12 Eylül 1980 darbesinin ardından ağabeyi Muzaffer Erdost ile gözaltına alınarak Mamak Askeri Cezaevi’nde dövülerek öldürülen yayıncı İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost, katledilmesinden 37 yıl sonra hiç tanımadığı babasını anlattı: Babamı kalın kara bıyıklarından, gülen gözlerinden öpüyorum. En azından hayal ediyorum. Hayali bile mis kokuyor.
Alaz Erdost, babası 7 Kasım 1980’de öldürüldüğünde henüz 6 aylıktı, ablası Türküler ise 2,5 yaşında. İki kardeş babalarını tanımadan büyüdüler. Amcaları Muzaffer Erdost onlara hem amca hem baba oldu.
"Sabah kızlarımı öpmeden çıktım, dövmeyin"
Sol ve Onur yayınları aracılığıyla sol ve sosyalist klasikleri Türkçe’ye kazandıran İlhan Erdost ve ağabeyi Muzaffer Erdost, 12 Eylül darbesinin hemen ardından gözaltına alınarak Mamak Cezaevi’ne götürüldüler. Gözaltı nedenleri, kendi yayınları olan ve hakkında hiçbir kısıtlama kararı olmayan Engels’in “Doğanın Diyalektiği” adlı kitaptı.
Gözaltına alınıp götürüldükleri Mamak Askeri Cezaevi’nde bir bloktan öbür bloğa nakilleri sırasında, özel görevlendirilmiş 4 er tarafından, özel getirilmiş araç içinde “onların anasını ağlatmazsanız ben sizin ananızı ağlatırım” talimatı ile dövülerek öldürüldüler. İlhan Erdost kendisini dövenlere, “Sabah kızlarımı öpmeden çıktım, dövmeyin” dedi ama emir “yukarıdan” gelmişti. Ağabeyinin gözleri önünde dövülerek öldürüldü. Kendisi de öldüresiye dövülen Muzaffer Erdost, kardeşinin öldürülmesinden sonra adını Muzaffer İlhan Erdost olarak değiştirdi, her 7 Kasım’da Sol ve Onur yayınlarının kitaplarını yüzde 50 indirimle okurlarıyla buluşturdu.
37 yıl sonra 7 Kasım’da da İlhan’la buluşacak ailesi, dostları…
Alaz Erdost, 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren’in ölümünün ardından, “Babamın küçük bahçesinden çiçekler fışkırırken, onun mezarı olmayacak. Kanla dolu yattığı yerde çiçekler açmayacak. Ziyarete gelenlere çikolata dağıtılmayacak, çünkü giden olmayacak. Ve o hiç bir zaman ‘kendi mezarında kendi açan bir gül’ olmayacak asla. Bu da bana yeter” ifadelerini kullanmıştı.
Alaz Erdost’la babası öldürülen bir çocuğun neler hissettiğini, babasız büyümeyi, Erdost ailesini, yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybeden ailelerin oluşturdukları Toplumsal Bellek Platformu’nu, bugün de devam eden ölümleri, katliamları konuşan halagazeteciyiz.net’ten Sultan Özer’in söyleşisi şöyle:
Baban katledildiğinde henüz 6 aylık bir bebektin ve babasız büyüdün. İlk ne zaman öğrendin babasızlığı, neler hissettin?
Aslında babasızlık diye bir şey yok benim için. Çünkü babamla hiç beraber olamadım. Onu ailemden dinledim, kitaplardan okudum, fotoğraflardan tanıdım, türkülerden dinledim. Bir akşam Arat Dink’le beraberdik. O diyor ki ‘ben daha şanslıyım, babamı tanıdım.’ Ben diyorum ki ‘ben daha şanslıyım, babamı hiç tanımadığım için. Böylece yokluğu daha az acıtıyor.’ Aslında öyle değil tabi. Ben Hrant Dink’e yandığım kadar babama yanıyorum. Babamı özlediğim kadar Hrant Dink’i anıyorum. Ben doğdum babam vardı, büyüdüm babam anlatıldı. Babam her yerde benimle. Tanımadan seviyorum. Tanıyıp kızı olduğum için gurur duyuyorum.
Babanın öldürüldüğünü öğrendiğinde neler yaşadın?
Babamla ilgili bir şeyler anlatırken şunun sıkıntısını yaşıyorum. Onunla bir anım yok, ona dair anılarım da çok az. Bu yüzden anlattıklarım da hep aynı oluyor. Bundan utanıyorum. Ben babamın trafik kazasında öldüğünü zannediyordum, öyle demişlerdi bana. Okumayı sökmüştüm. Evimiz sobalıydı. Soba yanıyordu. Demek ki kıştı. Annemle teyzem battaniye altında koltukta oturuyorlardı. Orta sehpada bir dergi duruyordu. Belki de annemler onu bilerek orada bırakmışlardı bilemiyorum. Kapağında babamın kocaman fotoğrafı vardı. Altında da “İşkencede öldürülen yayıncı İlhan Erdost” yazıyordu. Yüksek sesle okudum. Annemlere baktım, ağlıyorlardı. Battaniye de gizleyemiyordu. Sonra çok soru sorduğumu hatırlıyorum. Ertesi gün okula gittiğimde arkadaşlarıma yalan söylemişim gibi hissetmiştim bir de. Çünkü başka türlü anlatmıştım hikayeyi onlara. Çok utandığımı hatırlıyorum bu yüzden. Utanmak bize doğuştan nasip olmuş.
Babanı ya da babasızlığı nasıl anlatırsın? Babasız büyüyen bir çocuk neler hisseder?
Biz ablamla çok şanslıydık. Kocaman bir aileydik- ki hâlâ öyleyiz çok şükür ki- babasız büyümek gibi bir hissi hiçbir zaman yaşamadık. Amcam, dayım babamızdı. Ama aile ne kadar büyükse yarası da o kadar büyük oluyor. Hep çok gülünen gecelerin sonu ağlamakla bitti. Anılar babamla başladı, türküler babamla devam etti. Kuzenlerim yanımızda babalarına baba demediler. Annemi balık sevmez diye bildim yıllarca. Meğer babam çok severmiş o yüzden yemezmiş. Babamın terlikleri, traş bıçağı, diş fırçası, dolapta kazakları, çekmecede çorapları sanki bizimle hâlâ yaşıyormuş gibi senelerce evde durdu.
Sanıyorum ne kadar bizi korumaya çalışsalar da hüznü bizden uzak tutamadılar. Annemin ağlamadığı bir gün hatırlamam ben çocukluğumdan. “Hasretinle Yandı Gönlüm’ü” ağlamadan dinleyemem örneğin. Tanımadan özler babasız büyüyen çocuklar babalarını.
Ablanın babanla fotoğrafı var ama senin yok. Ne düşündün?
İşte ben buna çok üzülüyorum. O kadar üzülüyorum ki dönüp beraber bir fotoğrafımızın olması için bir çok şey verebilirim. Ben bu hayatta en çok ablamı severim. Her şeyin en güzeli onun olsun isterim. Ama bir tek bu yüzden onu kıskanıyorum. Bir zaman Cumhuriyet Gazetesi bir röportaj yaptığında bizimle, bunu söylemiştim. Ablamla olan bir fotoğrafına beni koymuşlar, bana hediye etmişlerdi. Çok severim o fotoğrafı ben, gerçekmiş gibi severim.
Türküler ile birbirinize çok yakınsınız, babasızlığı konuşuyor muydunuz?
Biz kuzenimizi kaybettik, 4 sene oluyor. Barışta kuzenimiz babamı tanımıştı, çok da iyiymiş ilişkileri anlatıyordu hep. Bir keresinde ablama ‘senin baban benim babam, benim babam senin baban aslında’ demiş. Çünkü babamla o kadar yakınlarmış ki babası gibi görürmüş. Biz de amcamızı öyle gördük. Babam gitti, amcam kaldı. Barışta gitti, biz kaldık. Birbirimizde onlara dair bir şeyler bulup mutlu oluyoruz. Türküler’e bakarsanız babamı görürsünüz bence. Gülüşü benzer, saçının kıvırcığı benzer. Bazı hareketleri benziyormuş, annem öyle diyor. Amcamın da sesi benziyor. Bir de yazısı.
Bugün de çocuklar babasız, anneler evlatsız, eşsiz bırakılıyor. Ölümler durmuyor. Bu tür haberleri de yakından takip ediyorsun? Özellikle siyasi cinayetleri, faili meçhulleri…Neler düşünüyorsun?
Bazen hiçbir şeyin farkında olmayan bir insan olmak istiyorum. Okumayan, sorgulamayan. Çevremiz o insanlarla dolu. Bu 12 Eylül’ün bir sonucudur elbette. Ama öyle olamıyor. Biz bu acının içine doğduk. Her ölüm bana yara. Her ölüm bana gözyaşı. Bunun başka bir tarafı da var tabi. Zaten ölümlerin içine doğduk derken bir gerçekten bahsediyorum. Benim en yakın arkadaşlarımın babalarını öldürmüşler. Onlar benim, babalarımız öldürülmeden önce arkadaşlarım olmuşlar zaten. Çünkü babalarımız arkadaşmış. Bize düşen bu ölümleri durdurmak için elimizden ne geliyorsa yapmak. Önüne geçemediklerimizin de, geride bıraktıklarına merhem olmak.
Annen, ablan ve sen her anmada yanyanasınız? Bununla ilgili ne dersin?
İyi ki yanyanayız. Hiç ayrılmayalım. Bunu sağlayan annemdir. Annemin birleştirici gücüdür. Sevgisidir. Özverisidir.
Annenin ağlayarak saçını boyattığı bir anı var. Neydi o anlatır mısın?
Babam öldürüldüğünde ben 6 aylıkmışım. Beni büyütecek gücü kalmamış annemin üzüntüden. Teyzem bize taşınmış, bana bakmış. Beni büyüten teyzemdir. Babamın acısı bizim bütün ailede her yerdeydi. Annem saçlarını boyatmaz, kendine hiç bakmazdı. Çok zayıftı. Babamın kazaklarını ve paltolarını giyerdi. Ablamın okulda veli toplantısı olmuş. Ablam annemden utandığı için, okula annemin gitmesini istememişti. O güne kadar annem gibi teyzem de anneannem de saçlarını boyatmayı bırakmışlardı. O akşam birbirlerinin saçlarını boyadılar. Ağlaya ağlaya. Ertesi gün de annem gitti ablamın veli toplantısına.
Babanın annenle türkü söylediği bir ses kaydı var. Dinledin mi? Neler hissettin?
Hiç dinlemez miyim? Kasetleri bulduğum günden beri sürekli onları dinliyorum. Arkadaşlarıma dinletiyorum. Babamlar en yakın arkadaşlarıyla biraraya geldiklerinde seslerini kaydetmişler. Metin Demirtaş, Vahap Erdoğdu, Seyhan Erdoğdu, annem rakı içip türkü söylüyorlar. Metin amca şiirler okuyor. Babam türkülerin sözlerini karıştırıyor, annem babama kızıyor. O kadar güzeller ki. Oradayım sanki. Babamla kadeh tokuşturuyorum sanki. Babamın sesini biliyorum ben o kasetler sayesinde. Amcama benziyormuş. Demiştim ya.
Erdost ailesi olarak, babalarını, yakınlarını siyasal cinayetlerde kaybeden ailelerle Toplumsal Bellek Platformu’nu kurdunuz. Neden ihtiyaç duydunuz böyle bir platforma?
Zaten biz çoğumuz biraradaydık. Çünkü zaten babalarımız da yaşarken beraberlerdi, o yüzden çocukluğumuzdan tanıyorduk birbirimizi. Ya da aynı şekilde öldürülmüşlerdi, ilk gidenin çocuğu- kardeşi, yeni gideninkine desteğe gitti. Acısını acısı bildi. Ya da zaten dava dosyalarımız ortaktı. Dosyalarımızdaki isimler aynıydı. Yaşadıklarımız birdi. Beraber çok güzel olduk. Çok destek olduk, çok güçlendik.
Platform neler yapıyor?
Platform Sabahattin Ali’den başlayıp Hrant Dink’e uzanan süreçte, yakınlarını devlet eliyle ya da devlet ihmaliyle kaybetmiş ailelerin biraraya gelmesinden oluştu. Biz bu geniş ailemizin hiç büyümesini istemedik ama giderek büyüyor ne yazık. Meclise gittik biz birden çok kez. Bir faili meçhuller komisyonu kurulmasını istedik. Zamandan bağımsız, yetkisi sınırsız olsun, gerçekleri ortaya çıkartsın istedik. Kah kendimizle dalga geçtik bu romantik isteklerimiz yüzünden, kah sarıldık, kah çok güldük. Devam eden dosyalarımızın peşinden beraber koştuk. Zamanaşımı kararlarını beraber aldık, zamanın aşmadığının kanıtı olduk. Kardeş olduk biz. Hala da öyleyiz. Yeni bir acıda koşarak gideriz, el tutarız. Belki bir işe yararız diye. Kayıplarımızın ölüm yıldönümlerinde, anmalarında, beraberiz. Elimizden ne gelirse yapmaya hazırız.
Babanı senden kopartan 12 Eylül darbecileri, darbe ortamını yaratanlardı. Bugün de Türkiye bir darbe girişimini atlattı! Bu konuda ne düşünüyorsun?
Darbenin her türlüsüne ne olursa olsun karşıyım elbette. Darbe karşıtı olan herkesin de her darbeye aynı şekilde yaklaşmasını dilerim. 12 Eylül’den hesap sorulmasının önünü açmış gibi yapıp, 28 Şubat’la hesaplaşmak olmaz. Darbeyse, hesabı sorulsun. Hepsinin.
Darbe olmasa da 12 Eylül darbesini bile aşan oranda baskılar, 5 kez uzatılan OHAL, işten atılanlar, cezaevlerine doldurulanlar… Yine karanlık bir tablo… Bugünü 12 Eylül ile kıyaslayabilir miyiz? Ne söylersin?
Bir hukuksuzluğun içinde hayatta kalmaya çalışıyoruz. Onuru için aç kalıyor, doğruyu söylemekten vazgeçmediğimiz için özgürlüğümüzden oluyoruz. Ama yine de biz hukuk diyoruz. Adalet diyoruz. Çünkü başkaca bildiğimiz bir yol yok.
Kenan Evren yargılandı, ceza aldı ama cezası uygulanmadı, kısa süre sonra da öldü? Ölümünü duyduğunda ne hissettin?
Sürekli şunu söylüyorum. Bizim tek bir dileğimiz gerçek oldu hayatta. “Kenan Evren ölmesin”. Ama biz istedik ki ölmesin de yargılansın. Kenan Evren’in yargılanması için Geçici 15. Madde'nin kalkması gerekiyordu. Bu 12 Eylül referandumu ile olanaklı hale geldi. Kalktı, biz ve bizim gibi aileler suç duyurusunda bulundular. Yargılama başladı. Karar çıktı, uygulanmadı. Kenan Evren öldü. Devlet töreni ve apoletleriyle gömüldü. Geçen sene de bize zamanaşımı kararı geldi.
Zaten aslında babamın davası zamanaşımına uğramış. Geçici 15. Maddenin kalkması da, bizim dava açmamız da gereksizmiş. Matematiksel olarak mümkün değilmiş zaten onları suçlu kılmak. Lütfen dilek dilemeyelim. Kenan ölmesin dedik dedik öldürmedik. 100 yaşına kadar yaşadı. Yaşamak denirse tabi ona.
Kenan Evren öldü. Yattığı yere giden yok. Babamın küçük bahçesi çiçekler içerisinde. Amcam babama bir mektup yazmış; ‘Aralık kalan gözlerinden öpüyorum kardeşim’ demiş. Bu hayatta kardeş sevgisi ne demek tatmış bir insan olarak söylüyorum ki, bir insanın bu cümleyi yazması kadar acı çok az şey vardır. Sebebi olanlara ah ediyorum. Babamı ise kalın kara bıyıklarından, gülen gözlerinden öpüyorum. En azından hayal ediyorum. Hayali bile mis kokuyor.