgili de açıklamalar yapan Başbuğ, "Türkiye çözüm süreci yaşadı. TSK endişelerini siyasi makamlara ilettti. Sonra neler yaşadı Türkiye? Bu konudaki endişelerini uygun bir lisanla kamuoyuyla paylaşsa idi bazı konuların düzeltilmesinde acaba etken olabilir miydi?" ifadelerini kullandı.
Başbuğ'un açıklamalarından satır başları:
Aslında komplonun ana hedefi TSK. TSK ana hedef olmakla beraber bugün net anlaşılıyor ki, aslında komplolar sürecinin ana hedefinde Atatürk ve Cumhuriyet var. Komplolar 2007 yılında başlıyor, 2014 yılına kadar sürüyor. Bunun bir de yargılama süreci var. İlk gözaltı sürecinden başlatırsak 12 yıl geçmiş. Bugün komplolar çerçevesinde yapılan davalara baktığımızda, hemen hemen hepsinin sonuçlandığını, suçlanan herkesin beraat ettiğini görüyoruz. Pazartesi de Ergenekon davasıyla ilgili olarak mahkemenin kararı netleşti. Bu süreçte komplolardan tam neticelenmeyen sadece Balyoz davasındaki 7 kişinin durumu var. Onların dosyası da Yargıtay'da ilgili dairede yıllardır bekliyor. Temenni ederiz ki o dava da bir an önce beraatla neticelenir ve böylece komploların tümü sonuçlanmış olur.
"Gururuna yediremeyip intihar edenler ne olacak?"
2007'den bugüne kadarki sürece baktığımızda beraatla sonuçlandı, çeşitli davalar bitti. Bu süreçte hayatlarını kaybeden arkadaşlarımız var. Asker sivil. Türkan Saylan hastaydı belki de ölümünü hızlandırdılar. İlhan Selçuk hasta değildi, belki de Selçuk üzüntüler ve karşılaştığı durumlar karşısında, hatta geçenlerde birisi 'ben artık yaşamak istemiyorum' demişti. Ali Tatar var. Gencecik bir öğretmen, deniz subayımız. Dayanamadı, gururuna yediremedi intihar etti. Abdülkerim Kırca var. Jandarma subayıdır, terörle mücadelede benim yanımda da görev yapan birisi. Alay komutanı iken PKK'lılarla mücadele ederken maalesef yürüyemez hale geldi. Emekli oldu. Ben onu MGK Genel Sekreterliği'ne aldım, sandalyesiyle geliyordu. PKK karşısında kahramanca mücadele eden Abdülkerim Kırca suçlandı. Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından şeref madalyasıyla ödüllendirdi. Gururuna yediremedi, intihar etti.
"Hayatını kaybedenlere neden olanlar cezasını görmeli"
Muzaffer Tekin. Silivri'de hastalandı, kanser oldu. Onurlu bir çocuk. Kaşif Kozinoğlu var. Cem Aziz Çakmak var amiral. Murat Özenak var. Kuddusi Okur var. Şimdi ne olacak? Bu komploları işleyen insanlar aslında bir insanlık suçu işlemişler. Kaç kişinin hayatına malolmuşlar. Özürle bu ölen insanları geri mi getireceğiz? Gereken cezaları görmeliler. Bir noktada şehit olan bu değerli arkadaşlarımız asker sivil bunları ben şehit olarak görüyorum. Bunların acısında özür dilemek hafif kalır. Hayatını kaybedenlere neden olanlar mutlaka cezasını görmeli.
"Gülen terör örgütü 80'den sonra TSK'ya sızmaya başlamış"
Gerek Ergenekon'dan Çıkış kitabımızda gerek daha önceki kitaplarımız var. Bu komplolar 2007'de başlatırsak, 2014'e kadar sürecek olan komplolarda temel amaç ne idi? Kimin açısından? Tabii ki Fetullah Gülen Terör Örgütü açısından, dış güçler açısından, siyasi iktidar açısından bakacağız. Bence temel nokta Fetullah Gülen örgütü TSK'ya sızmaya başlıyor mu? Başlıyor. Esas ağırlıklı olarak karşımıza çıkan yıl 1980 ve sonrası. İlginç, askeri darbeden sonra. Demek ki 2008'den sonra hızlandığını görüyorsunuz. Askerlerin burada rolü olabilir sivil iktidarı da unutmayalım. Turgut Özal'ın da burada Fetullah Gülen cemaatinin büyümesinde rolü var. Gülen cemaatının sızdırdığı kişiler silahlı kuvvetlerde alt, küçük rütbelerde. 15 Temmuz'da daha ziyade albay, tuğgeneral seviyesinde. Silahlı kuvvetlerin komuta kademesindeki üstünü ele geçirmek burada amaç.
"Sonuçta TSK'nın etkinliğinin, sesinin kesilmesi"
Burada önemli olan TSK'daki kilit görevlere kendi adamlarını getirebilmek. Onların boşaltılması lazım ki, oraların doldurulması lazım. Fetullah Gülen açısından makro hedef bu; kendi elemanlarını üst kademelere getirebilmek. Siyasi iktidtar da FETÖ'nün bu maksadını anlayamadı. Siyasi iktidar da bu süreçte, hatırlayın o yıllarda Türkiye-AB ilişkileri devam ediyor, askeri vesayet, TSK'nın etkinliği vs. Bu açıdan bakar iseniz tabii ki silahlı kuvvetlerin etkinliğinin azaltılması, yani bir dönem özellikle Genelkurmay Başkanlığı karargahı önemli konularda silahlı kuvvetlerin görüşlerini ifade ediyordu. Bazen belki gereksiz olan bazı şeyler olmuş mudur? Neticede ortada askeri vesayet kavramı var. Askeri vesayetten kastedilen TSK'nın kendi alanına giren, ülkenin güvenlik alanındaki etkinliğinin kırılması, TSK'nın sesinin kesilmesi. Sonuçta da bunun gerçekleştiğini görüyorsunuz.
"TSK'nın sicili bu bakımdan zayıf, vukuatlı"
1960'lardan başlıyoruz, bu işin milâdını 1960 alırsanız, 2010'a kadar 50 yıllık süreç var. Bu süreçte askeri darbeler oldu mu? Oldu. Siyasete direk müdahale oldu mu? Oldu. 1971 12 Mart muhtırası, 1980. Bunlar siyasete TSK'nın direk müdahaleleri. Biz bunlarla ilgili görüşlerimizi açık seçik kitaplarımızda yazdık. Askeri müdahaleler Türkiye'de demokrasiyi zayıflatmıştır. Bugün yaşadığımız sorunlara ana neden oluşturmuştur. TSK'nın sicili bu bakımdan zayıf, vukuatlı.
"Siyasal iktidar beğenmezse sizi görevinizden alır"
TSK anayasal bir kurum. TSK'nın görev, yetki ve sorumlulukları anayasa ve yasalarla çizilmiş. Bir kere bu sınırlar içinde olmanız lazım. Aksini düşünmek demokrasilerde mümkün değil. TSK'nın elbette ülkenin kendi yetki ve sorumlulukları alanına giren konular, ki bunlar özellikle güvenlik konularıdır. Görüşleri ve önerileri, teklifleri olması doğal, doğalın da ötesi vazifesi. Bunu elbette ilk önce resmi makamlarla, resmi toplantılar kanalıyla TSK'nın görüşünü ilgili makamlara anlatacaktır. Son karar elbette siyasi otoriteye aittir. Güvenlik konularıyla ilgili ABD Genelkurmay Başkanlığı, İngiltere'de olduğu gibi elbette Türkiye'de tek yetkili makam Genelkurmay Başkanlığı'dır. Görüş ve önerinizi siyasi makamlara arz edeceksiniz. Kabul eder veya etmez. Elbette onların sorumluluğu. Ama konu önemliyse, ülkenin güvenliği açısından, sizin bunu kamuoyuyla paylaşmak göreviniz var. Siyasi iktidar sizin açıklamanızdan rahatsız olabilir, beğenmeyebilir, yasalar çerçevesinde sizi görevinizden alır.
"Çözüm sürecinde düşüncelerimizi kamuouyla paylaşsaydık"
Türkiye çözüm süreci yaşadı. TSK endişelerini siyasi makamlara iletti. Sonra neler yaşadı Türkiye? Bu konudaki endişelerini uygun bir lisanla kamuoyuyla paylaşsa idi bazı konuların düzeltilmesinde acaba etken olabilir miydi?
"Silivri'de bile savunma yapmadım benim tarzım değil"
2008-2010 dönemi FETÖ tarafından yapılan, planlanan, icra edilenlerin en yoğun olduğu dönem. Zor dönem. Yönetilmesi kolay bir dönem değil. Anlamakta zorlandığınız bir olayı yönetmenin ne kadar zor olduğunu kabul edin. Bazı eksiklikler, noksanlar, hatalar olmuş mudur, gayet tabii. Önemli olan hakikaten ilk önce bu özellikle 2008-2010 sürecindeki olayları anlamak lazım? Amaç nedir, ne yapılmak istendi? Bu fevkalade önemli bir nokta. Çok açık konuşuyorum, amacım savunma yapmak falan değil. Neyin savunmasını yapacağım? Silivri'de savunma yapmadım. Savunma yapmak benimsediğim hareket tarzım değil. Eleştiri yapanlar bilgiye dayalı eleştiri yapıyorsa saygı duyarız. Ama hiçbir bilgiye dayanmayan, yani bir şeyi bilmeden bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar. O tip eleştirileri de ciddiye alma durumunda değilim. Özelikle 2008-2010 dönemindeki amaçlarını söyledim. Komuta kademesindeki önemli noktaları ele geçirmek. Bu dönemi anlamak bile zor.
"Ergenekon düğmesine 17 Haziran 2007'de basıldı"
FETÖ'nün ilk denemesi Şemdinli soruşturması, 2005. Hedefte Kara Kuvvetleri Komutanı vardır. Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanı olmasını engellemek. Bazı üst rütbeli subay ve generaller de var hedefte. Siyasi iktidarın bu davaya gerekli desteği vermemesi neticesinde sonuç alınamadı, bir şey yapamadılar. Şemdinli'den sonra 2006 yılında Danıştay cinayeti var 17 Mayıs'ta. Olayların başlaması 19 Ocak 2007 Hrant Dink cinayetiyle başlıyor. Amaç bu cinayetle TSK arasında bağlantı kurabilmek. İşi TSK üzerine yıkmak. Malatya'daki menfur cinayet, Danıştay, Ergenekon'la TSK üzerine yıkmak istemediler mi? Hrant Dink 19 Ocak 2007'de öldürülecek. Onun akabinde Emniyet Başbakan'ın önüne Ergenekon şemasını koyacak. Hrant Dink, Ergenekon bağlantısını göstermeye çalıştılar. Daha sonra 12 Haziran 2007 Ümraniye'deki el bombalarının bulunması. 22 Temmuz'da genel seçim var. 27 Temmuz 2007'de Ergenekon düğmesine basılıyor.
"Komploların ve iddiaların askeri kanadı olması lazımdı"
1 Temmuz 2008'de Şener Eruygur ve Hurşit Tolon tutuklanacak. FETÖ olayları tırmandırarak götürüyor. Bu önemli bir olay. Ben 30 Ağustos'ta görevi aldım. İlk yaptığımız iş 3 Eylül 2008'de Hurşit Tolon ve Şener Eruygur'u TSK adına yattıkları cezaevinde ziyaret etmek oldu. Bir taraftan Ergenekon giderken, önemli olan FETÖ bu davaları bir darbe zemini hazırlamak ve darbe olayını gerçekleştirmek olarak planladıkları için, bu iddialarını, komplolarının bir askeri kanadın, bacağın olması lazım. Burası fevkalade önemli. Bir taraftan Ergenekon giderken dava, tutuklama, gözaltılar. Burada esas önemli olan Ergenekon devam ederken Erzincan olayı çok önemli. Kamuoyu Erzincan olayını pek bilmiyor.
"Kayseri soruşturmasında biz FETÖ olayını yakalamıştık"
Erzincan Cumhuriyet Savcısı olan İlhan Cihaner, kendisine gelen bilgiler çerçevesinde 23 Şubat 2009'da başlattığı soruşturmalar kapsamında ilk gözaltılar oluyor. Soruşturmanın odağında İsmailağa Cemaati var. Soruşturma ilerledikçe İlhan Cihaner bu olayın içinde FETÖ ile ilgili bazı bilgi ve bulgulara ulaşacak. İsmailağa üzerinden başlayan olay FETÖ cemaatine gitmeye başlıyor. Olay burada kopuyor. FETÖ'ye gitmeye başladığı anda Erzurum'daki özel yetkili savcı Osman Şanal, biraz evvel dediğim gibi, 'bu silahlı örgüttür, senin yetkili alanına girmez, benim alanıma girer' deyip Mart 2009'da dosyayı alacak. Burada FETÖ'ye giden bir hareketle karşı karşıyayız. 10 Mart 2009'da Erzurum, Osman Şanal dosyayı alacak. Bundan 1 hafta evvel bizim Kayseri'de Hava Kuvvetleri Savcılığı'nın götürdüğü soruşturma var. Kayseri soruşturması bilgisi bana geldiğinde. 3-4 astsubay var, ışık evlerinde yetiştiklerini ve FETÖ ile bağlantılı olduğu ifadesini verdiler. Dedik ki 'Bir taraftan yakalıyoruz'. Özellikle Kara Kuvvetleri Komutanı iken FETÖ'nün ne kadar tehdit olduğunun farkındaydık. FETÖ'nün TSK için ne kadar hayati tehdit olduğunun farkındayız. Ama somut deliller lazım. Ama Kayseri olayında yakaladık, bir yere gidiyoruz diye sevindik.
"Fetullah Gülen'i söylemiyorum ama herkes anlıyor"
2003-2005 Genelkurmay İkinci Başkanlığı dönemim. TSK'da Fetullah Gülen'le ilgili ilk defa canlı yayında basın toplantısında açık olarak söyleyen benim. 26 Ocak 2005'de. Birisi '2003 yılında davaların ertelenmesine ilişkin bir yasa çıktı. Son dönemde Fetullah Gülen irtica, terör öncelikli tehdit demiştiniz. Bu konuda ne diyorsunuz?' diyor. Ben de, '2003 yılında davalar ertelendi, bir yasa çıktı. Burada iddianamede Fetullah Gülen'le ilgili öne sürülen suçlamaya dikkat edelim' diyorum. Laik devlet yapısını değiştirerek, yerine dini kurallara dayalı devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup, bu amaç doğrusunda faaliyette bulunmak... İddianamede yer alan suçlama 2016'a karşımıza çıkıyor. Harp Akademeleri konuşmasında direk olarak Fetullah Gülen ismini zikretmiyoruz. Prensip olarak isimlerden ziyade kurumsal isimleri söylemeyi tercih ederiz. Ben orada Fetullah Gülen ismini söylemiyorum ama ertesi günü bütün gazetelerde herkes 'komutan PKK sorununu çok iyi anlattı, Kürt vatandaşlarımızla ilgili çok sıcak mesajlar verdi, ama bir tek Fetullah Gülen cemaatini hedef aldı' dediler. Kırılma noktası 14 Nisan 2009 Harp Akademeleri konuşması. Ergenekon ve özellikle Erzincan olayı devam ediyor. Ne diyoruz; bu cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak TSK'yı görmektedirler. Her fırsattan istifade ederek destekleyicilerin de yardımıyla TSK aleyhinde faaliyette bulunmaktadırlar. Hukuk devleti kapsamında TSK'nın tepkisiz ve etksiz kalacağını düşünmek en büyük yanılgı olur diyorum... Eylem olarak ne yapabilirim ben?
"Ben MİT'ten TSK'da Fetullahçı isim istedim polis listesi verildi"
MİT Yasası'na göre MİT Müsteşarı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı'nın isteklerini yapmakla mükellef. Bana bu konuda MİT yardımcı olacak. MİT Müsteşarı'nı çağırdım. Fetullah Gülen cemaatiyle ilgili olarak somut bilgilere ihtiyacımız var. İsim istiyorum. Benim için önemli olan şu, TSK'da kim Fetullah Gülen? Bana ismen verin bunu dedim. Hakkım mı? Hakkım. Peki alabildim mi? Biz Emre Taner'le iyi çalıştık o ayrı konu. Bana sadece isim bazında polislerin isimlerini verdi. Fetullah Gülen'le bağlantılı olduğu isimler. Başka kaynaklarla da teyit ettik. O isim listesini sayın Başbakana verdim. Bana TSK'da Ahmet, Mehmet, Hüseyin Fetullah Gülencidir diye bir isim verildi mi? Verilmedi.
"Terörle mücadele eden Temizöz'e soruşturma açıldı"
Sayın İlhan Cihaner Erzurum'da Fetullah Cemaatine dokundu elinden dosya alındı. Biz Kayseri'de soruşturmada Fetullah Gülen'in kuyruğunu yakaladık, dedik ki 'tamam'. Bu olay devam ederken, Cemal Temizöz olayı çıktı. Kayseri'de Jandarma Alay Komutanı. Temizöz 90'lı yıllarda Cizre'de. Diyarbakır'da özel yetkili savcılık onu ifade vermeye çağırdı. Terörle mücadelede yıllarca mücadele eden subayımız. Cizre'de 90'lı yıllarda asılsız ihbarlar üzerine soruşturma açılmış, Diyarbakır'a ifade vermeye çalışıyor. Biz terörle mücadele içindeyiz. Beraat ettiler, ayrı bir konu.
"Derin devletten kasıt buysa evet vardı"
TSK'ya 1962'de subay olarak katıldım, 2010'da emekli oldum. 48 yıl subay olarak hizmetim var. Bir gün ben şu derin devleti görmedim. Bir Genelkurmay Başkanı olarak derin devleti görmeyecek miyim? Ben görmezsem kim görecek? Kastedilen şuysa, her devlette bir ortak akıl vardır. Devletin kurumları vardır. Bir devleti yıkmak istiyorsanız kurumları yıkın. Güvenlik açısından aldığınızda Türkiye'de Genelkurmay, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı önemlidir. Güvenlik konuları Genelkurmay 2. Başkanı Dışişleri Müsteşarı, MİT Müsteşarı gelirdi, konuları tartışırdık. Bir noktada kurumların biraraya gelerek ortak akıl ve çözümler üretmesi. Ondan sonra da ilgili makamlara aktarıyorduk. Derin devlet buysa tamam doğru. Şimdi ABD devletin ana gücünü nereden alıyor? Kurumlardan alıyor. Derin devletten kasıt buysa evet vardı.
"Devlet hiçbir zaman terör örgütüyle diyaloğa girmez dedim"
PKK sorununu ABD siyasi çözümle çözülmesini istiyor. Peki siyasi çözümle çözülmesine engel olan kim? TSK. Biz o zaman da kabul etmedik, bugün de kabul etmeyiz. Ben emekli bir askerim, ama kabul edemem. Abdullah Öcalan 3 Mart 1993'de diyor ki, "hiçbir demokratik yoldan işbaşına gelmiş iktidar benimle masaya oturamaz, askerlerden hain damgasını yer". İşte derin devletten kastınız buysa bu. Bu derin devletse, bu. ABD bu sorunun siyasi çözümlü olmasını istiyor, çünkü büyük proje. Burada engel kim TSK. Açılım süreci ortada. 4 Haziran 2009'da Washington'da basın toplantısında şunu söylüyorum, "devlet hiçbir zaman terör örgütüyle ne diyalog kurabilir ne de ilişkiye girebilir". Derin devlet buysa derin devlet bu. Bu anlamda derin devlet bu, yoksa faili meçhuller ayrı bir konu.
"Özel yetkili savcı ordu komutanını ifade vermeye çağırdı"
Eylül 2009'da İrtica ile Eylem Planı devreye girdi aynı anda Erzincan'daki olay paralel olarak gitti. Siyasi makamlar şunu çok iyi araştırmalı. Yasa değişikliğini kim getirdi? FETÖ getirdi. Sayın Başbakan'a nasıl anlattılar bunu. Anayasaya aykırı yasa teklifinin bugün sorgulanmaları lazım. 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ifade vermeye çağrılıyor. Kendisi Erzincan'da. Erzurum Özel Yetkili Savcı Osman Şanal, 3. Ordu Komutanı'nı ifade vermeye çağırdı. Elle tutulur suçlamalar yok.
"Bize sorulunca 'Hayır savcıyı sokmayın' dedik"
Balyoz'daki senaryo önce Erzincan'da oynanacaktı. Erzurum 3. Ordu Komutanı'nı ifadeye çağırdı. Gönderemezdik, mümkün değildi. 17 Aralık'ta Trabzon'a gittik. Aslında Trabzon'a gidişimizin amacı 3. Ordu Komutanı'nı Erzurum'a ifade vermeye göndermemekti. Bir defa daha ifadeye çağrıldı, tekrar göndermedik. Daha Balyoz başlamadan, Erzincan'da 3. Ordu Karargâhı olayı var. 8 Şubat 2010. Bize bir bilgi geldi Kara Kuvvetleri'nden, Erzurum'daki özel yetkili savcı Osman Şanal, mahkeme kararı olduğunu, bir astsubayın arama yapacağı söylendi. Biz de 'Hayır savcıyı sokmayın' dedik. Osman Şanal nizamiyede bekliyor. Diyorlar ki, 'giremezsiniz'. Emri veren kim diye soruyor. 8 Şubat 2010 altında Osman Şanal'ın imzası olan tutanak. "Kim izin vermiyor?" diye soruyor. Bir arkadaşım o zaman tank çıkarıp engel olsaydı, açık söylüyorum onu alkışlardım.
"FETÖ Erzincan'da başarılı olamayınca balyoz devreye girdi"
Deniz Kuvvetleri'nin atılım içinde olduğu bir yıl. Büyük projeler var. Deniz Kuvvetleri hakikaten hayati. Dışa bağımlılıktan kurtulan bir Deniz Kuvvetleri görüyorsunuz. Deniz Kuvvetleri'ne Fetullah Gülen'in diğer yerlere göre daha düşük. Mesela Hava Kuvvetleri'nde fazla. Deniz Kuvvetleri'ne en az nüfus edebildiğiniz rakamsal olarak noktalar var. Deniz Kuvvetleri'nin önemli hedef haline geldiğini görüyoruz. Poyrazköy olayı, Kafes Eylem planı, amirallare suikast hep o süreçte yaşanan olaylar. FETÖ Erzincan'da istenilen konulara pek ulaşamadı. Tıkandığı için ellerinde kalan bu açıdan en son silah Balyoz komplosu olarak karşımıza çıktı. 22 Şubat'ta ilk gözaltılar alınıyor. Tutuklamalar başladı. Hatırlayın o Taraf'ın camiler bombalanacak manşeti. Eğitimde 'Allah Allah' dedirten ordu camileri nasıl bombalayacak?
"Aykut Cengiz Engin TSK'nın önemine inanan bir savcıydı"
2008-2019 döneminde FETÖ özel yetkili mahkemelere ve savcılara yüzde yüz hakim değildi. Çoğunluk onlardaydı, doğru. O dönemde gerçek hakim ve savcılar da vardı. Bu nüansı unutmayalım. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin. Ben 1. Ordu Komutanlığı'ndan tanıyorum. Aykut Cengiz Engin, silahlı kuvvetlerini bilen, silahlı kuvvetlerin bu ülke için önemini bilen bir isimdi. Biz Balyoz tutuklamalarının gittikçe tırmandığını görünce kendisiyle temas ettik. Aykut Cengiz Engin, Balyoz tutuklamalarına ilk müdahalesini 27 Şubat'ta yaptı. Merkez komutanlıklarına yazdığı yazıda "Ben ve yardımcım onaylamadığı sürece diğer savcıların talimatını yerine getirmeyin". Bu hukuk devletinde tuhaf bir şey değil mi? Mart ayından itibaren Balyoz'dan tutuklananlar tahliye edilmeye başladı. Daha sonra 97 kişi hakkında yakalama kararı alındı. Bunun içinde amiralimiz, generalimiz, subaylarımız var. Ne yapacağız, teslim mi edeceğiz? Açıklama yaptı, gözaltına alınması istenen subayların 78'i muvazzaf, 25 general ve amiral,böyle bir yakalama ve gözaltı sonuçlarını iyi değerlendirmeliyiz. Bunu gerçek bir cumhuriyet savcısı söylüyor. Yakalama kararı veren iki savcıyı başsavcı görevden aldı. Sonra bunları görmeyeceksiniz.
"Askeri mahalle tutuklamaya gelenleri sokmayacaksınız dedik"
Köksal Şengün, Ergenekon davasının mahkeme başkanı. Bütün tutuklamalara itiraz etti, şerhler yazdı. Ama ikiye bir. Diğer iki üye FETÖ'cü. Sonra görevden alınacak. Köksal Şengün hastalıkla uğraşıyor. Şeref Akçay diye hakimimiz vardı, o kadar direndi ki. Oktay Kuban var. Bu isimleri hatırlamamız lazım. Kasım İlimoğlu gibi hakiketen doğru insanlar vardı. Son olay 23 Temmuz 2010'da 102 kişi için yine yakalama kararı çıktı. İlk yaptığım şey Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e gittim, "Biz bunları teslim edemeyiz" dedim. Kendisi "İlgileneceğim" dedi. Biz de dedik ki, "bu isimleri tutuklamaya gelen olursa askeri mahalle sokmayacaksınız" dedim.
"1 yıl 9 aydır soruşturma izni verilip verilmeyeceği netleşmedi"
5 Temmuz 2017'de Anayasa Mahkemesi'ne dosya gitti. 12 Ekim 2017'de dosyayı Başbakanlık'a yolladı Anayasa Mahkemesi. Esasında Yüce Divan olarak. Yasalarımıza, anayasaya göre Genelkurmay Başkanı'nı ancak Yüce Divan yargılar, 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yargılama yetkisi yoktur dedi. Benimle ilgili salt hukuk açısından bir karar yok. 12 Ekim 2017'de Başbakanlık'a gönderdi. Cumhurbaşkanlığı soruşturma izni verirse açılacağı söyledi. 1 yıl 9 aydır bu soruşturma izninin verilip, verilmeyeceği. Biz de bu konuyla ilgili olarak kitabımızda şunu yazdık; eğer bu davalarla bazı kişiler üzerinde baskı oluşturulması düşünülüyorsa bu boşuna bir çabadır. Cezaevinde bile düşünce hürriyetinden vazgeçmeyenlere bir şey yapamazsınız diyorum. Bu soruşturma iznini ana davayla bağlantılı olduğu için beklettik denilebilir. Şimdi dava bitti. Ben sayın Cumhurbaşkanımızla 6 yıl çok yakın çalıştım. 15 Temmuz 2016'dan sonra bir görüşmemiz oldu. 6 yıl içinde beni tanımamışsa söyleyecek bir sözüm yok.
"Hiçbir kurum Fenerbahçe'nin verdiği mücadeleyi vermedi"
FETÖ'nün bütün kurumlara sızmak istediğini görüyorsunuz. Spor, futbol kulübü denildiği zaman hakikaten Fenerbahçe'nin yeri daha farklı. Burada amaç Fenerbahçe'yi ele geçirmek. Çok önemli bir güç. İlk denemeyi 2011 Haziran'da yaptılar. Şike olayı ortaya çıktı. Bu ilk denemidir. Fenerbahçe taraftarıyla, yönetimiyle, ki o dönemde Ali Koç da başkan yardımcısı olarak bu süreçte çok önemli rol oynamıştır. Fenerbahçe bu süreçte muhteşem, kurumsal olarak, yönetim ve taraftarıyla muhteşem bir mücadele verdti. Türkiye'de hiçbir kurum Fenerbahçe'nin verdiği direnişi, mücadeleye vermedi.