Gündem

İdare denetim dışına çıkarılmak isteniyor

Eşit olmayanlara eşitmiş gibi davranılması eşitsizliklerin en büyüğüdür...

11 Aralık 2013 14:08

3 Aralık 2013’ün ise uçurumun kenarına gelen idare hukuku açısından başka bir önemi var: Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan) imzalı bir yazı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iletilen “Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” bir idam fermanı, hatta infazın ta kendisidir.

Eşit olmayanlara eşitmiş gibi davranılması eşitsizliklerin en büyüğüdür.

Bu, özellikle hukukta böyledir. Ancak emeği ile geçinen insanların yüzlerce yıllık mücadeleleri sonucunda -kimi ölçüler içinde- eşit olmayanlara eşitmiş gibi davranılmamasına ilişkin kazanımlar elde edilmiştir.

Hukukçu olmayanlar açısından en açıklayıcı örnek iş hukukudur:

Uzunca bir süredir kimse emeğini satarak hayatını kazanmaya çalışan bir yurttaşın karşısına geçip hakkını “Borçlar Hukuku” hükümleri uyarınca aramasını söylemiyor, söyleyemiyor…

Doğrudur, Yargıtay uygulaması son on yıldır sermaye lehine önemli oranda değişiyor fakat buna rağmen işçi (sınıfı) hala, iş hukukunun “eşit olmayan iki taraftan ‘eşitsiz’ olanın lehine” karar verme ilkesinden ve adım adım mücadeleyle kazanılmış olan “işçi lehine” hükümlerden yararlanıyor.

İdare hukukunda da durum böyledir; “koskoca devlete” (!), hukuki ifadesiyle “kamu idaresi”ne karşı gelebilir, hikmetinden sual edebilir ve dava açabilirsiniz!

Kamu idaresinin ne yaptığını öğrenmek, öğrenilen işlemin hukuki sonuçlarını kavramak, bu işleme karşı dava açmaya cüret etmek, açılacak davanın masraflarını bulup buluşturmak, davayı açtıktan sonra bilirkişi ücretini borç harç tamamlamak, idari yargının son üç yıldır nerede ise hiç yürütmenin durdurulması kararı vermemesi nedeni ile açılan davanın somut bir etkisinin olamayabileceğini peşinen kabul etmek, olur da bir iptal kararı verilirse o iptal kararını uygulamamak için kırk takla atan kamu idaresinin karşısında bir başına çırpınmak, anılan iptal kararını “dolanmak” için peşi peşine tesis edilen yeni olma iddiasında ama iptal edilenle aynı idari işlem(ler)e de dava açmak ve bu fasit dairenin içinde biteviye dönüp durmak ….

Tabii, küçükleri ile ilgili kuşkusu bulunmayan ve fakat büyük dağları da kendisinin yarattığına ilişkin iddia sahibi kamu görevlilerinin (yahut kamu otoritelerinin) ikna odası seanslarından, bin bir türlü manipülasyondan yahut zorbalıktan söz dahi etmiyoruz.

Kamu idaresinin bir işlem ya da eylemine karşı gelmeye cüret etmek; hele hele dava açmak tanımı itibari ile de zordur ancak bu memlekette –bildiğiniz- cesaret işidir.

İdare hukuku denen meret ise tam da bu yüzden vardır.

Devletin (kamu idaresinin) işlemleri nedeni ile (hakkı değil sadece) menfaati ihlal edilen yurttaşın hakkını aramasının bir “hukuk devleti” için gerekli hatta zorunlu olması nedeni ile idare hukukunda davayı açan yurttaş salt kendisi için hareket etmez; idarenin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunun denetlenmesi için idari yargı yerini “dürterek” (evet, bildiğiniz dürtme eylemi) kamu düzeni adına da hareket etmiş olur.

İdare hukuku ile ilgili “geriye gidiş”in yirmi yıllık kısa tarihi bu yazının sınırlarının çok ötesinde; ancak 2010 Anayasa referandumundaki en önemli kayıplar arasında idare hukukuna ilişkin başlıkların yer aldığını, 3. Yargı Paketiyle getirilen 6352 Sayılı Yasa’nın yürütmenin durdurulmasına ilişkin esaslı bir kötüye gidişe neden olduğunu belirtmeliyiz.

Afet Kanunu denen garabetin kent mekanı ile ilgili başlıkların hukuken denetlenmesi olanağının (matematikten bir kavram devralalım) sıfıra yakınsamasına neden olduğunuı vurgulamalıyız.

3 Aralık 2013’ün ise uçurumun kenarına gelen idare hukuku açısından başka bir önemi var: Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan) imzalı bir yazı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iletilen “Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” bir idam fermanı, hatta infazın ta kendisidir.

Bu nedenle, sadece hukukçular (hukuk satanları kastetmiyoruz) değil tüm yurttaşlar açısından “Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” geri çektirilmesi, görevler listesinin en üst sırasına yazılması gereken bir başlıktır.

Aksi durum, AKP patronajı eli ile yeniden (ve yeniden) tanzim edilen Türkiye kapitalizminin kendisini hukuken sınırlayan son “zincirlerinden” de kurtulması anlamına gelecektir.

Türkiye örneğinde, idare hukukunun temel ilkelerini savunmak demokratik haklarımızı (geliştirmek bir kenara) savunabilmenin bir ön koşuludur.

Bir başbakanla firavun arasındaki farkı bulmak zor ancak kamu idaresi ile gözünden dolar fışkıran çizgi film karakterleri arasındaki benzerliği bulmak kolay olacaktır.

Bu tasarının geri çekilmesini başaramazsak salt zincirlerinden boşanmış bir neoliberalizme değil, otokratik bir “demokrasi”ye doğru gidişin yeni adımlarına da tanıklık edeceğiz.