Siyaset bilimci Prof. İhsan Dağı, AKP’nin klasik bir merkez sağ parti olmaktan çıktığını söyledi. Dağı, "Yeni bir toplum inşa etme fikri klasik merkez sağ partilerde yoktur. Aksine Demokrat Parti’den itibaren merkez sağ toplum mühendisliğine karşı hizmet siyasetini öne çıkararak iktidar oldu" dedi. Mevcut kültür ve eğitim politikalarını "postmodern otoriterlik" olarak niteleyen Dağı, "Demokratik meşruiyet kadar dinsel meşruiyete de yaslanan, katı ideolojik bir toplum vizyonu yerine çoğunluğun değerlerini devlet eliyle yeniden tanımlayıp toplumun tümüne üst değer olarak sunan bir anlayıştan söz ediyorum. Buna postmodern otoriterlik diyorum" ifadesini kullandı.
Zaman ve Today’s Zaman yazarı İhsan Dağı, köşe yazılarını kitaplaştırdı. Kitabını Kürtçe Ez ji te hez dikim (Seni seviyorum) adıyla yayımlayan Dağı, bunun nedenini, "Türkiye’de yaşayan her Kürt Türkçeyi biliyor ama neredeyse hiçbir Türk Kürtçe bilmiyor. Bu hiç de adil değil. Türkleri mahcup etmeye çalıştım" sözleriyle açıkladı.
ODTÜ Uluslararası İlişkiler Profesörü İhsan Dağı, kültür ve eğitim politikalarında “yeni sürüm toplum mühendisliği” ve AKP politikaları hakkında Taraf gazetesinden Murat Şevki Çoban'a konuştu.
Taraf'taki söyleşinin ilgili bölümü şöyle:
Ez ji te hez dikim... Kitabın adını neden Kürtçe “Seni seviyorum” koydunuz?
Türkiye’de yaşayan her Kürt Türkçeyi biliyor ama neredeyse hiçbir Türk Kürtçe bilmiyor. Bu hiç de adil değil. İlişkimizin eşitlikçi olmadığını anlatıyor. Üstünlerin bir dili var, herkes onu öğrenmek zorunda. Kitabın adı bu anlayışa bir tepki. “Seni seviyorum” demeyi İngilizce, Almanca, Fransızca bilen, ama Kürtçesini bilmeyen, merak dahi etmeyen Türkleri mahcup etmeye çalıştım.
Mahcup etmek demişken... Kürt sorunu, devletin mi toplumun mu yarattığı bir sorun?
Kürtlere devletin takındığı tavra duyarsız kalan Türklerin payı ne? Sorun elbette devletin yarattığı bir sorun. Emperyal bir bakiyeden homojen bir ulus inşa etmeye çalışan devletin yarattığı bir problem Kürt sorunu. Muhayyel bir Türk ulusu tanımına uymayanlar göçe zorlandı, asimile edilmeye çalışıldı, yok sayıldı. Doğruyu söyleyelim; Türk toplumu da buna seyirci kaldı. Tamam, devlet gibi savaş açmadı Kürt kimliğine, ama devletin homojen Türk ulusu anlayışını da benimsedi.
Yani...
Yani sorun toplumda değil devlette demek biraz zihinsel tembellik, biraz da popülizm. Çözüm girişimlerini hep “siyaseten riskli” olarak değerlendiriyoruz. Neden? Siyaset yıllardır sorunu çözmeye yanaşmadıysa, yanaşamadıysa bunun nedenlerinden birisi de bir çözüm modelini Türklere satamayacakları, sandıkta cezalandırılacakları endişesiydi. Süreç bugün zora girdi önümüzde seçimler var diyorsak, siyaset toplumdan korkuyor demektir.
'Bir Kürt’le bir Türk’ü farklılaştıran tek şey dil' demişsiniz. Fazla indirgemeci bir tespit değil mi?
Türkler ve Kürtlerin o kadar çok ortaklıkları, benzerlikleri var ki. Kürtçeyi çıkarın aradan pek ayırt edemezsiniz bir Türkle Kürdü. Peki Kürtçe, bir halkın anadili yok sayılabilir mi? Elbette değil, milyonlarca insan konuşuyor. O halde dili, Kürtçeyi paylaşabilmeliyiz. Kürtçeyi de “kendimizden” görmedikçe Kürtleri birlikte yaşamak istediğimiz konusunda ikna edemeyiz.
Kemalist devletin toplum mühendisliğinde kazanan toplum oldu. Mevcut kültür ve eğitim politikaları için “postmodern otoriterlik” diyorsunuz. Ne fark var?
Bütün toplum mühendisliklerinin doğası ve işleyişi aynıdır, çıktıları, ürünleri farklı olabilir. Kimisi Kemalist, positivist, sekülerist bir toplum yaratmak ister, kimisi de dindar, muhafazakâr, milliyetçi. Toplumu, üzerinde mühendislik yapılabilir bir nesne olarak görürler. Amaçlanan özerk ve özgür bireyler değil sadık destekçiler yetiştirmek. Bütün bu açılardan Kemalist ve muhafazakâr toplum mühendislikleri arasında bir fark yok. Fark, muhafazakâr toplum mühendisliğinin çoğunluk desteğiyle uygulanma potansiyeli taşıması.
Demokrasi içinde toplum mühendisliği projesi uygulanabilir mi ama?
Demokrasi içinde devletin toplumu, toplumun değerlerini, tercihlerini yadsıyan bir mühendislik yapması mümkün olmaz. Siyaset sosyolojiyi uzun vadede baskılayamaz. Ancak kimlik siyasetinin mobilize edici ve meşrulaştırıcı işlevi elementer bir demokrasi altında da toplum mühendisliği yapmayı mümkün kılabilir.
Anlamadım...
Demokratik meşruiyet kadar dinsel meşruiyete de yaslanan, katı ideolojik bir toplum vizyonu yerine çoğunluğun değerlerini devlet eliyle yeniden tanımlayıp toplumun tümüne üst değer olarak sunan bir anlayıştan söz ediyorum. Buna postmodern otoriterlik diyorum. Tanımlaması zor bir şey bu; hem demokratik hem otoriter, hem modern hem geleneksel. Çoğunluğun sağladığı demokratik meşruiyet, dinsel referanslarla devşirilen dinî meşruiyet ve zorlayıcı bir güç olarak devlet aparatı biraraya geldiğinde tedrici bir kimlik inşası ince bir işçilikle mümkün. Son birkaç yıldır iktidar partisinin yöneldiği yol bu.
Ama bu da AKP’nin merkez sağ iddiasıyla çelişmiyor mu? Hangi AKP, diyeceğimiz bir noktaya mı geldik?
AK Parti klasik bir merkez sağ parti olmaktan çıktı zaten. Yeni bir toplum inşa etme fikri klasik merkez sağ partilerde yoktur. Aksine Demokrat Parti’den itibaren merkez sağ toplum mühendisliğine karşı hizmet siyasetini öne çıkararak iktidar oldu. Oysa AK Parti, CHP’nin tarihsel toplum mühendisliği misyonuyla DP’nin hizmet siyasetini birleştirdi. Hem hizmet hem kimlik siyaseti yapıyor. Gücü de burada.
Güç dediğiniz toplumdan aldığı destek, değil mi?
AK Parti, hizmet ve kimlik siyaseti kollarıyla çok geniş kesimlere ulaşabiliyor. Hizmetler eleştiri aldığında kimliğini öne çıkararak taban buluyor, kimlik siyaseti tepki yarattığında hizmet diline dönüyor, genelde de ikisini aynı anda kullanıyor. Dahası AK Parti bu yaklaşımıyla bildik merkez sağ tabanını da yıllar içinde dönüştürdü, kimlik siyasetine yatkın hâle getirdi.
İçte durum bu. Peki dışta? Suriye başta olmak üzere kendini yalnızlaştıran, AB’den gelen eleştirilere kulak tıkayan bir ülke. Nereye bu gidiş?
İktidar çevrelerini dinlerseniz her köşede komplolar hazırlanıyor, dışta düşmanlar, içte hainler saldırıyor. Daha birkaç yıl önceye kadar içerde açılımlar yapan, dışarıda sorunsuz komşuluk, arabuluculuk, diyalog siyaseti güden iktidar şimdi tam bir çevrelenmişlik psikolojisi içinde görülüyor.
Neden sizce?
Temelsiz bir özgüven patlamasından yalnızlığın tetiklediği bir güvensizlik hissine savrulmuş durumdalar. Böyle bir his çok riskli. Bütün dünyayı düşman gören ve kendini dünyadan izole eden bir ülkede demokratik bir rejim hayal olur. Böyle bir ülkede ihtiyaç duyulan güçlü ordu ve istihbarat, itaatkâr ve disiplinli bir toplum, muhalif seslere tahammülsüz otoriter bir rejim olabilir. Dünyadan kopan bir Türkiye’yi bekleyen tehlike tam da bu.
Dersanelerin kapatılması 1924’e dönüştür
Dersanelerin kapatılması konusunda “Tevhid-i Tedrisat yasasından beri böylesine bir devletleştirme yapılmadı” yorumunda bulundunuz. Bu tepki niyeydi, mevcut sistem çok mu iyi?
Zaten dersaneleri kapatma mekanizması olarak Tevhid-i Tedrisat yasasının kullanılacağı söyleniyor. Malûm, bu devrim yasasıyla eğitim ancak MEB tarafından verilebiliyor. Böyle bir mekanizmayla dersanelerin kapatılması 1924’e dönüştür. Devletin sivil alana, piyasa ekonomisine, teşebbüs özgürlüğüne merkeziyetçi bir müdahalesidir. Üstelik saçma. Özel eğitimi mi yasaklayacaklar yani? Dershane sistemi zaten devletin eğitim tekelindeki başarısızlığının eseri.
Eğitim zaten başlı başına devletin ideolojik bir aygıtı değil mi? Misal, Tevhid-i Terisat kanununun kaldırılması için kanun teklifi veriliyor. Mümkün mü?
Dersaneleri bile kapatmaya çalışanların eğitim faaliyetlerini çoğullaştıracak, yerelleştirecek, merkezin denetiminden çıkaracak adımlar atacağını sanmıyorum. İktidarlar değişiyor ama eğitimi bir torna olarak görme zihniyeti değişmiyor. Üstelik yeni tornacılığa soyunanlar da eski sistemin “torna hataları.”