*Cemre Baytok
Bir yöntem olarak ifşalar...
Bir süredir ifşalar ve erkeklik biçimleri gündemde. Çoğu sosyal medyada, bir kısmı da online toplantılarda vuku bulan tartışmaların önemli bir bölümü, kadının beyanı esastır ilkesinin ne olduğuna, gelen itirazlara cevaplara ve feminizmi baştan anlatmaya ayrılıyor haliyle. Feministler olarak yapılan tartışmalarda ise, bir yöntem olarak ifşa gündemi eksik kalıyor. Bunun sebepleri elbette çeşitli, ben de yöntemleri feminist gözle tekrar tekrar değerlendirmenin önemine inanarak başlıyorum bu yazıya. Burada söylemekte fayda var: “Kadının beyanı esastır” bir feminist ilke, ifşa ise feminist bir yöntem. Bunlar aynı şeyler değil. “Kadının beyanı esastır”, feministler için bir prensip olarak yılların sonunda yaygın şekilde benimsenmiş durumda, yöntemlerden biri olan ifşa ise bu ilkenin otomatik bir sonucu değil ve biz feministler açısından tartışmaya, dönüştürmeye açık. Elbette ilke üzerine de tartışmalar yürütülebilir ve zaten ilkeyi dışlayarak tartışmak da belki mümkün değil, ama ben bu yazıda yakın zamandaki ifşalardan yola çıkarak bir şeyler söylemek istiyorum. Erkeklik biçimlerine sessiz kalmamak, açığa çıkarmak ve ifşa etmek feminizmin olmazsa olmazı diye düşünüyorum.
"İfşa son çare olarak kadınların çığlığı mıdır?"
Bu yazıda, tartışmayı biraz daha incelterek feminist politikada ifşayı tartışırken temel olarak kadınların özgürleşmesi ve güçlenmesi ile ilişkisi üzerinden düşünmeyi öneriyorum. Tarih ve bağlam İfşa feminist politikada bir yöntem, ancak ifşa üzerine bir tartışma yöntem tartışmasına indirgenemez elbette. Bana kalırsa, bunun bir yanıyla feminist tarih tartışması da olduğunu belirtmek önemli. Böylece, hem kapsamlı bir değerlendirme yapabiliriz, hem de ifşanın son birkaç senenin meselesi olmadığını hatırlayarak üzerine düşünebiliriz. Ben de 2008’den bu yana feminist hareket içinde olan biri olarak, ifşa üzerine deneyimlediğim, tanık olduğum ve o zamandan bu yana bende biriken birkaç gözlemi aktarmak istiyorum. İfşa örgütlü feminist politikada nasıl bir yere sahipti? Çokça söyleniyor: İfşa bir “son çare olarak kadınların çığlığı” mıdır? Son çarenin arka planına nasıl bakabiliriz? İlk olarak, sol/muhalif/sosyalist siyasette, yani örgütlü-kurumsal siyaset yapılan yapılarda erkekleri ifşa etmek hep bir konu olageldi. 1990’larda feministler, örneğin Mor İğne kampanyasıyla kadınları şiddeti gizlememeye ve açık etmeye davet etmiş, buna yakın çevrenin şiddeti de dahil edilmişti. 2010’lara bakıldığında da bu örgütlerde seri olarak ifşa edilen üyeler görüyoruz. KESK örneğinde, yönetici konumundaki bir üyenin bir kadına tacizi sonrasında gerekli mekanizmaların işletilmesi talebi çeşitli siyasetler içinde tartışılıp KESK üyesi kadınların mücadelesine rağmen yol alınamamış, en nihayetinde maruz kalan kadınla dışarıdan bir grup feministin bir araya gelmesiyle ifşa kararı alınmıştı. İfşa, feminist bir grubun ifşasıydı ve cevaplar maruz kalan kadına değil bu gruba isteniyor ve temel olarak işletilmeyen mekanizmalar işletilsin deniyordu. Sonuçta ne oldu? İşletilmeyen mekanizmalar işletilsin denerek “son çare” olarak yapılan ifşa sonrası, mekanizmalar yine işletilmedi ve aylarca farklı örgütlerden kadınlar ve feministlerin karşı karşıya geldiği tatsız tartışmalar yapıldı. Maruz kalan kadın da bu süreçten en hafif tabirle, memnun ayrılmadı, ifşa, adalet ve “mutluluk” getirmedi. Bu ifşa biçimi, o dönemin ortak ifşa örgütleme biçimiydi, başka birçok örgütteki süreçleri etkiledi, olumlu olumsuz çeşitli sonuçları oldu. Bu tartışmalarla, muhalif örgütlenmelerin feminist mücadele alanlarından biri olduğu açığa çıktı. Bir diğer örnek, Boğaziçi Üniversitesi’nde Feministler isimli bir grubun transfobik cinsel şiddet ithamıyla ifşa ettiği bir yüksek lisans öğrencisiydi. O dönem, üniversitede Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu (CİTÖK) kurulmuştu ve komisyon, ifşa edenlere neden kurumsal mekanizmaları kullanmıyorsunuz diye sordu. Grup, hedeflenenin, bu kişinin çevresi içerisinde bilinmesi ve ona göre muamele görmesi olduğunu söyledi. Süreç, aşağı yukarı bu şekilde işledi, fail sosyal-politik çevresinden büyük ölçüde dışlandı. İkinci bir mesele, bu sol/muhalif çevrelerde özel ilişkilerin ifşa edilmesiydi. Yani feministlerin de paylaştıkları ortak çevrelerde, kendilerinin de dahil oldukları ilişki ağlarında üretilen eşitsiz erkeklik biçimleri üzerineydi. Sosyal-politik çevrede ilişkileri hedefe koyması açısından Boğaziçi Üniversitesi örneğiyle benzeşmekle birlikte, doğal olarak ondan daha kapsamlı bir tarifle, 2014 yılında on kadar feministin imzasıyla çıkan “Dar Alanları Genişletmek İçin” metni bu tartışmalara iyi bir örnekti. Bir yandan feminizm dostu erkeklerin olduğu ortamlara bakarken çubuğu kendilerine de büken, yani kendi pozisyonlarımız, kendi kurduğumuz ve kuramadığımız ilişkiler üzerine de kafa yormalıyız diyen bir açıklamaydı. Bu metin, “özel olan politiktir”i bir motto olmaktan öteye götürmeye davet ediyor, ahlakçı ve muhafazakar normlara savrulmadan, kişisel deneyim ile toplumsal olan arasındaki bağı kurmaya çağırıyor ve en önemlisi burada kadınlara da rol ve sorumluluk biçiyordu. O dönemin ifşa tarihine ait bu birkaç taneden ibaret örneği vermemin sebebi hem “çevre” ile derdin geçmişini, hem de ifşanın örgütlenme ve talep biçimlerinde çeşitlilik olabileceğini hatırlatmak. Bir diğer sebep de, 2014’teki metinde dile getirilen ahlak, toplumsallık ve pozisyonlarımız gibi yeniden yeniden cevap bulmamız gereken soruları sormak.
"İfşa ile beklentiler sağlanır mı ya da beklentiler nelerdir?"
Bundan sonra, 2013-2014 sonrasından, Amargi, İFK, SFK, gibi feminist örgütlerin dağıldığı, yerini sosyal medyada ve feminist sitelerde paylaşımların aldığı bir dönemden devam edeceğim. Feminist örgütlerin dağılmasını sadece nostaljik bir değer olarak görmediğimi de belirteyim. Feminist örgütlerin azalması veya yok olması; feminist politikanın, eleştirilerin, tartışmaların, bir araya gelişlerin, örgütlü ve bütünlüklü feminist politika tartışmanın alanlarını da azalttı veya sınırlandırdı. Bugün sosyal medya, feminist politikadaki rolü açısından birincil ve bu önemli bir gelişme. Bilgi ve adalet “Kadının beyanı esastır”ın en önemli niteliğini yıllar içinde değişen dönüşen erkek egemenliğine karşı hakikatleri ortaya saçmasında buluyorum. Yani beyan edilen erkeklik-egemenlik biçimleri ile kadınlık durumları ve bunlar birleşerek bir sistemi ortaya çıkarıyor. Bazı yanları tekrar eden, bazı özellikleri dönüşen ve çeşitlenen bir sistemi. Her biri illa suç olmayan, olması gerekmeyen, ancak birbirini ve bir sistemi mümkün kılan erkeklik biçimleri bunlar. Bunlarla talep anlamında ne yapacağımız ikinci bir soru. İlk soru ise ortaya çıkan bilgiyi güncel feminist politika açısından nereye yerleştirdiğimiz üzerine. Yani beyanları “ifşa” statüsüne almak dışında bir yere yerleştirebiliyor muyuz? İfşayla ortaya çıkan bilgi ile feminist hareket ne yapar, ne yapmalı? Bu beyanlar “özel olan politiktir”in tarihselliğinde ne anlam ifade eder? İfşa denince aklımıza gelen homojen yapıyı kırmak için bu sorgulamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar her yaşanan olay biricik desek de, ifşa tartışmasını hayal ederken ve argüman üretirken beyan-suç-adalet üçlüsünün niteliğini her olayda aynı varsayma riskine düşebiliyoruz. Bilgi üzerine düşünmenin bir diğer veçhesi de, ifşa ile talep ve adalet ilişkisi. Bir bilgiyi kamusal hale getirerek karşılığını almak-vermek üzerine de düşünmeliyiz. Post-truth hakikat sonrası çağda, bir sessizlikten “herkes bilsin” aşamasına varırken bilgiyi yaygınlaştırmak ne anlama gelir? Örneğin, başımıza gelen – yaşanan şeyi, hocalarım bilsin, tüm kurum bilsin, sosyal medyada herkes görsün dediğimizde neyi hedefleriz? Herkesler bilince ne olur? İfşa ile beklentiler sağlanır mı, ya da beklentiler nelerdir? İfşa eden kadınlar nasıl bir adalet talep ettiklerini, yani bilenler bilince ne olması gerektiğini söylüyorlar mı? Yoksa biz aynı adalet-sonuç var gibi mi yaklaşır olduk? Örneğin, fail fiilinin sonucunda, sosyal çevreden mi dışlanacak, bir sosyal medya platformundan mı atılacak, bir kurumdan mı uzaklaştırılacak, bir yerdeki üyeliği mi askıya alınacak, başka bir mekanizma mı işleyecek, feministler onunla konuşmayı mı kesecek, af süresi var mı? Bunların tartışma yeri neresidir ve kimlerle konuşulur? Kimler karar verir? Bunların cevabının pek olmadığını görmek mümkün sanırım. Bu konuda aklıma gelen en iyi örneklerden biri, bir önceki ifşa dalgalarının sonrasında sinema, dizi sektöründen kadınlar tarafından 2018’de kurulan Susma Bitsin Platformu. Bilgi, ifşa ve adalet ilişkisi üzerine düşündüğümüzde, bu örnekte, bu sürecin kadınları güçlendirecek bir zemine evrildiğini görüyoruz. Bir hareket ve politika yapma alanı, bilgiden hareket etmiş ama maksadı onu aşmış bir zemin. Buradan da, güçlenme meselesine gelmek istiyorum. Güçlenmek, destek mekanizmaları ve örgütlenme Yakın zamanda sosyal medyada gerçekleşen, bir hesabın başlatıp diğerlerinin desteklediği ifşalara baktığımızda ifşanın bugün daha da yalnız bırakan bir biçim olabildiğini görüyoruz. İfşa nerede kadınları güçsüz kılıyor? Ya da hangi güçsüzlüğün içinde şekil buluyor? Yukarıda bahsettiğim, ifşalara “son çare” olarak başvurulduğu argümanını da bir soru olarak akılda tutarak, bireysel adalet arayışı ile sistematik mücadele arasındaki kopukluğa bakmayı öneriyorum. Destekleyici sosyal veya politik mekanizmaların olmadığı yerde, hem bir olayın “mağduriyetini” nasıl yaşadığımız hem talebimiz hem de karşımızdakinden beklentimiz bu yokluk üzerinden şekillenebiliyor. Yani bu eksiklikler, maruz kaldığımız bir olayı nasıl değerlendirdiğimizi, sonucunda ne beklediğimizi, bunun için kimin ne yapmasını dilediğimizi etkiliyor. Destekleyici sosyal veya politik mekanizmalar varsa, örneğin, bekar veya boşanmış kadınlar devlet tarafından görülür, yalnız yaşayan kadınlar hedef haline getirilmez, evden ayrılmayı seçen üniversite kazanmış genç kadınlar desteklenir, heteropatriyarkal aile formu dışında hayatlara sahip kadınlar dezavantajlı konuma sürüklenmez. Şikayet sessiz kalmaz çünkü harekete geçilecek muhatap vardır, bilinir.
"Dayanışma ilişkileri olmadan ifşa yalnız kalmaya ve bırakmaya mahkum"
Sadece devletin politikaları değil sözünü ettiğim, arkadaş çevrelerinde örneğin, mansplaining yapan, manipüle eden, cinsel şiddet uygulayan erkekler kabul görmez, sahip çıkılmaz, dışlanır. Flört şiddetine maruz kalındığında, baş edilmesi gereken bir diğer mesele aile olmaz; evlilik öncesi veya dışı ilişkiler aileye söylenebilir ve bunun sonucunda yalnız bırakılmayacağı bilinir. Ayrıca dayanışma ilişkileri kurabildiğimiz, destek gördüğümüz alanların varlığından söz edilebilir. Bunların olmadığı ve politikasının yer bulmadığı genel bir güvensizlik ve güvencesizlik hali içerisinde ifşa sosyal medyada tanımlı ve başlı başına bir feminist politika yöntemi olduğunda ise yalnız kalmaya ve bırakmaya mahkum diye düşünüyorum. Bir yerden ezilen bir pozisyonumuzu ancak başka yerden güçlendiğimizde, güçlenme alanlarımızı büyüttüğümüzde artık ezilmez hale getirebiliriz. Adalet talebimiz de, yanımızdakilerden beklentimiz de bundan etkilenir. Hukuk ile ilişkimizi de o zaman salt hukukun alanı ve onun mücadelesi ile sınırlı tanımlayabilir, güçlenmeyi başka dinamiklerde de arayabilir, politikamızı kurabiliriz. Aileye anlatamadıklarımızın muhasebesini yapabilir, kendi çevremizde müsaade ettiklerimize isyan edebiliriz. O zaman flört şiddeti, aşağılayıcı davranış, ısrarcı zorlamalar kendimizi içinde var etmediğimiz alanlar olabilir. Öte yandan, patriyarkanın bugünkü resminden bahsettiğim bu yalnızlaştırıcı güvencesiz kesit, kadınların elbette flört ilişkilerini nasıl yaşadıklarını, cinsel tacize hayır derken nasıl bir durumda olduklarını (çünkü bu hayır deme bir anlık bir şey değil, mesela patrona hayır diyorsunuz, bu bir süreç, öncesi ve sonrası var), cinselliği ilk nasıl deneyimlediklerini, sağlıklı bilgiye erişimlerini, tacize neden sessiz kaldıklarını ve tacize rağmen (örneğin, öğrenci, stajyer, çalışan) neden devam ettiklerini ve nihai olarak kendi tanımlarını ve taleplerini oluşturan bağlamı anlatıyor. Bu bağlamı açığa çıkarmak, deneyimi aktarabilmek; işe yeni giren bir mezun, aile evinden ayrılan bir öğrenci, ilk ilişkisini deneyimleyen bir kadın için güçlendirici olacaktır. Bunun, ve yukarıda bahsettiğim kendi sosyal çevrelerimizden başlayarak oluşturduğumuz bütünlüklü yaklaşımın, ifşa süreçleriyle hedeflenen dayanışmanın sağlanabilmesinin sahici yollarından biri olduğunu da düşünüyorum. Bu sayede aramızda kurduğumuz destek ilişkisi de birbirimize daha açık, tartışılabilir, hızla düşmanlaşılmayan bir düzeye gelebilir. Ahlak meselesine geri dönelim. Bu güvencesiz ve yalnız bırakılmış dünyada, erkeklik deneyimlerinin çok daha fazla incitici olabileceğini anlatmaya çalıştım. Bu çerçevede yaşananları tartışırken, bazen biz de kendimizi ahlaka sığınırken bulabiliyoruz. Eşitsiz ilişkilenme biçimlerine karşı ses çıkarırken, biz de yeni normlar üretebiliyoruz. Normlar bir tür güven hissettiriyor, bu şekilde bazen biz de kimi roller belirleyip onları sabitleyebiliyoruz. Ama bu nihai olarak kadınları güçlendiren bir şey olmuyor. Elbette tartışmayı taciz mi teklif mi düzeyinde, yani esasen erkeklerin de flört etme hakları vardır diye bir yerden kurmaktan söz etmiyorum.
"Kadınlar sadece ifşa ile seslerini duyurabiliyorlar demek kadınları güçsüzleştirebiliyor"
Ama kötü ilişki vardır, kötü muamele vardır, kötü cinsellik vardır ve bunun sebebi de patriyarkanın güncel halidir diyebilmekten söz ediyorum. Kötü derken burada erkek egemen, eşitsiz ve can yakan bir biçimden söz ediyorum. Yani bir erkek, karşısındakini eşit görmüyorsa cinselliği de, romantik ilişkiyi de eşit bir şekilde, karşısındakini merak eden ve ona saygı duyan şekilde yaşamayacaktır. Büyük ihtimal bu hetero ilişkideki kadın da yaşadıklarından rahatsız olacak ama ilişkinin böyle bir şey olduğunu düşünerek devam edecektir. Bunun çokça paylaşılan bir deneyim olduğunu görüyoruz. Burada mesele cinsel şiddeti veya tecavüzü olağanlaştırmak değil, eşitsizlikten ve tacizden, cinsel şiddetten beslenen ilişkilerin ne kadar yaygın olduğunu, flört şiddetine savrulmayan ilişkinin ne kadar az olduğunu görmek. Bunu görmek de bana kalırsa, cinsel saldırı tanımını daha fazla genişletmek veya en ağır cezayı talep etmek değil, eşitsiz ilişkilenmenin münferit değil sistematik olduğunu görmek ve kendini bunun bir parçası (sadece “mağduru” değil tanığı da) kılmamak anlamına geliyor. Bu tür ilişkilerde sevgili olmamak değil sadece, arkadaşlarımız yaptığında da onaylamamaktan da söz ediyorum. Ayrıca, bu “kötü” deneyimlerden de, sonrasında ne istediğimizi, neye hayır diyeceğimizi bilerek çıkmanın olasılığını yaşayabilmekten de söz ediyorum. Böylece her açığa çıkan beyan, suç-ceza’ya sıkışmaz ve aynı potada erimez. Her yaşanan tecavüz olmaz, her yaşanan incitici olmaz. Bunların da sessiz kalmama edimleri; eşitsizlikleri farklı biçimlerde ifşa etmek olduğunu düşünüyorum. Peki ifşa sahiden kimin meselesi? Tüm kadınları ilgilendirir mi? Yani sosyal medyadaki ifşalar tüm kadınların hayatlarına tekabül eder mi? Bunca kadın cinayeti olan ülkede, bununla ifşa arasında bir bağlantı var mıdır? Bunlar son tartışmalarda sorulan sorulardan. İfşalarla açığa çıkan -aşağılayıcı muameleden cinsel saldırı fiillerine kadar- birçok fiili böyle doğrudan bir şekilde kadın cinayetlerinin ağır yükü altına yerleştirmek bana hem ağır, hem de yanlış geliyor. Kadın cinayetleri erkek şiddetinin son aşaması ve erkeklik biçimleri ancak birbirini mümkün kıldığı ölçüde sistematik olarak var olabiliyor. Ama “kadın cinayetlerinin böylesine sert bir gerçeklik olduğu bir ülkede kadınlar sadece ifşa ile seslerini duyurabiliyorlar” demek de aynı zamanda kadınları çaresizleştirerek güçsüzleştirebiliyor ve mücadele alanlarını -gündelik olanları bilhassa- görünmezleştiriyor. Kaldı ki, ifşa meselesi tüm dünyada mesele, elbette tıpkı kadın cinayetleri gibi ve her bağlamın, kadınlık durumlarının, kazanımların ve örgütlenmelerin kendine has nüansları var. Politik bir söz olarak kadın cinayetlerine karşı olmak feminist hareketin ortak sözü. Bunu bir söz olarak yönelttiğimizde gündelik hayatlarımız arasındaki açıları kapatmış olmuyoruz. Sistem tahlili ile bir kadının mevzu bahis deneyimi arasında doğrudan bir çizgi çizdiğimizde görmezden gelinen yine kadınların deneyimleri oluyor.
"İfşada sistemle değil tek kişi ile mücadele riski..."
İfşa tek atımlık bir hareket olarak feminist kamuoyunda algılandığında, yani tek bir eylem ve hedefe, örneğin, failin en yüksek cezayı almasına veya alanlardan yok olmasına sıkıştığı zaman sistematiklik ve kolektiflik ortadan kalkabiliyor ve tek kişi ile mücadele riskine girebiliyoruz. Karışık detayların hızla tartışmaya hakim olduğu, mücadele eden özne kadınların kadın’a -yani çoğuldan tekile- dönüştüğü, mücadele edilen sistemin de o tek erkek’e dönüştüğü bir risk bu. Bana kalırsa, erkek şiddeti biçimleri arasındaki bağlantıyı kurmak önemli ama bunun otomatik olarak bizim kadınlık deneyimlerimizi aynılaştırmadığı da görülmeli. Beyan ve ifşalar ile açığa çıkan bilginin egemenlik içerisindeki yelpazede bir yere yerleştirilmesini ve açığa çıkan bilgiyle bir şey yapmanın (ceza tayini veya hukuka meseleyi taşımak dışında) önemini de böylece tekrar vurgulayayım. Burada erkek egemenliği yelpazesini oluşturmak kadar kadınların deneyimlerini anlamlandırma ve nasıl bir politik pozisyona talip olduklarını tartışmak da aynı oranda önemli. Öldürülmemek için yani devlet önlem almıyor diye Twitter’dan sesini duyurmaya çalışan bir kadın ile patronu tarafından tacize uğrayan ve işten ayrılan kadın arasındaki ilişkiyi kuracak şey, farklı kadınlık durumları ve farklı şiddetler karşısında işlemeyen veya eksik mekanizmaları talep etmekte yatıyor. Yani bu polisin gereğini yerine getirmemesi kadar ailenin şiddete uğrayan kadını geri göndermesi ise ilk örnekte, diğerinde iş yerinin cinsiyetçi yapısıyla -özneleri çoğul olmak üzere- mücadele edilmemesi olduğunun da hakkını teslim etmek. Bu şekilde, sorumluluğu genişletmiş oluruz. Politik pozisyona talip olmakla kastım da bu. Tüm bu sebeplerle, bu tartışmayı anlatmaya çalıştığım bütünlük içinde yapmanın hem erkek egemen sistemle mücadele, hem meseleyi suç-ceza düzlemine indirgememe açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Böylece, kendimize de “şiddete uğrayan” dışında bir pozisyon biçeriz. Sistematik eşitsizliği dönüştürecek şeyin salt ceza hukuku olmadığında hemfikirizdir sanıyorum. Sonuç olarak, neden kadınların özgürleşmesi ve güçlenmesi üzerinden ifşayı ele almayı önemsediğimi anlatabildim sanırım. Çünkü ifşa edilen bu şiddet ve erkeklik biçimlerinin hayatlarımıza daha az egemen olacağı, patriyarkayı geri ittirecek hareketi kadınların güçlenmesinde görüyorum. Sistemi değiştirecek gücün, kadınların hayır deme alanlarının artmasında, bunun paylaşılan bir deneyime dönüşmesinde ve ifşanın bir biçimine sıkışmış feminist politikanın ötesine geçebilmesinde olduğuna inanıyorum.
*Bu yazı ilk olarak Çatlak Zemin sitesinde yayımlanmıştır